Başbakan Erdoğan'ın Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ve Almanya Başbakanı Merkel ile yapacağını açıkladığı zirve toplantısı, AB ile ilişkilerimiz açısından bir dönüm noktası olma potansiyeline sahip.
Erdoğan'ın açıklamasının, Cumhurbaşkanı Gül ile görüşen ABD Başkan Bush'un Türkiye'nin AB üyeliğine verdiği güçlü destekle aynı zaman rastlaması da dikkat çekiyor.
Hatırlanacaktır, Bush Ankara'yı bu konuda desteklediklerini ortaya koymakla kalmamış, Türkiye'nin AB üyeliğinin "barış için gerekli olduğunu" belirterek, konuyu "küresel" bir düzeye çıkarmıştı.
Bush'un görüşünün Sarkozy ile Merkel'in görüşleriyle çatıştığı ortada. Ancak ne Sarkozy, ne de Merkel -eski Fransa Cumhurbaşkanı Chirac gibi- Washington'a, "Kendi işine bak, Meksika Amerika'ya katılsın diyor muyuz?" diye çıkışacak konumda değiller.

Merkel sessiz, Sarkozy sesli
Nedeni ise her ikisinin de ABD ile AB'nin yakın ilişki içinde olmalarını "jeostratejik zorunluluk" olarak görmeleridir. Bu nedenle Bush'un ortaya koyduğu "barış perspektifi"ni öyle bir hamlede göz ardı edebilecek durumda değiller.
Ancak, Brüksel'deki kaynaklardan edindiğimiz bilgiler, Sarkozy ile Merkel'in Türkiye konusunda "hidayete ermek" üzere olduklarını da pek göstermiyor.
Özellikle Fransız tarafında, Washington'un argümanına karşı, "Korkmayın, Türkiye'yi dışlayıp dünya istikrasızlığına katkıda bulunmayacağız. Ankara'yı özel ilişki konusunda ikna edeceğiz" şeklinde bir havanın estiği belirtiliyor.
Nitekim Merkel, Türkiye'nin üyeliği konusunda bu aşamada daha çok sessiz kalmayı yeğlese de, Sarkozy buna hâlâ karşı olduğunu şu veya bu şekilde ortaya koyuyor. Bu da, Başbakan Erdoğan'ın tarihini açıklamadan duyurduğu, ancak diplomatik kaynakların yılın ilk yarısında yapılacağını belirttikleri, zirvenin önemini daha da artırıyor.

Baskı Sarkozy'ye olur
Çünkü, eşyanın tabiatı gereğince, Türkiye'nin temel pozisyonunda bir değişiklik olamayacağına göre, bu durumda ilk etapta değişmesi gereken, kuralları maç başladıktan sonra yeniden yazmaya çalışan Sarkozy olacaktır.
Değişmemesi durumundaysa, üyelik konusunda inancını zaten büyük ölçüde yitirmiş olan Türk kamuoyunun da baskısıyla, Ankara ile AB'yi bir yol ayrımına zorlayacaktır.
Bu ise, Washington'un ortaya koyduğu ve yeni ABD başkanı tarafından sürdürüleceği varsayılan "küresel barış" vizyonuyla çelişeceğinden, söz konusu zirvede baskının aslında Sarkozy üzerinde olacağını gösteriyor.

Ankara masadan kalkamaz
Zirvede Ankara'nın elini güçlendiren tek husus da sadece ABD desteği olmayacaktır. Evet, doğrudur; son Lizbon zirvesinde tüm AB üyeleri, Sarkozy'ye boyun eğerek, Türkiye'nin üyelik perspektifini kelime oyunlarıyla bir ölçüde gölgelediler.
Fakat bunu AB için hayati nitelikte olan "Lizbon Antlaşması"nı tehlikeye sokmamak için yaptılar. Yoksa AB'de tam üyelik konusunda siyasi ağırlığı olup da Ankara'ya destek veren ülkelerin sayısı hiç de az değil.
Burada, AB adaylığı sırasında Fransa'dan çok çeken İspanyolların öğüdünü hatırlamakta yarar var. Türkiye üstüne düşenleri yapıp tam üyelik hedefinden şaşmamalı. Bazılarına kızıp masadan da kalkmamalı.
İstemeyenler varsa Türkiye'yi masadan onlar atmaya çalışsınlar. Bunun mümkün olmadığını ancak o zaman göreceklerdir.

Kaynak: Milliyet