Yıllar geçtikçe Ramazan ayı tüketim ve eğlence bataklığında boğuluyor. İşle, eğlenceyle birbirine karışıyor, dizilere, şovlara ve sabah televizyonun açıldığı ilk saatlerden gecenin geç saatlerine kadar bir günü tamamen kaplayan oturumlara dönüşüyor. 
 
Rekabet, okuma yazma bilmeyen ve hatta bilen kalabalıkları meşgul etmek üzerinde yoğunlaşıyor. Gece kaçıranlar için gündüz saatlerinde aynı kanalda veya bir başka kanalda program tekrarlanıyor. Asıl sıkıntı sıradan insanlar ve genç nesiller açısından doruğa çıkıyor. Bir Ramazan programının bir ay boyuncaki toplam gösterim saati 50 saatin üzerinde. Bunun anlamı şu: Bir Mısırlı bu kerim ay boyunca aklı düşünme yeteneğinden alan cahil ve yüzeysel güçlerle yüklü yıkıcı bir radyasyona maruz kalıyor. Böylelikle en düşük seviyedeki hikâyelere iniliyor, programlar hiçbir orijinal şaka veya hiciv içermiyor.

Ramazan ayından günler önce esasında yıldız olmayan yıldızların resimleriyle donatılmış sayfaları dolduran reklam selini izledim. Bu reklamlar insanlara bekledikleri programları ve konserleri müjdeliyorlar. Bazı yeni kanallar oturumlar ve röportajlar gerçekleştirmeleri için Lübnan'dan yıldızlar ithal ettiler. Bu programların bütün amacı skandallar patlatmak ve sırları ifşa etmek. Program sahibi ise dolarlar ve lüks araçlar vermekle övünüyor.

Ramazan son yıllarda aşamalı olarak Lübnan tarzı ucuz sanat yapımının tüketim pazarına, Mısır sinemasının evlilik ve aile kurma trenini kaçırmış 'artistleri' arasında cinsellikle ilgili açık röportaj ve diyaloglar sunma yarışına dönüştü. Keşke diyaloglar veya tartışmalar gösteri sanatları veya iyi bir çalışmanın aktörleri olarak yerine getirdikleri saygın rollerin sanatsal performansı üzerinde olsaydı. Fakat röportajlar seviyesiz. Sunucu, bir tarafı ötekine karşı kışkırtmak için var gücüyle çalışıyor. Bazıları dinî dizilerin yokluğunu eleştiriyor. Belki de tek olumlu nokta burası. Çünkü dinî diziler alışık olduğumuz üzere dinî duyguyu zayıflatıyordu. Dizinin ne anlatılan çağla bir ilişkisi vardı ne de içinde yaşadığımız çağla. Fakat bu durum Tahtavi, Muhammed Abduh, Meragi ve Şeltut gibi bazı modern çağ imamlarının ve alimlerinin hayatlarını somutlaştırmayı engellemez. Mısır televizyonundaki yetkililerin zihninde bizlerin bilgi çağını yaşadığımız gerçeği yer etmiyor. Geçen yüzyılın başlarında bilim ile din arasında patlak veren çekişmeyi, Mısır'ın henüz tamamlamadığı ancak her ikisi -din ve bilim- arasında uzlaşıyı sağlamakta başarılı olduğu bilim rönesansına nasıl girdiğini yansıtan tek bir dizi bulunmuyor.

Şayet verilen rakamlar doğruysa hükümetin sahibi olduğu televizyon kanallarının sayısı 54 olarak tespit ediliyor. 22 de özel kanal olduğu kaydediliyor. Bütün bunlar gece gündüz kaliteli sanatsal değerlere muhtaç yapımlar pompalıyor. Şöyle ki enformasyon bakanının veya ileri gelen yetkililerin mizacının öngördüğünün dışında televizyon yapımcılığı değerlendirmesinde kalite kriterleri bulunmuyor.

Peki Ramazan'a ait geride ne kaldı? Hiç kimse atalarımızın köylerde, mezra ve gecekondularda kutladığı gibi bu ayı kutlamak için zamanın tekerini geriye götüremez. Kentsel yaşam, televizyon projektörleri, yıldızların cazibesi ve sinema endüstrisi her şeyi kapladı. Geriye hükümetin kamulaştırmak istediği ezan, eski camilerde namaz, iman ve huşu duyguları kaldı. Hal böyleyken aydınlatıcı işaretler de beliriyor. Farklı yaşlardan ve kuşaklardan insanlar kulüplerde ve sokaklarda teravih namazlarını eda ediyorlar. Hiç kimse nereden geldiklerini ve nereye gittiklerini bilmiyor. Fakat bu insanlar, kirliliği ve zehri bir oranda alan nemli bir yaz bulutunu andırıyorlar. Mısır gazetesi El Şuruk 16 Ağustos 2010
 
Kaynak: Zaman