Rusya’dan yapılan resmi açıklamaların aksine, Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov’un 7 Şubat 2012’de Şam’a düzenlediği ziyaret, Arap girişimine yeni bir ivme kazandırmada başarılı olamadı. İnterfaks Haber ajansı, Lavrov’un “Esed, Arap Birliği gözlemcilerinin Suriye’deki görevinin devam etmesinin ve sayılarının artırılmasının önemli olduğunu söyledi” şeklinde yaptığı açıklamayı naklederken, Körfez İşbirliği Konseyi yaptığı açıklamada, “Suriye rejiminin krizi sonlandırmak ve Suriye’de akan kanın durması için atılan bütün adımları göz ardı etmesi, bütün çabaları boşa çıkarması nedeniyle” Suriye’deki büyükelçilerini geri çekme ve ülkelerindeki Suriye büyükelçilerini kovma kararı aldığını ilan etti. Lavrov ülkesine döner dönmez Çin, bölgeye temsilci gönderebileceğini, ülkesinin Arap dünyasının dostluğuna bağlı olduğunu açıkladı. Açıklama, Pekin’in Körfez İşbirliği Konseyi’ndeki tavrı nedeniyle Arapların duyduğu öfkenin farkında olduğunu ima ediyordu.
Rusya ve Çin, geçtiğimiz hafta sonu BM Güvenlik Konseyi’nde yapılan oylamada Arapların Batılı ülkelerle birlikte verdiği Suriye’de geçiş sürecine yönelik girişimldus destekleyen ortak karar tasarısını veto etti. Çin ve Rusya’nın itirazı, Suriye’de şiddetin durdurulması ve iktidarın el değiştirmesinin önünü açma çabalarını ihlal olarak görüldü. Gözlemcilerin cevap vermekte zorlandığı soru, mevcut krizde Suriyelilere yardım etmenin asgari şekli olarak görülen bir karar tasarısına karşı bu çifte tavır neden kaynaklanıyordu?
Sorulan bu soruya verilecek tek bir muhtemel cevap yok şüphesiz. Suriye’deki kompleks durum, en az bir o kadar kompleks olan krizin çeşitli teoriler, varsayımlar, hesaplar ve ihtimaller çerçevesinde ele alınmasından kaynaklanıyordu. Bunların bir kısmı ayrı ayrı her iki ülkeyle ilgiliyken bir kısmı da her iki devletin ortak olduğu hususları kapsıyordu.
İdeolojik özellikler taşıyan belirlenimlerin yanı sıra çıkara dayalı, ekonomik ve stratejik karakter arz eden belirlenimlerin varlığından bahsetmek mümkün. Bunlardan hiçbirinin tek başına Rusya ve Çin’in tutumlarını belirleme noktasında kesin rol oynadığını söylemek gerekiyor. Bu faktörler arasında şunları saymak mümkün: 1. Ulusal çıkar 2. Libya’dan alınan dersler. 3. Dış siyasetle ilgili tamahlar, hedefler ve araçlar. 4. Siyasal İslam’dan duyulan korku ve Arap Baharı’nın etkileri. 5. Orta Asya’yı ve Kafkasları, Ortadoğu’dan başlayarak korumak.
Çin ve Rusya’nın Suriye’ye ilişkin tutumları, Avrupa ve ABD ekonomilerini zayıflatan büyük mali kriz fırtınasının estiği uluslararası bir konjonktürde geldi. Bu çok önemli bir faktör zira, yansımalarını Obama yönetiminin askeri harcamalarının azaltılması kararında görmek mümkün. Obama’nın bu kararı, Amerikan askeri gücünün rolünün azaltılması, askeri güçlerin geniş ölçekli bir şekilde yayılmasına alternatif olarak “hareket etme ve konumlanma kabiliyeti yüksek, süratle yenilenebilen, teknolojik üstünlüğe dayalı, küçük ancak hızlı ortak güç”[1] kavramına dayalı yeni bir stratejinin oluşturulduğunu gösteriyordu. Öte yandan Rusya ve Çin’in bazı güç mevzilerini geri kazanabilme, özellikle de Rusya ile ilgili olarak dünya güç sahnesine yeniden dönüş, Çin’le ilgili olarak ise ekonomik büyümeye paralel bir şekilde stratejik ehemmiyet kazanan alanların genişletilmesi çabalarına tanık olmaktayız.
