Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin "Türkiye'nin Asyalı kökleri"ne dair söylediklerinin (hatırlatmalarının mı?) tepki alacağı belliydi. Nitekim ilk ciddi tepki internet ortamında yayınlanan bir açıklamayla geldi. Aralarında Türkiye'den bazı isimlerin de bulunduğu Avrupalı 20 kadar entelektüel Sarkozy'nin sözlerini gayrı meşru olarak niteleyerek Türkiye'nin neden Avrupa Birliği'ne girmesi gerektiğini savunmuşlar. Açıklamada, sordukları sorularla verilen Avrupa Birliği sözü hatırlatılıyor, bu arada Avrupalıların kaygılarının aslında Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmemesi durumunda gerçekleşebileceği ima ediliyor.

İnternet ortamında yapılan bu tartışmayı Hürriyet dünkü sayısında manşete taşıyarak AB tartışmasını yeniden alevlendirdi.

Haberin içeriğinde ,Sarkozy'nin Türkiye'nin Asyalılığına dair sözlerinin "gayrı meşru" olduğu ifadesi, TÜSİAD'ın "patolojik kişilik" diye değerlendirmesini destekleyen bilimsel kanıt olarak sunulmuş. Doğrusu Sarkozy'nin ifadeleri ve Türkiye'ye karşı izlediği politikalara bakarak, yerinde bir tespit oalrak; patolojik ve gayrı meşru yorumuna hak vermemek elde değil.

Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye verdiği sözlerle uygulamaya bakınca sırasıyla "iyi polis- kötü polis" rolünün oynandığı, izlenen yöntemin bildiride tespit edildiği gibi gayrımeşru zeminde ilişkilerin şekillendirilmek istendiği apaçık.

Asıl sorun, "patolojik olan"ın Sarkozy'nin şahsıyla sınırlı olup olmadığını sorgulamamakta. Ayrıca, gayrımeşru olanın, Türkiye'nin Asyalı köklerinin hatırlatılması mı yoksa Avrupa'nın bunu şimdi hatırla/t/mak istemesi mi?

Türkiye'nin bu iki soru ile yüzleşmeden bir yere varması mümkün değil. Bu yüzleşmeyi yapma cesaretini gösteren bir Türkiye'nin yapacağı tercihin anlamı ise çok farklı olacaktır.

Evet, Sarkozy'nin dışa vurduğu tavır Avrupa'nın patolojik yanıdır. "Avrupa fikri" diye bir şey varsa bunun temelleri önemli ölçüde Fransa'da şekillenmiştir. Avrupa (Birliği) fikri bu anlamda patolojik doğmuş bir projedir. Aydınlanma düşünürlerinin Avrupa projelerini nasıl gerçekleştirmek istediklerine bir göz atanlar Sarkozy'nin ne kadar kibar olduğunu fark ederler. Değil Türklerin Asya kökenli oluşunu hatırlatması Leibniz örneğinde olduğu gibi ortak Avrupa ordusu kurup Osmanlı toprağı olan Mısır'a saldırarak Avrupa/nın Birliğini gerçekleştirmeye kadar varan düşünceler aslında Avrupa'nın "öteki arayışı"nın farklı tezahürleridir. İslamofobia, bu ötekileştirmenin farklı, güncel tezhürü olduğu gibi Türkiye'nin AB'ye alınması taraftarlarının bile ileri sürdükleri gerekçeler ve kullandıkları dil başlı başına Türkiye'yi aşağılayıcı, hadi o kadar olmasa bile ötekileştiricidir.

Türklerin de AB'yi ne kadar hak ettikleri yönünde geliştirdikleri argümanlar da yerli oryantalist bakıştan farksız adeta. Nitekim söz konusu açıklamada da Türkiye'nin "köprü rolü"ne vurgu yapılarak kendi başına bir özgül ve özgün değer ifade etmeyen role soyunuyor.

Türkiye'de, Avrupa Birliği'ne girmeyi varlık yokluk meselesi haline getiren, adeta dini bir bağlılıkla kurtuluş vadisi olarak görenlerin Avrupalıların bildik ikiyüzlülüklerinden çok onların Türklere "Asyalı kökleri"ni hatırlatmaları daha ağır geliyor. Türkiye'ye adeta parya muamelesi yapan, tarihte hiç bir esamesi olmayan devletçiklerin bile bu ülkeye medeniyet dersi vermeye kalkmasını sineye çekenler, AB aşkına tüm bu uygulamaları katlanması gereken süreç olarak meşrulaştırabiliyorlar. Hiçbir tarihi tecrübeden nasibini almayan bu tavır, muhayyel bir proje adına toplumun özgüvenini yok etme pahasına katlanabiliyor.

Ancak mesele, Avrupalılar tarafından bizim Asyalı yani Müslüman kimliğimizin hatırlatılmasına gelince, seçkin psikolojisinde çok derin tesirler bırakıyor. Patolojik nitelemesini yapacak kadar tepkisel davranabiliyor. Evet, Avrupa politik anlamda ikiyüzlü nitelemesini hak eden bir politika izledi Türkiye'ye karşı. Asyalı köklerimizi yeni keşfetmiş değil Avrupa. Ne var ki, bunu yok sayarak, Avrupalılaşma potansiyeli, daha doğrusu "büyük Avrupa fikri"ne lojistik ve stratejik destek olabileceği ihtimaline karşı bir an için gündeme getirmemiş oldukları sır değildi. Fakat Avrupa'nın belleği bizim seçkinlerinkinden çok daha derin ve her adımda o belleğin izleri olduğunu görmek istemedik.

En önemlisi bu topraklarda neşvü nema bulan medeniyetin İslam karakterini ilk önce bizdekiler unutmak istedi. Tarihle olan bağı unutkanlık üzerine kuran, medeniyet ilişkisini de gömlek çıkarmaya indirgeyen Türk seçkinleri benzer hatayı tekrarlayarak gerçekten kendi köklerinin yok edilerek yeni bir sayfa açılmakta olduğuna inanmak istediler.

Kendisiyle yüzleşme cesareti gösteremeyenler kendi olamazlar.


Kaynak: Yeni Şafak