Ortadoğu’daki bölgesel kriz halinin seyrine etki edebilecek ülkelerin başında Suudi Arabistan geliyor. Kral Abdullah’ın vefatının ardından tahta Selman bin Abdulaziz’in geçmesinin ardından bu potansiyelini kullanacağı yönünde sinyaller veren Suudi Arabistan’da yoğun bir diplomasi trafiği yaşanıyor. Kral Selman’ın son bir hafta içerisinde önce Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah El-Sisi, daha sonra üç günlük ziyareti kapsamında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve son olarak da Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry ile görüşmesi Suudi Arabistan’ın bölge politikalarında bir değişim olup olmayacağı sorusunu gündeme getirdi. Bölgeyi takip eden analistler Suudi kadrolarında ciddi değişiklikler yapan Kral Selman’ın bölgesel krizler karşısında Kral Abdullah’ın takip ettiği çizgiden farklı bir yol izleyeceği üzerine fikir birliği içerisindeler. Bu diplomatik aktivizm, Suudi dış politikasının değişim arayışına girdiğinin göstergeleri olarak kabul edilse de başta Suriye, IŞİD’le mücadele, Irak ve Yemen olmak üzere bölgesel problemlerin çözümünde yeni blokları şekillendirecek gibi görünen bu ziyaretlerin somut adımlara vesile olup olmayacağı önümüzdeki günlerde belli olacak.
Arap Baharı’nın başlangıcından beri suların durulmadığı Ortadoğu’daki mevcut krizler tablosu şöyledir: Suriye’de Esed rejimi katliamlara devam ederken IŞİD, hem Irak’ta tahribatlarını sürdürüyor ve hem de Suriye muhalefetine yeni cepheler açarak zayıflamasına sebep oluyor. Öte yandan özellikle ekonomik darlık ve güvenlik problemleriyle boğuşan Mısır, Körfez ülkeleriyle ilgili ses kayıtlarının ortaya çıkması karşısında zor durumda kalmış ve Körfez’den aldığı finansal desteği riske sokmuş durumda. Yemen’de Husi darbesindeki ülkeyi parçalanmanın eşiğine getirirken Suudi Arabistan’ın kucağına da farklı sorunlar bırakıyor. Yemen’in istikrarsızlığındaki İran parmağı ve Suriye’ye İran’ın sunduğu somut askeri destek, Körfez ülkelerinde tonu gittikçe yükselen bir tehdit algısını güçlendiriyor. Körfez iç siyasetinde muhtemel mezhep çatışmalarının kaynağı olarak görülen bu tehdit, dış politikada bölgesel gücün kırılması ve hâkim İslam anlayışının değişmesi olarak algılanıyor. Bölgedeki diğer aktörlerden Amerika, Suriye’de Esed rejiminden ziyade IŞİD’le mücadeleye öncelik verirken, İsrail hem Suriye hem Mısır ve hem de IŞİD’in bölgedeki faaliyetlerinden nemalanmaya devam ediyor. Dolayısıyla bu tablo, bölgenin üç önemli ülkesi Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır’ın ortak bir noktada buluşarak tüm yolların çıkmaz sokaklara çıktığı görüntüsü veren Ortadoğu’ya bir çıkış ışığı yakabilir mi sorusunu masaya taşıyor.
Yukarıdaki tablo, esasında, bugünün Ortadoğu’sunda ülkelerin realizmin o ilk öğrenilen ‘ulusların hedefi güçlerini artırmak ve çıkarlarını korumaktır’ ilkesi doğrultusunda hareket etmelerinin bir zorunluluk olduğunu gösteriyor. Bölgede diğer ülkelerin istikrarsızlığı pahasına İran’ın etki alanını artırması, IŞİD’in neredeyse bölgenin bütün halkları için tehlikeli boyutlara ulaşması (bazı ülkelerde bizzat vatandaşların can güvenliğini tehlikeye atması, bazı ülkelerde radikalizmi beslemesi ve dünya çapında da İslamafobiyi yükseltmesi) ve kriz durumunun ülke ekonomilerini ciddi anlamda kötü etkilemesi, mevcut politikaların sürdürülemeyeceğini kanıtlamaktadır. Hâlihazırda mevcut durumundan İsrail ve İran dışında kazançlı çıkan başka bir ülkenin olmaması, yeni bir yol haritası çizmeyi gerekli kılıyor. Bu bağlamda Türkiye ve Mısır’ı aynı anda denkleme dâhil edebilecek Körfez siyasetine bakılması gerekiyor.