Ulusal Çıkar
Arap İsrail çatışması ve bölgesel sorunların temel bileşkeni olarak Suriye’nin öneminin görmezden gelmek mümkün değil. Ancak Rusya ve Çin’in mevcut krize ilişkin tutumlarını, Arap İsrail çakışmasının komplikasyonları temelinde inşa etmeleri çok da olası değildir. Bu düşünceyi savunanlar, Moskova ve Pekin’in Filistin direnişini, özellikle de Suriye’deki ayaklanmalardan hemen önce Şam tarafından konuk edilen Filistinli grupları desteğe çok da meyilli olmadıklarını söylüyorlar. Filistin sorunuyla ilgili olarak oluşturulmuş uluslararası dörtlünün bir üyesi Rusya, Suriye’nin onca ısrarına rağmen, bu ülkeye İsrail’e karşı kullanılmak üzere silah satışından kaçındı. Her ne kadar Putin, Sovyet dönemi KGB’nin artığı bir devlet adamı ise de, Putin ve Medvedev Rusyasının Kruşçev ve Brejnev dönemi Sovyetleriyle karıştırmamak gerekir.
Arap devrimleri ardı ardına gelmeye başladığında şu tür analizler yapılmaya başlandı: “Rejimleri Amerikan yanlısı olan Araplar, ABD ve İsrail’e karşı saldırıya geçtiler. Bu yüzden Çin ve Rusya, bu olayları, bölgedeki konumlarını daha da iyi bir noktaya getirmek için bir fırsat olarak gördü. [2]
Ancak bazıları, Çin ve Rusya’nın, ABD’nin desteklediği ancak halkın rağbet etmediği bu rejimlere karşı Arap devrimlerinin yanında durmayacaksa, o zaman bu süreçten nasıl kazançlı çıkmaya çalıştığı sorusunu soruyor.
Gerçekte ise tam tersi oldu: ABD ve Batılı ülkelerin kısa bir kararsızlık halinin ardından herkesi şaşırtan, kimsenin tahmin edemediği, hatta Batılı istihbarat aygıtlarını bile şaşkına çeviren bu devrimci hareketlerden yararlanmaya çalıştıklarını gördük. Hemen rüzgarı arkalarına alarak iktidarın el değiştirmesi için otokrat yöneticileri teşvik edenlerin en ön saflarında olduklarına tanık olduk. Aynı zamanda, Rus ve Çin diplomatların bölgede olan bitenlere hızla adapte olmakta yetersiz olduklarını, Mısır, Tunus, Libya, Yemen ve Suriye’deki devrim trenine binmek için gerekli rezervasyonların yaptırılmasında geç kaldıklarını gördük. Bu görüşü savunanlar, söz konusu yetersizliğin kasıtlı olduğunu da eklemeden geçmiyorlar.
Birincisi, kendilerini “büyük güç” olarak gören, ve ellerinden geldiği kadar özellikle de dünya sahnesinde “devletin prestiji”ni korumaya çalışan Çin ve Rusya, niceliksel olarak Batılı ülkelerin çoğunluğu oluşturduğu BM Güvenlik Konseyi korosunda kemancı olarak yer almak istemiyor. “Büyük güç”ün en basit tanımı, liderlik ve nüfuz sahibi olmayı ima eder. Bu türden düşüncelerin seçim dönemlerinde (özellikle de Putin açısından) ve normal zamanlarda (Dünyanın yükselen gücü olan Çin’in farklı bir sesi olması gerekir).
