Son yıllarda sosyal medya araçları her yaştan kullanıcıya hitap eden yaygın bir enstrüman haline geldi. Facebook’la başlayan bu hikâye çeşitlendikçe taliplisi de arttı. Sanal sosyalliğin yalnızca bireyleri değil kitleleri de etkileyebilme imkânı sunuyor olması; siyasiler, kanaat önderleri, yazarlar ve özellikle sanat camiasından isimleri, paylaşımları en çok merak edilenler listesinin üst sıralarına taşıdı. Peki; takipçisi çok olanın gemisini yürüttüğü bu âlemin, her paylaşımı yüz binler tarafından görüntülenen fenomenleri ve onların an be an takipçilerinin psikolojilerine bir bakmaya ne dersiniz?

Sanal Alem Hangi Duyguları Açığa Çıkarıyor?

Psikiyatri profesörü Erol Göka aylar önce kaleme aldığı bir yazısında “internette neden kolayca kavgaya tutuşuyoruz” sorusuna cevaplar bulmaya çalışmıştı. Göka: “Sanal iletişim yüz yüze iletişimden çok farklı. Elbette bilincimiz yerinde, aklımız başımızda ama en nihayetinde karşımızda kanlı canlı bir insan değil makine var ve adeta içimizdeki çocuk kimsenin bizi görmeyeceğini fısıldayıp duruyor olsa gerek, psikolojimizin ilkel yanları hemen devreye giriyor” diyor. Yetişkin tarafımız gündelik hayatın bizi bunaltan yoruculuğundan sanal âlemin bizi daha özgür çocuklar haline getiren serbestliğine sığınıyor. Gerçek hayatta ortaya koyamayacağımız kadar saldırgan, alıngan, tahammülsüz, kıskanç davranışlar sergileyebiliyoruz. Ya da tam tersi hiç olmadığımız kadar hoşgörülü, kibar, sıcakkanlı ve yardımsever görünebiliyoruz. Duvarımıza düşen bir yazı ya da fotoğraf bize olduğumuz değil “olmak/görünmek istediğimiz “ben”i ortaya koyma imkânı sunuyor. Mesela paylaştığımız bir fotoğrafın altına yazılan bir yorum olanca hoyratlığıyla çıtkırıldım söylemlerimizi süpürüp götürebiliyor. Aslında bastırdığımız ne varsa görebilen gözlerin önüne uluorta seriliyor. Herkesin giderek birbirine benzediği, kalabalıklar içinde kendimizi seçmekte zorlandığımız bir zamanda sanal âlem, daha özgün olanın daha popüler olacağı iddiasını paradoksal bir algıyla zihinlerimize nakşediyor.

İnstagram Fenomenleri 

İnstagram kullanıcılarının kendilerine has bir tarzları var. Sosyal medya jargonuna ve gerekliliklerine, facebook. twitter gibi artık sıradanlaşan sosyal medya araçlarının kullanıcılarından daha fazla hâkimler. Elitist duruşlar (!) ve magazin değeri yüksek kalite yaşamlar (!) burada daha fazla karşılık buluyor. İnstagram fenomenlerinin profillerini dışarıdan incelediğinizde günlük yaşamın sıradan bir halinin binlerce insan tarafından neden beğenildiğini anlamakta güçlük çekebiliyorsunuz. Ancak bir süre takip ettiğinizde, gerçek hayatta asla yan yana gelemeyeceğiniz o kişinin hikayesinin içinde buluyorsunuz kendinizi. Siz, onun çocuğunu çocuğunuz, eşini kendi eşiniz gibi içselleştirirken, yanı başınızda kendi hayatınız akıp gidiyor. Takip ettiğiniz kişinin çocuğunun bir davranışı sizi kendi çocuğunuzun davranışlarından daha fazla eğlendirebiliyor. Onun arkadaşları yanında kendi arkadaşlarınızı, onun ailesi yanında kendi ailenizi, onun hayatı yanında kendi hayatınızı anlamsız ve sığ buluyorsunuz. O, profiline koyduğu her fotoğrafın altında binler övgü dolu sözler yazarken, salgıladığı dopaminle duygusal olarak besleniyor, siz kendi dünyanıza döndükçe artan mutsuzluğunuzla daha fazla stres ve kaygı yükleniyorsunuz. Her beğeniniz onun beynindeki ödül kutucuğuna bir tık daha atarak bir sonraki paylaşımının gerekliliğini sorgulama ihtiyacını ortadan kaldırıyorken, siz biraz daha onun hayatının bir parçası haline geliyorsunuz.