Körfez’in Durumu
Arap isyanları başladığından bu yana Körfez ülkelerinde temelde iki farklı pozisyon benimsendi. Birincisi Katar’ın temsil ettiği halklardan yana tavır alma politikasıdır. Bahreyn’deki isyanları ayrı tutarsak Katar, zamanın ruhuna uygun bir politika benimseyerek dış politikada halkların tercihlerini destekledi. Katar’ın bu politikası sadece Müslüman Kardeşlere destek vermesine indirgense de hareketin bazı liderlerinin ülkeden gönderilmesi gibi hamleler, emirliğin bu konuda duygusal olmaktan ziyade pragmatist bir politika benimsediği kanaatlerini arttırdı. Katar, her ne kadar bölgedeki bütün krizlerden etkilenmemeyi başarsa da Katar Emiri Şeyh Temim New York Times gazetesinde yazdığı yazıda Ortadoğu'yu çöküşün eşiğinden kurtarmak için bölge ülkeleri ve Amerika’nın ortak hareket etmek zorunda olduğunu ifade etti. Katar, aynı zamanda IŞİD’e karşı kurulan askeri koalisyonda yer alarak Esed karşısındaki pozisyonunu bir kez daha gösterdi.
İkincisi ise Körfez monarşilerinin meşruiyetini tehlikeye atmamak için Suudi Arabistan tarafından benimsenen statükocu tavırdır. Suudi Arabistan Suriye’de Esed’siz bir çözümden yana olsa da Mısır’da darbe hükümetine açıkça destek vererek seçimle iktidara gelen Müslüman Kardeşleri terör örgütleri listesine almıştır. Mısır’da Sisi iktidarına destek verilmek suretiyle bölgesel statükonun devamı istenmiş fakat Mısır salt ekonomik bir yük olmanın ötesine geçerek Arabistan’ın beklediği istikrarı da sağlayamamıştır. Öte yandan Yemen’deki istikrarsızlık ve darbe de bölgenin İran’ın etkisini artırmaya müsait hale geldiğini gösterdi. Sonradan ortaya çıkan IŞİD tehdidinin bölgede yayılması ise dini radikalizmi bir güvenlik tehlikesi haline getirdi. Tüm bunlar Suudi Arabistan’ı Arap isyanlarının başından bu yana, Suriye dışında, takip ettiği statükocu çizgiyi esnetmek zorunda bıraktı.
Körfez’de bölgesel dengeleri etkilemeye çalışan Birleşik Arap Emirlikleri de temelde Suudi politikasını takip etmiştir. Müslüman Kardeşlere karşı daha şahin bir politika izleyen BAE, hareketin bölge çapında zayıflatılması için çaba sarf etmeye devam ediyor. Hatta mevcut konjonktüre bakıldığında Mısır’ın normalleşmesini kolaylaştıracak muhtemel bir Türkiye-Suudi Arabistan yakınlaşmasından da hayli rahatsız olacak gibi görünüyor.
Türkiye-Suud Yakınlaşması Mümkün Mü?
Bölgedeki durum bu haliyle devam ederse siyasi ve ekonomik istikrarını önemli ölçüde devam ettiren Türkiye’de de ciddi sorunlar baş gösteriyor. Suriye ile uzun bir sınıra sahip olması sebebiyle sınır güvenliği sürekli tehdit altında olan Türkiye, bir yandan komşu ülkelerde İran’ın etki alanının genişlemesi ve bir yandan da IŞİD ve IŞİD’e katılım için Türkiye’yi transfer olarak kullanmaya çalışan yabancı savaşçılar problemiyle karşı karşıya. Bunun yanı sıra iç siyasette çözüm süreci, mültecilerin getirdiği ekonomik yük ve halkın mültecilere tepki göstermeye başlaması, muhalefetin dış politikada ülkenin yalnızlaştırıldığı yönündeki eleştirileri ve yaklaşan genel seçimler, daha aktif bir politika izlemesi yönünde iktidarı zorlayan unsurlardan sadece birkaçı. Dolayısıyla bölgenin mağdur kesimlerine başından bu yana kucak açan Türkiye, hem kendi istikrarı hem de bölgesel krizlere kalıcı çözümler sağlanması için Körfez ülkeleri ve Batı’nın desteği ile çözüme öncülük etmek istemektedir.