Bazıları Rusların tutumunu anlamak için Avrasya kavramının dikkatle incelenmesi gerektiğine işaret etmektedirler. Avrasyacılık, Duma Başkan yardımcısı Aleksandr Dujin’in 2001 Nisanı’nda Moskova’da açıkladığı bir akımdır. Söz konusu akım, temelde Putin politikalarını destekleyen bir çizgiyi benimsemekteydi.[3] Rusya’da komünizmin yerine geçen bu ideolojinin Slavlarla Asya halklarını birleştirmeyi hedefleyen Avrasya medeniyetinin varlık bulmuş hali olarak Rusya hakkında yeni bir düşüncenin yaygınlaştırılmasını amaçlamaktaydı. Hatta “Avrasya kıtasının kaderi, kim yönetirse yönetsin imparatorluk olmaktır. İster Tatar hanları, ister Rus Kayzerleri isterse Bolşevikler” isterse başkaları yönetsin, bu böyledir.[4] “Avrasya düşüncesi’nin ısrarla Batı tesirine karşı olduğu”nu ve bu tesire karşı mücadelenin Putin çevresindeki elitin düşüncesine göre Rus istihbarat aygıtına sızan Batılılara karşı yapıldığını anlamalıyız.[5]
Ancak Çin’in kendisini, dünya sahnesinde giderek artan bir role ve tarihsel misyone sahip bir ülke olarak gördüğünü söylemeye bile gerek yok. Bu rol, temelde Batı ile rekabet etmeyi hedef seçmiş bir roldür. Çinli bir yetkili bu düşünceyi önde gelen Çin gazetelerden birine yaptığı bir açıklamada ifade etmiştir: “Dünyanın Çin’in Suriye meselesi gibi uluslar arası bir takım meselelerde gerçekleri dile getirmesine alışması gerekiyor. Çin’in BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye’ye ilişkin karar almasını önlemek için veto kullanması, Çin’in daima onay vermeye hazır bir üye olmayacağını göstermektedir.” [6]
Diğer taraftan, Rusya ve Çin, içerde güvenilir bir demokratik rejime sahip olmadıkları gibi, siyasi etkilerinin ve ekonomik yatırımlarının bulundukları bölgelerdeki demokratik hareketlerin gerçek ya da sanal anlamda destekçisi de değillerdir. Destekledikleri gelişme sürecinde olan demokrasi nerede ve hangi devlettedir? Öyleyse neden Suriye’deki demokratik milli ve devrimci güçleri desteklesinler ki?
Libya’dan alınan dersler
İkinci bakış açısı ise Libya’da yaşananlara özel bir önem atfediyor. Rusya ve Çin açısından hakiki ikilem, Libya’da Kaddafi rejimine karşı devrimle başladı. Zira Bin Ali ve Hüsnü Mübarek Rejimleri, herhangi bir dış güç olmadan devrilmişlerdi. Batı, Fransa hariç devrimci sürece katılır ve “dostlarına” karşı yeni oluşumları (biraz tereddütle olsa dahi) desteklerken Rusya ve Çin, belirsiz bir konumda kaldılar. Kararsızlık halinin sürmesi ve Libya’daki olayların patlak vermesiyle birlikte bu durum onların imajı açısından daha da kötü bir hal aldı, zira Kaddafi, Rusya’nın eski müttefikiydi. Çin de bu ülkedeki bir çok yatırım projesine katkıda bulunmuştu. Libya’da şiddet sarmalına girildiğinde ve dış müdahale talep eden sesler yükseldiğinde Fransa müdahalenin öncülüğünü yaparken, Rusya ve Çin her türlü dış müdahaleye karşı tavır aldılar. Son tahlilde her iki ülke de 17 Mayıs 2011 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’nin sivillerin korunması için her türlü önlemin alınmasını öngören ve Libya semalarında Kaddafi güçlerinin uçuşunu yasaklayan 1973 sayılı kararına itiraz etmedi. Ancak Çin ve Rusya’nın itiraz etmediği karar, pratikte NATO’ya askeri müdahale için yeşil ışık yakılması anlamına geliyordu. NATO, söz konusu kararı aşırı bir yorumlayarak farklı bir şekilde anlamıştı. Nitekim Fransız hava kuvvetleri karar çıkmasından hemen sonra hava saldırılarına başladı, ardından buna İngiliz, Amerikan ve İtalyan ortak hava gücü de katıldı. Bunun sonucunda sadece Kaddafi rejimi yıkılmadı aynı zamanda uluslar arası terminolojiyle Libya’daki Rus nüfuzu sona ererken Çin olan bitene seyirci kaldı.
