Sarkozy'nin Türkiye politikası AB'nin birçok açıdan yara almasına neden olabilir. Bu nedenle Sarkozy'ye ve Fransa'ya AB içinden de birçok itiraz yükselecek. Türkiye'nin bu beklenen krizin yönetiminde dikkate alması gereken temel dinamik bu. Bu sefer asıl savaşı AB'li müttefiklerimizin vermesini sağlamalıyız
Fransız seçimlerinden galip çıkan Nicolas Sarkozy bu ülkenin yeni cumhurbaşkanı oldu. Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında diğer aday Segolene Royal'den kesin çizgilerle ayrıldığı konuların başında Türkiye'nin AB üyeliği meselesi geliyor.
Royal'ın işi zamana bırakan ve kapıları kapatmayan tutumunun aksine Sarkozy, Türkiye'ye bugünden hayır denilmesi gerektiğini savundu. Hatta bu tutumunun aşırı bir tepki ile karşılanmamasını teminen de Türkiye'ye müstakbel bir Akdeniz Birliği'nin liderliğini önerdi.
Şimdi işbaşına gelen Sarkozy'nin seçim kampanyası sırasında sarf ettiği sözleri hayata geçirip geçirmeyeceği merak ediliyor. Acaba Sarkozy bu olumsuz tutumunda ısrarlı olacak mı? Yoksa bu sözleri seçim atmosferi içinde sarf edilmiş ve sonradan unutulacak vaatlerden biri olarak mı görmemiz lazım?
Açıkçası Paris'den gelen haberler Sarkozy'nin bu olumsuz tutumunun devam edeceği ve Fransa'nın resmi politikası haline geleceği yönünde. Başka bir deyişle Fransa, bugüne kadar yaptığı gibi Türkiye-AB müzakerelerini çeşitli gerekçeler bularak, zaman zaman Kıbrıs'ın arkasına saklanarak yavaşlatma eğiliminden, müzakereleri herhangi bir gerekçe göstermeden, sırf Türkiye'nin tam üyeliğine karşı olduklarını deklare ederek bloke etmeye yönelecek.
Fransa'nın yeni devlet başkanının isteği doğrultusunda değiştirmesi beklenen bu politikası 26 Haziran'da toplanarak üç yeni müzakere başlığının açılmasını temin edecek Hükümetlerarası Konferans öncesinde somutlaşacak. Başka bir deyişle, Fransa'nın engellemesi dolayısıyla hem Hükümetlerarası Konferansın toplanması hem de yeni müzakere başlıklarının açılması tehlikeye girmiş durumda.
Olumsuzluğun temelinde yatan
Sarkozy'nin bu olumsuz Türkiye politikasının temelinde ne yatıyor ? Öncelikle, Türkiye konusu Sarkozy bakımından bir önceki Devlet Başkanı Chirac'a karşı muhalefetinde kullandığı bir argüman olarak ön plana çıktı. Chirac, bütün Fransız sağı içinde Türkiye'nin AB üyeliğine destek veren ender politikacılardan biriydi.
Sarkozy de parti içindeki konumunu güçlendirerek Chirac'ı zayıflatmak uğruna Türkiye'ye karşıtlığı benimsedi.
Sarkozy'nin bu yaklaşımını iyice katılaştırmasına yol açan husus ise Fransa'da AB anayasasının referandumda reddedilmesinin sorumlusu olarak Türkiye'yi görmesi.
Nitekim Sarkozy'nin partisinin müstakbel Dışişleri Bakanı olarak bakılan ve yeni devlet başkanının AB ile ilgili görüşlerinin mimarı konumundaki Michel Barnier bunu açıkça ifade ediyor.
Geçmişte Türkiye'ye verdiği destek ile bilinen Barnier, tutum değişikliğini AB'nin anayasa sorununu aşabilmesi için Türkiye'ye hayır denmesi gerektiğini anlamış olması ile açıklıyor.
Fransa'nın bu şekilde strateji değiştirmesini ciddiye almak gerektiği muhakkak. Fransa'nın zaman zaman ülkemizde ifade edilenin aksine iktidara geldikten sonra Türkiye'ye ilişkin politikasını değiştireceğini beklemek de kanaatimce doğru değil. Dolayısıyla şimdi yapmamız gereken, bu engelleme Fransa'nın resmi politikası olduğunda ve Türkiye'nin AB ile müzakereleri bloke edildiğinde ne yapmamız gerektiğini düşünmek. Başka bir deyişle çıkacak olan krize şimdiden hazırlanmak ve kriz yönetimine dair bir strateji oluşturmak.