Gerek Körfez ülkelerinin gerekse Türkiye’nin durumu akılda tutulduğunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suudi Arabistan ziyareti stratejik öneme sahiptir. Suudi Arabistan-Türkiye-Katar üçlüsünün öncülük ettiği bir dönüşüm planı, Esed’siz bir Suriye ve IŞİD’e karşı ciddi bir çözüm sunabilir. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan bu yönde olumlu sinyaller aldığını ifade etmiştir. Fakat bunun gerçekleşmesi için Suudi Arabistan’ın pozisyon değiştirmesi ve Mısır’ı bölgede istikrar sağlanması adına daha realist bir çizgiye çekmesi şarttır. Mevcut durumda bölgesel ittifaklar arasında pozisyonunu esnetmesi en gerekli ve en mümkün olan ülke de Suudi Arabistan’dır.
Suudi Arabistan’ın muhtemel pozisyon değişikliğinin gerekçelerine bakıldığında aslında önemli sebepler oldukları görülmelidir. Birincisi Kral Selman liderliğindeki Suudi Arabistan, Kral Abdullah döneminde Sisi’ye açıktan verilen desteğe çekinceler koyacak gibi görünmektedir. Suud bin Faysal’ın Müslüman Kardeşlere yönelik ‘hareketin tamamına değil, içinden küçük bir gruba karşıyız’ açıklaması bu anlamda önemli bir göstergedir. Ayrıca Suud’da Müslüman Kardeşler meselesinin bir güvenlik tehdidi olarak değil de Mısır’ın iç meselesi gibi değerlendirilmesi gerektiği yönündeki fikirler de artmaktadır. İkinci neden IŞİD ve İran tarafından gelen tehditler karşısında Mısır’ın yanında olmasının Suud’a somut bir kazanım sağlamamasıdır. Mısır’da eski düzenin devam ettirilmesi için Sisi’ye verilen destek Suud’un Arap uyanışının bölgeyi daha da kaosa sürüklediği yönünde oluşturmaya çalıştığı algının sonucuydu. Fakat bunun başarılı olmadığı anlaşılmıştır. Üçüncü olarak Suriye’de bir çözüm için İran’ın gücünün kırılmasının gerekliliği iyice ortaya çıktı. Bu gerekçeler doğrultusunda elbette Suudi Arabistan’ın Mısır politikasında radikal bir değişikliğe gitmesi beklenemez. Fakat gerçekçi bir Suud’un Mısır’a verdiği desteğin niteliğini değiştirmesini ve en azından küçük manevralarla bölgesel dengeleri değiştirebilme potansiyelini kullanmasını bekleyebiliriz. Sisi’nin Riyad ziyaretinden beş gün sonra Mısır İçişleri Bakanı Muhammed İbrahim’in görevden alınması da söz konusu pozisyon değişikliğinin Mısır normalleşmesine katkısının ilk sinyali olarak kabul edilebilir.
Son olarak, nükleer müzakereler çerçevesinde Amerika ve İran arasında sağlanabilecek bir anlaşma İran’ın ekonomisini ve uluslararası arenadaki hareket alanını rahatlatarak bölgedeki nüfuzunu daha da artıracaktır. Bu durumun endişesini de taşıyan Suudi Arabistan, bölgede Mısır’ı daha realist bir çizgiye çekerek ve Türkiye-Katar bloğuna dâhil olarak bölgede bir değişimin ateşini yakabilir. Bu noktada P5+1 ve İran arasında devam eden nükleer müzakerelerin sonucu ve John Kerry’nin Suud’un endişelerini ne oranda giderebileceği belirleyici olacaktır.
Gülşah Neslihan Akkaya - Dış Politika, SETA