Bu fikrin yandaşları, Libya devrimi sürecinde meydana gelen olayların, Ruslarla Çinlilerin ağzında kekremsi bir tat bıraktığını belirtiyorlar.[7] Müdahale imkanı tanıyan Güvenlik Konseyi kararına itiraz etmemeleri onları memnun eden bir sonuç doğurmamıştı, zira Libya’da her şey NATO adına olup bitmişti. Bu da ülkeyi Kaddafi’nin ardında bırakacağı rejim ne olursa olsun bir müddet Batılı güvenlik ve strateji manzumesi içerisinde kalmasına neden olacaktı. Bu durumda ne Çin ne de Rusya, ekonomik anlaşmalar içerisinde yer almayacağı gibi silah satışlarında da aslan payını başkalarına kaptıracaklardı, nitekim öyle de oldu.
Bu görüş sahipleri, ayrıca Rusya ve Çin’in BM Güvenlik Konseyi’nden Suriye’deki rejim karşıtı her karara itiraz etmelerinin yadırganmaması gerektiğini ifade ediyorlar. Buna göre, her iki ülke bu konuda Çin Devlet Başkanı’nın Haziran 2011’de Rusya’ya yaptığı ziyaretin hemen ardından ortak bir açıklama yayınladılar. Yapılan ortak açıklamada, “Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da sorunların çözümü, kanun çerçevesinde ve siyasi araçlarla yapılmalıdır. Dış güçler, bölge ülkelerine yönelik özel operasyonlar yapmamalıdır.”[8] İfadesini kullandılar. Suriye’de ayaklanmalar patlak verdiğinden bu yana, Rusya ve Çin’in tutumlarında kayda değer bir değişiklik olmadı, bu da son tahlilde Suriye hükümetine destek anlamı taşıyordu.
Hırslı ancak esneklik isteyen dış politika
Bu görüşü savunanlar, Suriye’nin, bölgedeki stratejik konumunu Sovyetler Birliği döneminden miras alan Rusya’nın yeni fethettiği bir yer olmadığını, ancak Putin/Medvedev Rusyasının, Sovyetler Birliği Rusyası olmadığını da ifade ediyorlar. Çin’in küresel piyasalardaki ekonomik mücadeleye girmesiyle birlikte yapısal bir değişikliğe uğrarken, dış politikasının dünya siyaset sahnesinde yükselen bir güç olarak kutup eksenli rekabet anlayışını sürdürdüğünü ifade ediyorlar. 2000 yılından sonra yaygınlaşmaya başlayan “Rusya’nın topyekün bir kalkınma başlattığı” klişesine karşın Çinliler “barışçıl kalkınma” söylemlerinden vazgeçti ve bu söylemi “ortak refahtan eşit ölçüde pay alan homojen bir dünya” ifadesiyle 2005 yılında değiştirdi.[9] Sonra da Çin propagandası, modern ve barışçı Çin tablosu yaratma üzerinde yoğunlaştı, buna göre Çin, hiçbir ülkeye yük olmadan ve tarafsız bir şekilde bu yükselişinin meyvelerini başka ülkelerle paylaşmaya hazır olduğunu ilan etti.[10]
