Devrimler Tunus’tan Bahreyn’e kadar otoriteryan rejimleri sarsarken uzmanlar hemen bir sonrakinin Suriye rejimi olacağını söylediler. Bölgedeki diğer ülkeler gibi Suriye de çok fakirleştirilmiştir. Şam otoriteryanizmi ile Tunus, Mısır ve Libya otoriteryanizmi arasında görünüşteki benzerlik çarpıcıdır. Tunus ve Mısır’da olduğu gibi Suriye’de de tek parti rejimi ülkeyi yıllardır demir yumrukla yönetmektedir. Ülke elli yıldır tıpkı Kuzey Afrika’daki muadilleri gibi olağanüstü hal kanunlarıyla yönetilmekte, siyasi katılım çağrıları bastırılmaktadır. Ancak benzerliklere rağmen Suriye’ye yakından bakıldığında Esad rejiminin – on yıldır Beşşar Esad’ın nezaretindedir – devrilmesi muhtemel değildir. Paradoksal olarak, Suriye’nin vahim ekonomik durumu ve baskıcı mekanizmanın koruması altındaki Alevi azınlık yönetimi, muhalif güçlerin yakın gelecekte kritik bir kitle olmasını önleyecektir.
Suriye son yıllarda yıllık yüzde dört oranında büyüme kaydediyor ama ülke sarsıcı bir işsizlik, artan hayat pahalılığı ve yaygın bir yoksulluk pençesindedir. Şam’ın resmi verilerine göre (Şam aşırı iyimser hesaplamalarıyla meşhurdur) 2010’un ilk çeyreğindeki işsizlik oranı yüzde 8; ancak bağımsız kaynaklar bu oranın yüzde 20 civarında olduğunu, işsizliğin en çok genç nesil arasında yaygın olduğunu tahmin ediyor. İşsiz ve hayal kırıklığı yaşayan gençlik Tunus ve Mısır’daki devrimlerin itici gücü olduğundan dolayı gözlemciler Suriye gençliğinin işsizlik oranını potansiyel devrim işareti olarak kaydettiler.
Suriye gençliğinin Tunus ve Mısır’dakiler gibi ekonomik şikâyetleri var elbette ama yaygın yoksulluğun ve işsizliğin ani rejim değişikliğine katalizör olması şu an ihtimal dâhilinde değildir. Esad’ın 2000 yılında cumhurbaşkanı olduktan sonra başlattığı ihtiyatlı ekonomik liberalleşme politikasına rağmen Suriye toplumu halen yüksek eşitlikçi niteliği ile malumdur. Doğru, seçkinler batılı lüks ürünlere gitgide daha fazla erişebilmekte ve Esad ailesinin kimi üyeleri akrabacılık ve vurgunculukla itham edilmektedirler. Bununla birlikte, büyük bir servetin oligarşik siyasi seçkinlerin elinde birikmesi kural olmaktan ziyâde istisnâdır. Siyasi tecrit ve ülke içi otoriteryanizm, ekonomik bakımdan güçlenmiş, siyasi bilinci olan bir orta sınıfın gelişimini ciddi şekilde bastırmıştır. Dolayısıyla da Şam’daki durum, devrim öncesi Tunus, Mısır ve Libya’daki durumdan başkadır. Üç ülkede de halkın öfkesini alevlendiren, geniş bir seçkinler sınıfı ile marjinal çoğunluk arasında hayli görünür olan ve gitgide artan uçurumdur. Suriyelilerin aksine, Tunus ve Mısır’daki – şimdi de Libya’daki – göstericiler yoksulluklarının mutlak değil izâfi olduğunu – yani rejimin adâletsizliğinden neşet ettiğini – anladılar.
Yıllardır ülkeye hâkim olan Esad ailesi, orduyu rejimle bütünleştirerek güçlü bir siyasi emniyet ağı geliştirdi. Beşşar’ın babası Hafız Esad, Suriye ordusunda yükseldikten sonra 1970’te iktidarı ele geçirdi ve kilit görevlere Alevileri yerleştirerek sâdık bir alevi şebekesi kurdu. Doğrusu, ordu, yönetici seçkinler ve acımasız gizli polis öylesine iç içedir ki Esad rejimini güvenlik seçkinlerinden ayırmak artık imkânsızdır. Beşşar Esad’ın göstericilere karşı güç kullanma tehdidi Tunus veya Mısır’a nazaran daha olasıdır. Bu yüzden, ordunun profesyonel olarak eğitim gördüğü, bağımsız bir rol oynamaya eğilimli olduğu Tunus ve Mısır’ın aksine, Suriye rejimi ve ona sâdık güçler en kararlı ve korkusuz muhalif güçleri bile caydırabilecek durumdadır. Suriye’deki durum, bu bakımdan Saddam Hüseyin’in Irak’taki Sünni azınlık hâkimiyetiyle kıyas edilmeye daha musaittir. Aynı zamanda, ordunun vahşi ve rejime sâdık olduğu ama eğitimli ve disiplinli bir ordudan ziyâde militan çapulculara benzediği Libya’dan da çok farklıdır.
Esad’ın işbirlikçi seçkinleri hâricinde çok az destekçisi olduğu da doğrudur ama rejimin muhalifleri bile daha az halk desteğine sahiptir.