Kriz stratejisi çizilirken göz önünde bulundurulması gereken çok önemli bir nokta var : bu krizin, ülkemizin AB ile ilişkilerinde karşılaştığı birçok krizden farklı bir boyutu olacak. Fransa'nın Türkiye'yi engellemeye kalkışması, ikili ilişkilerde ve Türkiye-AB ilişkilerinde yaratacağı sorunlar kadar AB'nin kendi içinde de sorun yaratacak.
Başka bir deyişle, AB'nin Fransa'nın bu tek taraflı yaklaşımı sonucunda kendi içinde bölünmeler yaşaması büyük olasılık. Bunun iki nedeni var. Öncelikle unutulmamalı ki her ne kadar Türkiye'nin tam üyeliği konusunda AB içinde tam bir mutabakat ve siyasi iradenin oluştuğu söylenemese de, AB içinde Türkiye'nin tam üyeliğini destekleyen birçok ülke olduğu da diğer bir gerçek. İngiltere, İsveç, İtalya, İspanya gibi ülkelerin başını çektiği bu grup ile Fransa arasında siyasi bir gerilim yaşanması söz konusu olabilir.
AB'nin bütünlüğü ve geleceği
Ancak Türkiye meselesinin de ötesinde, Fransa'nın bu yaklaşımı AB'nin bütünlüğü ve geleceği bakımından riskler taşıyor.
Zira AB tarihinde ilk defa, en üst düzeyde karara bağlamış ve de üstlenmiş olduğu bir yükümlülüğü ihlal edecek. Başka bir deyişle uluslararası ilişkilerde temel alınan ahde vefa ilkesini çiğnemiş olacak.
Oysa ki AB'nin bugüne kadarki ilerlemesi hep bu ilkeye bağlılığı sayesinde oldu. AB düzeyinde alınan siyasi kararlara üye ülkeler hep saygı gösterdiler. Eğer itirazları varsa bu itirazlarını karar alınmadan dile getirdiler.
Hatta kararların alınmasını bloke etmeye dahi yöneldiler. Ama bir kez karar alındıktan sonra da bu kararın gereğini yerine getirdiler.
AB'nin Türkiye konusunda Fransa nedeniyle geri adım atması, ayrıca AB'nin uluslararası sahnede güvenilir bir aktör olarak rol oynamasını da tehlikeye atacak.
Örneğin bu durumda oluşturmak istediği ortak enerji politikasında işbirliği yapmak istediği Rusya'yı nasıl ikna edecek? Veya İran ile yürütmeye başladığı nükleer pazarlıkta inandırıcılığını nasıl sürdürecek?
Sonuçta Sarkozy'nin Türkiye politikası AB'nin birçok açıdan yara almasına neden olabilir. İşte bütün bu nedenlerle, Sarkozy'ye ve Fransa'ya AB içinden de birçok itiraz yükselecektir.
Türkiye'nin bu beklenen krizin yönetiminde dikkate alması gereken temel dinamik de budur. Bu sefer asıl savaşı AB içindeki müttefiklerimizin vermesini sağlamamız lazım. Zira bunun şartları oluşmuş durumda.
Ancak bunun başarılabilmesi için Türkiye'nin siyasetçilerine önemli bir görev düşüyor. AB içindeki dinamiklerin iyi analiz edilerek, Fransa'ya karşı tepkilerimizin belirli bir sınır içinde kalmasının sağlanması şart. Burada amaç Fransa'ya kızarak bütün köprüleri atmak olmamalı.
Türkiye, devlet geleneğine, bölgedeki ağırlığına ve dış politikadaki tecrübesine güvenerek dengeli bir tepkiye yönelmeli ve asıl stratejisini AB içindeki müttefikleri ile işbirliği halinde yürütmeli.
Bunun için de kendini seçim atmosferinden biran için kurtaracak siyasi liderlere ihtiyaç var.
Beklenen kriz Türkiye'nin geleceği açısından büyük önem taşıyor. İyi yönetildiği takdirde, Türkiye'nin AB süreci devam edecektir. Ama aksi olması halinde, Türkiye'nin AB süreci önümüzdeki ay son bulabilir