İsrailli bazı radikal hahamların, Mescid-i Aksa'nın bulunduğu Haremüşşerif'e girmeleriyle önceki gün başlayan çatışmalar, dün İsrail polisinin Arapların bölgeye girişlerini serbest bırakmasının ardından duruldu.
Başta Türkiye, Ürdün ve Mısır gibi İslam ülkelerinin kaygılarını dile getirmelerine sebep olan bu tür çağrı/eylemler, Haaretz gazetesinin dünkü başyazısının da vurguladığı gibi, uyuyan bir volkanı uyandırmaktan başka işe yaramıyor. Provokatif çağrılar, doğal olarak Filistinlileri savunma psikolojisine ve yer yer şiddete başvurmaya itiyor.
İsrailli bazı radikal hahamların, Mescid-i Aksa'nın bulunduğu Haremüşşerif'e girmeleriyle önceki gün başlayan çatışmalar dün İsrail polisinin Arapların bölgeye girişlerini serbest bırakmasının ardından duruldu. Başta Türkiye, Ürdün ve Mısır gibi İslam ülkelerinin kaygılarını dile getirmelerine sebep olan bu tür çağrı/eylemler, Haaretz gazetesinin dünkü başyazısının da vurguladığı gibi, uyuyan bir volkanı uyandırmaktan başka işe yaramıyor. Provokatif çağrılar doğal olarak Filistinlileri savunma psikolojisine ve yer yer şiddete başvurmaya itiyor. İsrail Azınlık İşleri Bakanı Avishay Braverman'ın ifadesiyle bu tür provokasyonlarla Yahudi radikaller, Filistinliler arasındaki radikal söylemi destekliyorlar. Ancak yaşananları sadece bir hahamlar–Filistinliler restleşmesi olarak görmek naiflik olur. Neticede hahamlar, Netanyahu iktidarının sağladığı aşırılığı teşvik eden sosyo-politik düzlemde faaliyet gösteriyor.
Başbakan Binyamin Netanyahu iktidarı da Siyonizm'in objesini daraltırken şiddetini artırmaya devam ediyor. 1996 yılında iktidara geldiğinde geleneksel Siyonizm'in "İsrail Ülkesi" söylemi yerine merkezine Kudüs'ün "bölünmez ve ezeli İsrail başkenti olduğu" söylemini oturttuğu bir yönetim anlayışı benimsemişti. Dönemindeki politikalar Müslüman-Arap dünyanın literatürüne "Kudüs'ün Yahudileştirilmesi" kavramını yerleştirdi. Kavramın karşılık geldiği politika arkeolojik kazılar, Eski Şehir çevresinde mülk alımı ve yeni Yahudi mahallelerinin kurulması, Filistinlilere ait arazilerin Yahudi yerleşimine açılmadan önce yeşil alana dönüştürülme bahanesiyle istimlaki ve meskunlarının sahiplik hakkını belgeleyemeyecekleri tespit edilen binalara kaba güçle el koyulması gibi mekanizmalarla yürürlüğe konuldu.
Bugün Kudüs'te yaşananlar, Netanyahu hükümetinin Kudüs Siyonizmi'nin objesini daha da daraltarak bir "Üçüncü Mabed Siyonizmi"ne sarılmış olduğu hissini veriyor. Üçüncü Mabed Siyonizmi'nin motor gücünü de Mahon Mikdaş [Mabed Enstitüsü] oluşturuyor. 1987'de kurulan Mahon Mikdaş, o gün bugündür bir taraftan Yahudileri Mescid-i Aksa'nın bulunduğu tepe üzerinde Üçüncü Mabed'in kurulması gerektiği yönünde bilinçlendirmeye, diğer yandan kurulacak bu mabedde kullanılacak olan ritüel malzemesini, kap kacağı, kıyafetleri ve hatta kurban edilecek "kızıl düve"yi üretmeye çalışıyor. Enstitü'nün takipçilerine Mescid-i Aksa alanına zorla da olsa girme çağrısında bulunması, daha önce Naameney Har HaBayit [Mabed Tepesi İnanlıları] adlı örgütün Üçüncü Mabed'in köşe taşını Aksa alanına yerleştirme yönündeki girişimlerinin daha geniş bir halk tabanınca benimsenmekte olduğunu gösteriyor.
Üçüncü Mabed Siyonizmi'nin muhtemel evladı 'Üçüncü Mabed' değil 'Üçüncü İntifada'dır. Üçüncü İntifada da sadece can ve kan kaybı değil aynı zamanda çözümsüzlüğün kalıcılaşması sonucunu getirir. "İsrail'in ezeli başkenti" söylemi "dünyanın ebedi baş belası" algılayışına gebedir.