Bu görüşte olanlar, Çin’in dünyadaki nüfuzunu artırma yönünde bir strateji takip ettiğini ifade ediyor. Çin’in dış politikasının öncelikli olarak ekonomik büyümesini daha da geliştirmek için uygun şartları temin etmek olduğunu düşünüyorlar. Bu yüzden Pekin, gerek ileri teknoloji gerekse bol miktarda enerji ve hammadde yataklarına sahip olduğunu düşündüğü ülke ve bölgelere özel önem vermekle birlikte komşularıyla karşılıklı olarak faydalanılabilecek iyi ilişkiler ortamı oluşturmayı da istiyor.[11] Aynı zamanda, Çin’in nüfuzunu gerçekleştirme noktasında izlediği askeri güç içermeyen yöntem, aktif bir ekonomi, kalkınma ve yatırım ortaklığı temelinde “yumuşak güc”e dayanmaktadır. Newyork Üniversitesi’ne bağlı Robert Wagner Kamu Yönetimi Enstitüsü, “Çin hükümeti tarafından Afrika, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika ülkelerine verilen hükümet destekli ekonomik projelerin ve yardımların 2002 yılında 1 milyardan dolardan daha az bir yekün tutarken, 2006’da 27.5 milyar doları, 2007 senesinde ise 25 milyar doları bulduğunu”[12] kaydetmektedir. Çıkarılan sonuç şudur: Ekonomik “yardımlar” büyük ölçüde Amerikan yardımlarına benzemektedir. Bu yardımlar, doğal yollardan nüfuz kurabilme yolu ve iki kutup arasında meydana gelen soğuk savaşın yürütüldüğü bölgelerde etki yaratma yöntemidir. Bu bölgeler, soğuk savaşın sona ermesi ve Sovyet İmparatorluğunun çöküşüyle birlikte ABD ve müttefiklerinin çok daha özgür bir şekilde at oynatabildikleri bir alan haline gelmiştir. Suriye her ne kadar Çin’in önemli bir müşterisi olmasa da Ortadoğu’nun ve daha da özel bir şekilde İran’ın kendisi için özel bir önemi vardır. (Bu bölge, Çin’in tüm petrol ithalatının %58’ini yaptığı bölgedir)[13] Çin, İran petrolünün en büyük alıcısıdır, ve iki ülkenin aralarında yaptığı enerji anlaşması 120 milyar doları bulmaktadır.[14] ABD’de yayınlanan bazı raporların Çin’in Suriye’ye Kitle İmha silahları sattığını ifade ettiği hatırlatılmaktadır.[15] Bu iddianın İsrail’le herhangi bir şekilde bir savunma ya da strateji dengesi kurma teşebbüsünde bulunmaması için Suriye’ye yönelik yıldırma politikasının bir parçası olması muhtemeldir.
Bu görüş sahipleri, strateji ve diplomasideki bu zenginlik ve çeşitliliğinin Çin’i Rusya’dan ayırdığını düşünmektedir. Zira Rusya, bir çok bölgeye halen nüfuz edebilmek için askeri gücünü kullanmaktadır. Bu görüşte olanlar, örneğin uluslararası Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün hazırladığı raporda yer alan şu bilgileri bizlere hatırlatmaktadır: “Rusya’nın Suriye’ye silah satışı, yıllık olarak 2009 ve 2010’da 162 milyon doları bulmuştur. (Bu, kendisine göre strateji belirlenebilecek kayda değer bir rakam değildir). Ancak Rusya’nın Suriye’yle yaptığı silah satış anlaşmasının toplam yekununun 4 milyar doları geçtiği kuvvetle muhtemeldir. Rusya, Suriye’den kiraladığı tamamen kendi tasarrufuna bırakılmış bir bölgede kendisine Akdeniz’e giriş imkanı sağlayan tek yer olan Tartus limanını bir üs olarak kullanmaktadır.