Rejimin muhaliflere karşı güç kullanması farazi değildir. Hafız Esad 1982’de Hama’da Müslüman Kardeşler ayaklanmasını ezmiş, binlerce sivil hayatını kaybetmişti. 2004 yılında Beşşar Esad’ın güvenlik güçleri Kürt protestocuları bastırdı ve onlarca kişi öldü. Suriye rejiminin içinde bulunduğu tecrit, tekrar bu şekilde güç kullanma ihtimalini artırmaktadır. Dostane ikili ilişkiler tarihinin olduğu ve ABD önderliğindeki diplomatik çabaların ordunun göstericilere verdiği tepkiyi şekillendirdiği Mısır’ın yahut ordunun Amerikan eğitimi aldığı Tunus’un aksine, Batının Suriye üzerinde neredeyse hiç manivela gücü yoktur. Bu nevi siyasi tecridin neticeleri Libya sokaklarında görülebilir: Aynı şekilde dışlanmış Muammer Kaddafi, kendisini durduracak hiç kimse olmadığından dolayı iktidarını korumak için çıplak güce başvurdu. Libya rejiminin şiddetli tepkisi, pek çok Suriyeli nazarında azimli bir zalimin halkına neler çektirebileceğini göstermektedir.
Suriye’nin bir diğer özelliği, Esad’ın dini bir azınlıkla olan bağıdır: Aleviler. Siyasi gözlemciler, Esad’ın azınlık statüsünün uzun vadeli istikrarı yok ettiğinde neredeyse ittifak halindedirler. Bu değerlendirme makûldür ama Suriye’nin kendine has şartlarını hesaba katmıyor.
Esad’ın dar bir seçkinler grubunun ötesinde Zeynel Abidin bin Ali ve Hüsnü Mübarek’ten bile daha az ateşli destekçisinin olduğu doğruysa da rejimin muhalifleri daha az halk desteğine sahiptir. Bölgedeki diğer diktatörlerin aksine, pek çokları Esad’ı hizbi çıkarların savunucusu olarak değil hizbi bölünmenin önünde bir karşıt ağırlık olarak görürler. Dahası, Suriyeliler Irak ve Lübnan’daki hizbi çatışmaların yıkıcı neticelerine sıksık ve doğrudan mâruz kalmaktadırlar. 2005 ve 2006 yıllarında yüzbinlerce Lübnanlı ve Iraklı mülteci Şam’a akın etti ki Suriyelilere hizipçiliğin ateşlediği kıyımın müthiş sonuçlarını hatırlatmıştır. Hizipçiliğin Lübnan ve Irak’ta nasıl hüner sergilediğini görünce, Suriye’nin aynı derecede çoğulcu toplumunun Esad liderliğini kabullenmesi için iyi nedenleri vardır.
Esad’ın nispeten genç oluşu (Esad 45, Bin Ali 74, Mübarek 82, Kaddafi 68 yaşındadır) ve güvenilir Batı karşıtlığı sicili, ona diğer liderlerin sahip olmadığı bir koruma katmanı sunmaktadır. Pek çok Suriyeli, ABD liderliğindeki Irak işgaline sergilediği muhalefeti ve İsrail karşıtı politikalarını arzu edilir ve ulusal çıkarlara uygun buluyor. Esad’ın Batı’daki eğilmeyen parya şöhreti kendi ülkesinde rağbet görmesini sağlayan şeydir. ABD’ye karşı durma istekliliği bölgede göstericilerin toplanmasını sağlayan Arap haysiyeti temasıyla bağdaşır. Benzer bir batı karşıtı duruşu Kaddafi de sergiledi ama Suriye’nin Arap-İsrail çatışmasına olan coğrafi yakınlığı (ve Suriye’nin bu çatışmanın doğrudan tarafı olması) Esad’ın direniş söylemine Kaddafi’ninkinden – hassaten de Kaddafi’nin 2000’lerde ABD’yle ilişkilerinin iyileşmesinden sonra - daha fazla güven katmıştır.
Suriye rejimi, bölgesel gelişmelere büsbütün kayıtsız kalmıştır demek değil bu. Esad, Tunus ve Mısır’daki muadillerinin devrilmesinden duyduğu rahatsızlığı belirtircesine “toplumu açmak” ve “diyaloğa başlamak” gibi reform vaatlerinde bulundu. Reformları şimdilik maaş artışı ve (şaşırtıcıdır) sosyal medya ağları üzerindeki kilidi açmakla sınırlı kaldı. Suriyelilerin ümitlerini belirsiz ve şiddetli bir devrim yerine yavaş ama istikrarlı bir reform sürecine yatırmaları daha muhtemeldir. Facebook’ta “öfke günü” çağrıları şimdiye değin cevapsız kaldı.
Esad’ın reform vaatlerinin yeterli gelip gelmeyeceğinin ilk testi bu yılın sonunda yapılması planlanan yerel seçimlerde ve meclis seçimlerinde görülecektir. Bu seçimler nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, Suriye, otoriteryanizm karşıtı bu dalgayı büyük ölçüde atlatacak gibi duruyor. İroniktir, Batılı liderlerin devrildiğini en çok görmek isteyecekleri bir Arap rejimi bölgedeki diğer çaylak rejimlere kıyasla nispeten güçlenebilecektir. Şam’da sarsılmadan duran bir rejimin Mısır’da yeni seçilmiş bir liderlikle yakınlaşmayı ciddi ciddi düşüneceği ihtimaline bakınca hassaten rahatsız edicidir bu. Batı’nın Esad’la nasıl yakınlaşacağı sorusu, ki Tunus ve Mısır’daki Batı destekli liderlerin yok oluşun Esad rejimini yastıklamıştır, kısa bir süre içerisinde daha keskin bir şekilde ortaya çıkacaktır.
Kaynak: Foreign Affairs
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın