1980'lerin Çin ve Rusya'sı "bazı reformlar işe yararken diğerleri niçin yaramıyor?" sorusuna cevap aranacak eşsiz bir vaka çalışması sunar. Karşıtlık, güçlü ve belki de totaliter bir devletin başarılı reformlar yürütmesi gerektiği fikrinin aksini ispat etmektedir. Rusya vakasında, tek partili devlet yukarıdan aşağı reform dayatmaya teşebbüs etti ve başarısız oldu. Çin'de ise tek partili devlet ekonomiyi açtı ama köklü reformalara direndi ve başarıları artık inkar edilemez bir hâl aldığında gönülsüzce kabul etti. Küçük bir Rus liberal grup on yıllarca reform uğruna beyhude yere lobi çalışması yaptı. Nihayet reformcu zihniyete sahip bir parti lideri seçildiğinde şans elde ettiler ama reform isteyen gerçek bir taban yoktu. Çin'de ise reformun potansiyel faydalarını açıkça anlamış geniş bir taban vardı. Çin'de kullanılan "dahasını yap daha az konuş; herşeyi yap ama hiçbir şey söyleme" tabiri uyarınca, kendi kendilerine usulca hareket ettiler. Çin'in kırsal nüfusunun, dışarıdakilerin, kaybedecek hiçbir şeyleri yoktu. Çin nüfusunun yüzde 80'den fazlası değişim için bastırıyordu ki reformun Çin zihniyetinin sosyal ve ekonomik psikolojisine işlemesi kaçınılmazdı.
Tabandan gelen reforma direnilemez çünkü müzakere gerektirmez, karşılaşmalardan uzak durur ve durdurulamaz bir salgın gibi yayılır. Yukarıdan aşağı gelen reform ise reformcuların liderliğinden kurtularak veya üst düzey sabotajlarla kolayca katledilebilir. Çin tarzı reformu mümkün kılan, özel şartlardır – küçük, özel tarım ve ticaret geleneği, yakın geçmişteki felâketler ve tasfiyeler ve bir tarım ekonomisi olarak Çin'in geriliği. Şayet Çin liderliği Gorbaçov'un şartlarıyla karşılaşmış olsaydı acınacak bir şekilde başarısız olurdu. Gorbaçov, devletin büyük sanayi teşebbüslerinin çözümsüz problemleriyle karşı karşıya gelmek durumundaydı; Çinliler ise beklemeye ve bu teşebbüslerin nispeten küçülmelerini izlemeye güç yetirebilirlerdi.
Her ülkenin bugünü, geçmişinden etkilenir. İlk reformlar her iki vakada da çeyrek yüzyıl önce başladı. Çin liderleri seyri değiştirmediler: Her bir parti lideri, selefinin politikalarını şereflendirdi. Rusya'da ise Sovyet Komünist Partisi feshedildi. Yeltsin döneminde demokrasi ve pazar ekonomisi patlaması yaşandı ve fakat Putin döneminde her iki cephede de geri adım atıldı. Rusya şu an iki adam eliyle yönetiliyor (duumvirate). İkisinden birinin KGB geçmişi var ve bir tür totaliter yönetim tesis etti.
Çin ve Rusya'nın yolları ayrılmaya devam ediyor: Çin'in komünist liderleri, devlet kontrolündeki komuta mevkilerinin azalmasını/küçülmesini izliyor. Çinli müteşebbisler, bütün engellere rağmen, özel imâlatı kurdular. Büyük devlet şirketleri, yerli özel şirketlere veya yabancı şirketlere karşı rekabet edemezler. Devlet yardımlarıyla ve ayrıcalıklarla ayakta tutuluyorlar fakat bu durumun değişeceği günler uzak olmayabilir. Rusya'nın kurumsal devleri ise Sovyet teşebbüslerinin neslinden geliyor; hiçbiri temelden inşa edilmiş değil. Kentli, siyasi bağları olan içeridekilere verilerek Yeltsin döneminde özelleştirildiler. Çoğu, mal varlığından mahrumdur fakat o zamanın Rusya Başkanı Vladimir Putin, mülkiyet haklarına güvence vaad edince bazıları hissedarlar için değer yaratmaya başladı. Putin, mukadder bir geriye dönüşle, komuta mevkilerinin devlete ait olması gerektiğine hükmetti ve Rusya'nın büyük şirketleri yeniden kamulaştırıldı. Özel ellerde kalanlar ise hissedarların değil de devletin çıkarlarına hizmet ettikleri anlayışıyla çalışıyorlar.