İnstagram anne babaları ise başlı başına bir araştırmanın konusu olmaya aday gibi görünüyor. Günlük yaşamın sorumluluklarını büyük bir titizlik ve başarıyla yerine getiren bu anne babalar çocuklarıyla vakit geçirme konusunda takipçilerine parmak ısırtıyor. Oynadıkları tüm oyunlar, yaptıkları tüm etkinlikler anında profillerine düşüyor. Bu durum, hem bu kadar ilgili bir anne baba, hem bu kadar başarılı bir iş kadını/adamı, hem hayata bu denli pozitif bakabilen insanlar olsa olsa uzayda yaşıyor olabilir izlenimi vermiyor değil. Kendi dünyalarında aslında olmak istedikleri hangi rolü oynadıkları bilinmez ama özellikle annelerden oluşan takipçilerine hissettirdikleri yetersizlik duygusunun pek çok kadının ve çevresindekilerin canını yaktığını söylemek mümkün. Terapi odasında, özellikle genç annelere kendilerini “normal” hissedebilmeleri için instagram anne babaları başlıkları açmak zorunda kalmak can sıkıcı oluyor!

Şimdi hep birlikte çok mutluymuşuz gibi yapıyoruz!

İnsan başına bir olay geldiğinde bunu yalnızca kendisinin yaşadığını düşünür. Korku, kaygı, mutsuzluk, ümitsizlik, isteksizlik gibi duyguların kendisine yapıştığına, geri kalanların ise harika ve imrenilesi hayatlar yaşadığına inanır. Sosyal medyada insanların şık ve renkli mekanlarda keyifle çekilmiş fotoğrafları, takipçilerinin yaşadıkları hayatı anlamsız bulmalarına sebep olabiliyor. “Karı-koca ne kadar mutlular, birbirine ne kadar bağlı bir aile, her şeye nasıl da olumlu bakabiliyor” düşünceleri takipçilerin kendi hayatlarıyla ilgili algılarını değiştirebiliyor. Oysa sanal alem pek de görüldüğü gibi değil. Derin mutsuzluklarıyla yüzleşemeyen insanları daha çok gülerken görebilir, kabullenilememiş uyumsuzlukları örtme çabasını mutlu çift fotoğraflarında beğenebilirsiniz. Kimse dağınıklığından şikayet ettiği kocasına yakınırken fotoğraf paylaşmaz. Eteğinden ayrılmadığı için az önce bıktım artık dediği çocuğu kucağında, fotoğrafta gülücükler saçan anne, sizden de benden de daha sabırlı değildir. Unutmamak gerekir ki tüm pozlar fazla kilolar gizlenerek verilir.

Asalet sessizdir zenginlik bağırır!

Sosyal medyanın gözler önüne serdiği bir başka gerçek, görgüsüzlük olarak tanımlayabileceğimiz pek çok davranışın sanal alemde normalleştiği hatta teşvik edildiğidir. İnternetin ticari hayata önemli katkılar sağladığı göz önüne alınırsa, sosyal medya fenomenlerinin anlaşma yaptıkları firmaların mankenleri olarak sanal reklam uygulamalarına malzeme olmaları elbette anlaşılabilir.  Asıl sorun, bir gurubun öykünelisi yaşam tarzının, takipçilerinin profillerindeki izdüşümü, sanal alemin elitlerini takip eden çakma burjuvaların türemiş olmasıdır. Benzer “event”leri yapmak için evlenmeye niyetlenen, “baby shower” partileri için çocuk isteyen, organizasyon firmalarının gözü dönmüş rüküşlüğüne nişanlarını, düğünlerini, hastane odalarını, bebek mevlitlerini teslim eden gençlerin gerçeklikle bağlarını koparıyor olmalarıdır. Kredi alarak, borçlanarak bu ritüelleri sosyal medya paylaşımlarına en uygun şekilde yapmaya çalışan gençlerin ve ailelerin sayısı hiç de az değildir.

Elbette tüm bu israfı, görgüsüzlüğü, rüküşlüğü aklayan Cuma mesajlarını, kandil kutlamalarını, arada paylaşılan “Allah’ım kem gözlerden korusun” nazarlıklarını da unutmamak gerekir. Birkaç fotoğraf önce 10 aileyi geçindirebilecek bir çantanın 8 rengine on binleri vermişken, Perşembe gecesi cömertlikten bahsetmek yüreklerimize su serpmektedir.

Hasılı; sosyal medya hayatımızın bir gerçeği olarak avucumuzun içinde dururken, tüm kullanıcıları hizaya sokmanın mümkün olamayacağının farkındayız. Ancak bu mecrada takip ettiğimiz kişileri seçerken kendimize doğru ilkeler belirleyebilir, hayatlarını merak ettiğimiz kişilerin içimizde hangi ihtiyaca karşılık geldiğini kendimize sorabiliriz. Sosyal medyada gezinirken; kendimizi mutsuz, yetersiz, kıskanç, hırçın hissettiğimiz durumları, kendi hayatımıza yansıyan olumsuzlukları bir tıkla uzağımızda tutabileceğimizi görebiliriz. Aslında sosyal medya ve sanal alem insanı özgürleştirme vaadiyle kendi sınırlarına hapsediyor. Eğer bu tercih artık kaçınılmazsa hiç değilse kendi seçimlerimizi daha bilinçli yapabiliriz. Zaten ortada olanın altını çizmeye gerek olmadığını, göze sokarcasına vurgulanmak istenenin kocaman bir eksikliğin örtülme çabası olduğunu unutmadığımız keyifli paylaşımlara…

Bu arada sosyal medyadan takip etmek isterseniz ben de oradayım.