Siyasal İslam’dan ve Arap devrimlerinin etkisinden duyulan endişe
Bu yaklaşımı savunanlar şu soruyu da soruyorlar: Çin ve Rusya, sadece Suriye’de değil bütün bir Arap Baharı coğrafyasında kendilerini devrimlerin karşısına yerleştiren bu tavrı nasıl sürdürüyorlar? Cevabı da yine kendileri veriyor: Orta Asya’daki durumlar nedeniyle.[16] Onlara göre bu konu Çin ve Rusya’nın ortak sorunu. Arap devrimlerinin bu bölgeye istenmeyen etkilerinin sirayet etmesinden ve Tunus’tan başlayarak, Libya’ya oradan Mısır’a ve Suriye’ye yani giderek daha doğuya doğru kaymasından duyulan kaygıları olduğu ihtimalini göz ardı etmiyorlar. Bu etkinin 25 Mart 2011’de Irak’ta kendisini ciddi bir şekilde gösterdiğini ancak daha sonra bitirildiğini hatırlatıyorlar. Ve soruyorlar: Suriye’den sonra İran ve Kafkaslardan başka neresi kaldı ki? Tunus ve Mısır’da İslamcıların iktidara gelmesi, ayrıca Çin ve Rusya sınırında bulunan bir çok ülkeye uzanmaları, bu kaygıların daha da derinleşmesine neden oldu.
Bu görüş yanlıları, Arap devrimlerinden önce Orta Asya ve kuzey Kafkasya’da patlak veren şiddet dalgasını hatırlatıyor, Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan’daki rejimlerin kendi ülkelerinde yapılan gösterileri bastırma noktasında ancak görünüşte başarılı olduğunu hatırlatıyorlar. Bu ülkelerde durum son derece kritik ve her an patlamaya hazır bir bomba gibi. TV ekranlarından yansıyan Tunus’tan Sana’ya, Kahire’den Şam’a kadar olan bölgede meydana gelen gösteriler, Orta Asya’daki diktatörlerin muhaliflerine karşı tutumlarında çok da yardımcı olacak gibi görünmüyor. Orta Asya, Çin ve Rusya’nın arka bahçesi ve aynı zamanda ABD ile gizli açık nüfuz mücadeleleri açısından dinamik bir stratejik bölge. Sorun burada büyümenin sürdürülebilmesi için zaruri olan hammadde ve petrol tedarikiyle ilgili. Çin, kendisini bütün Avrasya’nın ekonomi patronu olarak görüyor. Kırgızistan, Kazakistan ve Türkmenistan gibi ülkelerdeki en büyük yatırımcı, ticari ortak. Bu bölgeler Sovyetler döneminden beri Rusya’nın eski nüfuz bölgeleri. Çin de tıpkı Rusya gibi İslami hareketlerin yükselişlerinden ve bunun kendisi için önemli ekonomik ve stratejik partner olan ülkelere yönelik etkisinden rahatsız.
Orta Asya ve Kafkasya’yı savunma hattı, Arap dünyasından başlar
Bazıları Rusya ve Çin’in yaklaşımlarını, birincisi ekonomik ikincisi stratejik çıkarlar üzerinden tanımlamaya çalışıyor. Onlara göre karışıklıklar devam ettiği sürece, ayaklanmalarla birlikte büyük ölçüde durağanlık dönemine giren Suriye ekonomisi, Rusya ve Çin için çok fazla bir şey vaat etmiyor. Devrim başarıya ulaşsa da bu iki ülke için aynı durumun geçerli olduğu ifade ediliyor.[17] Tahminlerin yüzde 45-55’i Beşer Esed rejiminin bir buçuk yıldan fazla iktidarda kalamayacağını ifade ediyor. Ekonomik faaliyetler bakımından da finans aktarımı, doğrudan yatırım, ihracat pazarı gibi faktörler bakımından oldukça büyük riskler içeriyor, 2006-2010 yılları arasında Gayrı Safi Yurtiçi Hasılada ortalama olarak %4.5, 2011’de 2.0 ise oranında bir artış gösterirken bu oranın 2012 ile 2016 arasında %1,8’e gerilemesi bekleniyor. (Enflasyon da aynı dönemde %9.1’e ulaşırken, bütçenin 3.5 milyar dolarlık bir açık vermesi bekliyor.[18]
Jeopolitik faktör:
Bazı uzmanlar ise Rusları kızdırmak ve Amerikalılarla ve Batılılarla ilişkisine zarar vermek istemeyen ve ayrıca Ortaya Asya’da doğrudan bir hegemonya kurma noktasında kaçınılmaz bir ihtiyaç hissetmeyen” Çin’in felaketi tahmin etme ve bunun olumsuz etkilerini önceden engelleme zorunda kaldığını düşünüyorlar. Bir başka ifadeyle bu durum, Çin ve Rusya açısından Orta Asya’daki çıkarlarını kollamak Arap coğrafyasından başlıyor.
Bazıları ise daha da ileri giderek, Rusya ve Çin’de önemli miktarda Müslüman bir nüfus bulunduğunu, bu nüfusun İslami hareketlerin faaliyetleri bakımından önemli bir çekim alanı oluşturabileceğini ifade ediyor. Rusya’nın nüfusunun %25’i Müslümanlardan oluşuyor, (Toplam 145 milyonluk nüfus içerisinde 25 milyonu teşkil eden bu nüfus), Rusya bakımından son derece riskli bir bölgede (Kafkasya’da, Karadeniz kıyılarında, Volga havzasında, Urallarve Sibirya’da) bulunuyor. Müslümanlar, Dağıstan, İnguşya, Çeçenya, Kuzey Osetya, Kabartay bölgesi, Belkarskiya, Çuvaşya, Mordavya, Başkırdistan ve Kırım gibi bölgelerde Rus yerleşimciler ve göçmenlerin aksine buraların asli sakinleri konumunda.
Bölgede Rusya ve Çin’le rekabet edebilecek ABD, İran, Türkiye, Japonya ve Suudi Arabistan gibi bölge dışı aktörlerin de varlığından bahsetmek mümkün. Bu aktörlerden her biri kendilerine ait Arap dünyasında güçlü bir konuma sahip olmak istiyorlar. Bu aktörlerden etkin olması, ideolojik tesirleri bakımından Rusları ve Çinlileri mutlu edecek aktörler değil.
Sonuç:
Özetle, yukarıdaki faktörlerin hepsi, Suriye’ye ilişkin tutumun bu ülkeyi aşan bir özellik arz ettiğini gösteriyor. Bu hiçbir zaman Suriye’nin ne Arap-İsrail çatışmasından ne de bölge coğrafyasının mevcut konumunun önemini hafif görmek anlamına gelmiyor. Durum bundan daha önemli ve yüzeydeki görünüşünden çok daha riskli. Ancak dediğimiz gibi burada her iki ülkenin mevcut durumunu izah edebilecek tek bir faktörden söz etmek mümkün değil.
Rusya Federasyonu’nun açık denizlere inmedeki coğrafi dezavantajı, Rusya’nın Suriye’ye yönelik tutumunu izah eden faktörlerden biri. Ancak her şeyi izah etmiyor. Rusya’nın çıkarlarını sağlamak için pazarlık edilebilir ve görüşülebilir yaklaşımlardan biri olarak görülüyor. Çin’e gelince, ekonomik büyümesinin ve kalkınmasının geleceği, enerji bakımından anahtar rol oynayan İran ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle olan ilişkilerini ele alırken izlediği yöntemle sıkı sıkıya irtibatlıdır. Her ikisi de Suriye konusunda birbirine zıt bir tavır içerisinde olmuşlardır.
Sonra, Çin ve Rusya’nın tavırlarında meydana gelmesi muhtemel her değişiklik, yeni bir jeopolitik denkleme bağlı olacaktır. Bu konudaki pazarlıklar mevcut gelişmelere ve bu gelişmelerin Orta Asya ve Kuzey Kafkasya’daki yansımalarına önem veren temel aktörlerle yapılacaktır. Belki de şunda kulislerde perde arkasında yapılmakta olan, Rusya ve Çin’in çıkarlarının tamamını ya da bir bölümünü koruyan bir uzlaşma, görüşmeler aracılığıyla bir şekilde sağlanacaktır. Suriye’deki rejim meselesinin bir şekilde sonuca bağlanması, Çin ve Rusya’nın vetosuna bağlı olmayabilir. Özellikle de mücadele alanı Güvenlik Konseyi değilse.
[1] Department of Defense, "Sustaining U.S. Global Leadership: Priorities for 21st Century Defense", 05/01/2012. http://www.defense.gov/news/Defense_Strategic_Guidance.pdf
[2] Nazir Hussain, "Unrest and Revolt in the Arab World: Impact on Regional Security", Pakistan Horizon, Jul2011, Vol. 64 Issue 3, p43-58.
[3] Caroline Humphrey, "Eurasia , Ideology and the political imagination in provincial Russia", In: C.M. Hann (Edited by), Postsocialism, Ideals, ideologies and practices in Eurasia, (London & New York, Routledge, 2002), p. 258.
[4] A.g.e. s. 262
[5] A.g.e. s. 263
[6] Çin Ortadoğu temsilcisi Suriye krizini tartışıyor, Katar’da yayınlanan ar Raye gazetesi, 8/2/2012, s.37.
[7] Vladimir Putin’in 1973 sayılı kararı sert bir şekilde eleştirmesi ve onu hatalı ve uygunsuz şeklinde nitelemesi kayda değerdir. Putin, kararın geçmesine izin verdiği için pişmandır, bu konuyla ilgili üzüntüsünü yaklaşık iki ay sonra ifade etmiştir, zira ona göre bazı ülkelerin tutumları, kararın metnini kirletmiştir. Bkz. Pavel K. Baev, "Russia's Counter-Revolutionary Stance Toward the Arab Spring", Insight Turkey, Vol.13, N.3, 2011, pp.11-19.
[8] Nazir Hussain, op.Cit.
[9] Evgenii Verlin & Vladislav Inozemtsev, "Russia-China: Time for a Course Correction", Russian Politics & Law, Nov/Dec2011, Vol. 49 Issue 6, p54-73.
[10] A.g.e.
[11] A.g.e.
[12] Thomas Lum, Hannah Fisher, Julissa Gomez-Granger, Anne Leland, "China's Foreign Aid Activities in Africa, Latin America, and Southeast Asia", Congressional Research Service Report, February 25, 2009.
[13] Küresel Güvenlik Analiz Kurumunun raporu, Ortadoğu’nun Çin’e petrol ihracının 2015 yılı itibariyle toplam ihracatı içerisinde %70’i bulacağını ifade ediyor.Bkz. "Fueling the dragon: China's race into the oil market", The Institute for the Analysis of Global Security:
[14] A.g.e
[15] A.g.e
[16] Kafkasların ve Orta Asya’nın Rusya açısından önemi için bkz: a.g.e. Pavel K. Baev, op.Cit.
[17] Bu konuda bkz: “2012 yılında Suriye’ye ilişkin uygulanacak yaptırımların etkileri” Arap Stratejik Araştırmaları Merkezi Çalışmaları analiz birimi, şu bağlantıya bakabilirsiniz:
[18] "Syria Country Report", Political Risk Services, November 2011. PRS Group Inc. USA.