Demokrasi, vazgeçilmez bir ahlâkî temele dayanır: İnsanlar demokrasi ile kendi geleceklerini özgürce tayin etme hakkına sahip olmaktadır.

Kurallar vatandaşlar tarafından konmakta ve değiştirilmekte, hiç olmazsa mevcut kurallara rızalarını beyan etmekte ve bunları onaylamaktadır. İnsan kendi koyduğu veya rızasını gösterdiği kurala gönüllü olarak riayet edecektir. Bu kurallara göre oluşmuş bir iktidara rızasını daha güçlü gösterecektir. Böylelikle ortaya her ferdin gönüllü olarak iştirak ettiği bir siyasî düzen çıkmaktadır. Her ferdin 41 milyonda bir hisse sahibi olduğu bir siyasal sistemin ahlak ve vicdanda bulduğu karşılığın alternatifi yoktur.

Bu ahlakî temel ancak her alanda özgür seçme hakkı ile vücut bulabilir. Özgür seçme hakkı ise, bireyin dışarıdan gelecek müdahalelerden korunmasına; yani özgürlüklerinin garanti altına alınmasına bağlıdır. Demokrasi için şart olan bu özgürlükler yine demokrasi tarafından garanti altına alınır. Kamusal alanlarda ise toplumun kaderini birlikte belirleme hakkını bütün bireylere tanıdığı için, tek tek bireyler kendi varlıklarına toplum içinde de sahip çıkma imkânı bulurlar. Böylelikle tıpkı kendimize olduğu gibi başkalarının ahlakî özerkliğinde de saygı bir ortak paydaya dönüşür. Buradan şu sonuç çıkar: Başkalarını bir kenara bırakalım; kendi varlığımız üzerindeki yönetme hakkımızı bile bize demokrasi sağlamaktadır.

Bizim alıştığımız, bilinçli olarak tercih ettiğimiz hayat tarzından farklı hayatlar var. Kendi ahlakî özerkliğimizi korumanın ve sürdürmenin yolu başkalarının hayat tarzlarına saygı göstermekten geçer. Bütün farklılıklar ancak barışçı ve medenî bir toplumun zenginliği içinde birlikte yaşama alanı bulur. Demokrasi, farklılıkları yaşatan barışçı ve medenî toplumun gelişeceği vasatı sağlar.

Erdem sahibi insan demokrasinin garanti altına aldığı seçme özgürlüğü içinde gelişir ve güçlenir. Baskıcı yönetimler ikiyüzlülüğü, çifte standartları teşvik eder. Siyasal alanı belirleme ve siyasal alana aktif olarak katılma imkânı bireylerin kendine güven duymasına, kamusal sorumluluklar üstlenmesine ve bağımsız kişiliğe uygun bir iklim oluşturur. Yaratıcılık, üretkenlik ve medenî cesaret bu vasatta gelişir.

Bu saydıklarım sadece tek tek bireyler olarak demokrasinin bize sağladığı imkânları ve vasatları özetliyor. Adam olmanın, insan olmanın, siyasal iktidarı belirlemenin ötesinde kendi bireysel varlığımız üzerinde söz sahibi olmanın yegâne yolu demokrasidir. Bu soyut prensip, bu soyut varlık karşımıza seçim sandığında somutlaşarak çıkar. O küçücük sandığın sahip olduğu sihirli güç hiçbir fanide ve cisimde yoktur.

Siyaset çatışmaların uzlaşma ile çözümü sürecidir. Siyaset bir durum, bir olgu değil bir süreçtir. Bunun için önce ayrılmanız ve ayrılıklardan çatışma konuları çıkartmanız gerekir. Demokrasiler bu çatışmaları da "demokratik rekabet" adı ile şiddetin yer almadığı medenî ilişkilere dönüştürür. Bu çatışmalar zirveye seçim dönemlerinde çıkar. Ayrılıkların ve farklılıkların görünür hale gelmesi, berraklık içinde bireylerin saflarını bulması ve yerleşmesi bu sayede mümkün olur. Şiddetin yer almadığı çatışma, sandığın çıktığı güne kadar devam eder. Sandık çıktığı anda sihirli gücünü gösterir ve rekabet sona erer.

Sıra uzlaşmaya gelmiştir.

Bugün karşımızda bütün efsunu ile o sandık duruyor. Dile kolay tam 41 milyon insan sandığın başına gidiyor ve kendi bireysel tercihleri ile kendi haklarında karar veriyorlar. Bu 41 milyonun bir araya gelmesi ile ülkeyi yönetecek, yasaları çıkartacak olanlar belirleniyor. Sandığın bizatihi kendisi, zuhuruyla birlikte çatışmaları uzlaşma ile noktalıyor. 41 milyondan meydana gelen tek bir iradenin hakemliğinde her birimizin, temsil görevi üstlenenlerin ve ülkenin kaderi belirleniyor.

41 milyon vatandaşın tesis ettiği barıştan ve uzlaşmadan daha güçlüsünü kim inşa edebilir?

Rekabet sona erdi; bugün önümüzde duran sandık yeni bir barış ve uzlaşma döneminin başlangıcını haber veriyor.