Her ülke, diğerinden yanlış dersler alıyor gibi durmakta – Çin, siyasi reformun Komünist Parti'yi mahvedeceğine, Rusya ise yalnızca güçlü otoriter liderin reform başarısı sağlayacağına inanıyor. Çin'in yönetici seçkinleri siyasi değişime direnmeye devam ediyor. Putin ve Medvedev, otoriteryan kontrolü güçlendirmeyi sürdürüyorlar.
Rusya ve Çin tarihleri, siyasi yönelimli ve devlet kontrollü teşebbüslerin rekabet edemeyeceklerini ortaya koymaktadır. Rusya'nın câri liderleri, sanayi ekonomisinin kontrolünü daha sıkı kavradıkça kendi problemlerini artırıyorlar. Rusya'nın bu yeni şirketleri rekabetle ya çok az karşılaşıyor yahut da hiç karşılaşmıyorlar. Rusya'nın yeni liderleri yabancı yatırımları sürdürdüler ve eğer onların pazarına sokulsalardı, özel müteşebbisler fiziki tehlikeyle karşılaşacaklardı. Rusya devlerinin -Gazprom, Lukoil, Rosneft ve diğerleri – daha da verimsiz işlemeleri ve ekonomik kazançtan çok siyasi kazanımlar için faaliyet yürütmeleri muhtemeldir.
Çin liderleri ise ilginç bir ikilemle, geleceklerini etkileyecek bir kararla karşı karşıyalar. Komünist Parti, 2001 itibariyle, iş dünyası liderlerini parti-devlet ağına almaya başladı. Çinli müteşebbisler, Parti-devlet seçkinlerinin üyeleri olarak, müteşebbislikten ziyâde bağlantıları kullanarak kâr fırsatı elde etiler. Parti ve devlet, özel mülkiyete kanuni hüviyet kazandıran Çin'in ilk mülkiyet kanunu'nu 2007 yılında yayınladı. Bu kanunun nasıl uygulanacağını bekleyip görmek gerekiyor fakat siyasi keyfiliğin yerine hukukun hâkimiyetini tesis etme yönünde kilit bir adımı temsil etmektedir.
Çinli müteşebbislerin bir seçeneği var: Müteşebbisler olarak hukukun hâkimiyeti sahasında rekabet mi edecekler yoksa parti apparatçikler gibi olup parti statülerini "kazanılmamış" kârlar elde etmek için mi kullanacaklar? Şayet ikinci şıkkı seçerlerse, altın yumurtlayan rekabetçi tavuğu keseceklerdir. Sonuç, Rusya'da olduğu gibi durağan oligarşiye yuvarlanmış bir Çin olabilir. Napolyon şöyle demişti: "Bırakın Çin uyusun, zira ayağa kalktığında dünyayı sarsacaktır." Hangi Çin'in – müteşebbis bir ulus mu yoksa oligarşik parti yetkililerin mi- uyanıp ayağa kalkacağına bağlıdır bu.
Kısaltılmış metin.
Yazarlar hakkında: Paul Gergory, Houston Üniversitesi İktisat Profesörü ve Hoover Enstitüsü araştırmacısı. Kate Zhou, Hawaii Üniversitesi Çin Siyasal Ekonomisi ve Mukayeseli Siyaset Profesörü.
Özgün başlık: How China Won and Russia Lost
Kaynak: Hoover Enstitüsü, Policy Review dergisi
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı