Reyhan Gürtuna'yı yazmak istemezdim, olayın Gürtuna ailesinin kendi mahremiyet alanına girdiğini düşünüyordum.

Ama bayın Gürtuna mahremiyet alanını açtı, ve üzerine kendini aşan alanda değerlendirmeler yapılmaya başlandı. Artık yazmamak, konu üzerine yapılan değerlendirmeleri kabullenmek olur.

Bayan Gürtuna başından beri tesettürlü mü idi?

Belki önce bu sorgulanmalı...

Bu kadar “meydanda olma arzusu”ndaki bir bayan, üzerindeki tesettürü bile görünmez hale getirmez mi? Onun gündemdeki haline baktığımda hep böyle düşündüm.

Sanki tesettürlü iken de meydanda olmak istedi, tesettüre şapkalı modellerle “modern” çözümler aradığı zaman da, bugün “sözde” tesettürden çıktıktan sonra da...

Hani insan böyle olaylara baktığında Genelkurmay Başkanının laiklik için söylediği gibi “Sözde değil özde tesettürlü olmak gerek” demeyi düşünmüyor değil.

Reyhan Gürtuna, şimdi daha mı güzel oldu? Şimdi, yani tesettürden sıyrıldığı zaman?

Ertuğrul Özkök, onu öyle görüyor.

Ben, “başörtüsünden çıkınca, ya da kamp değiştirince güzelleşme” söylemlerini her okuduğumda Frantz Fanon'un Ceyazir'in Bağımsızlık Mücadelesi kitibındaki örnekleri hatırlarım.

Orada Fransız sömürge yönetimi, Cezayir kadınını tesettürden çıkarmak için ilginç yöntemler uyguluyorlar. Bu yöntemlerden birisi, eşi başörtülü memurları cezalandırmak... Bir diğeri ise, eşi tesettürden çıkan memurları terfi ettirmek... Bu çerçevede başka şeyler de yapılıyor. mesela, bir memurun eşi tesettürden çıkmışsa onun için çok özel ve tantanalı kutlamalar düzenleniyor, başörtüsü çıkarma işi törenlerle yapılıyor.

-Kahraman memur eşini açtı!

Alın bize bu örnekleri, Reyhan Gürtuna'ya ve Ertuğrul Özkök'ün “güzelleme” çabalarına uygulayın.

Uyuyor mu?

Ve işin içinde hangi sömürgeci mantık etkili oluyor?

Güzellik tabii, göreceli bir mesele...

Ertuğrul Özkök'e göre güzel olan bir başkası için farklı algılanabilir. Yani güzellik konusunu “başörtüsü çıkarma”ya indirgemek çok ucuz bir yaklaşım...

Oradan yola çıkarsanız başka olaylar başka şeyler söylemeyi gerekli kılabilir.

Mesela bugünlerde İstanbul'da bilbordlara mayo reklamları asılacak. Orada mankenler hiç kuşkusuz Reyhan hanım'dan daha çok yerini kamuoyunun gözüne sunacak. Baksın bakalım Ertuğrul Bey, Reyhan hanımın başörtüsünü çıkarması güzellik için kafi geliyor mu? Yoksa güzellik sergilemesi için daha başka açılmalara da ihtiyaç mı duyuluyor?

Ertuğrul Özkök, saçların, yüzlerin değerlendirmesini yapmış, başörtüsünü çıkarmanın sonuçlarını irdelerken...

Aslında bu işlerde böyle kalem oynatmasa daha iyi olur. Hemen aynı sütunda, ahlak dersi vermeye kalkan bir insan, Reyhan hanım'ın tesettürsüzleşmesinden, “güzellik” sonuçları çıkarıp, tesettürlü kadınlara negatif mesaj ulaştırmak istemesi abes kaçıyor.

Bir modacı da çıkıp pekala, başörtüsünün kadın yüzünü daha çok ortaya çıkardığını, kadına ayrı bir saygınlık ve gizem verdiğini, kadın güzelliğinin bu gizemle daha anlamlı hale geldiğini düşünebilir. Üstelik başörtüsü ile kişiliğin daha çok öne çıktığını da söyleyebilir.

Böyle bir şey de tabii ki tartışmaya açıktır, görecelidir. Yani bu kanaati de Ertuğrul Özkök paylaşmayabilir. Çünkü değer yargıları yaygınlık kazansa bile kişisel olarak özümsenir, benimsenir.

Tabii bu olayın bir de Ali Müfit Gürtuna'nın siyasi hayatı açısından anlamı var. Reyhan Hanımın çizgisi ile iç içe bir görünüm arz ediyor Ali Müfit Bey'in siyasi hayatı... Yani Ali Müfit bey'den bağımsız bir iş gibi durmayacak Reyhan hanım'ın başörtüsünü çıkarması... “Bana da sürpriz oldu” diyor Ali Müfit Gürtuna, eşinin başörtüsüz hali için.

-Bir gün başörtüsüz olarak çıkıp geliverdi şişli'deki büroma...

İlginç tabii. İlginç bir yürüyüş. Sadece böyle demekle yetineceğim bu durum için.

Ertuğrul Özkök yazısında, ahiret kaygısı yanında “dünya güzelliği”ne dikkat çekmiş...

İş bu kadar dünya – ahiret ilgisine bağlanınca, insan, bu konuda birazcık hassasiyeti bulunduğunu farz ettiğim Gürtuna ailesine sormadan edemiyor:

-Ahiret sizin dünyanızın neresine oturuyor?

Bir de şu “mahalle baskısı” denen şeye temas etmem lazım. Sık sık gündeme geliyor bu. Yani “kamusal alanda özgürlük olsa bile taşrada mevcut bulunan mahalle baskısı boğar insanı!” Şerif Mardin'den iktibasla her sofraya maydanoz oluyor bu yaklaşım.

Ertuğrul Özkök, Reyhan Gürtuna işinde de “mahalle baskısı”na temas etmiş. Buna göre Reyhan Hanım mahalle baskısını delip geçebilmiş ender kahramanlardan biri oluyor.

Acaba böyle mi?

Yoksa Türkiye'de çok daha acımasız, kamusal bir mahalle baskısı var da, zayıflar kurban mı veriliyor ona? Reyhan Hanım özgür iradesi ile başını örtmüştü evet, ama başını özgür iradesi ile açtığı söylenebilir mi?

Bakın bakalım.

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün kızı Bilkent Üniversitesinden başörtüsü ile diploma almış, taa Uludağ Üniversitesi'nden aforoz sesi yükseliyor.

Yaa, işte bu kamusal alanda nefes aldırmayan mahalle baskısı...