Anayasa Mahkemesi'nin, müzahir olması gereken anayasayı ihlal etmesi sistemdeki boşlukları gün yüzüne çıkardı.
Temel sorun yargı erkinin, yasama ve yürütmeden rol çalarak, kendini onların yerinde konumlandırması. Son iptal kararı ile Anayasa Mahkemesi (AYM), parlamentonun yasama yetkisine açıkça ipotek koydu. Anayasa ile verilmeyen yetkiyi kullanmaktan yasa koyucu haline gelmeye ve kararlarını açıklama prosedürüne kadar bir sürü ihlal bir arada. Parlamenter sistem alarm veriyor. Konuyu tekil olaylardan soyutlamaz isek sistematik arızalara çözüm bulamayız. İptal edilen 10. ve 42. maddelerle ilgili uzun cümleler kurulabilir. Zaten kılıfçıların yapmak istedikleri bu. 'Ya çoğunluk partisi bir gün seçimleri 20 yılda bir yapmaya kalkarsa' gibi saçma ve akıldışı ihtimallerle oyalanmamızı bekliyorlar. Bırakın yüksek mahkemeyi, yazılı anayasası bile olmayan İngiltere'de 'ya' ile başlayan soru duydunuz mu hiç? Buraya takılıp kalırsak dozu gittikçe artan yargı vesayetinin ekmeğine yağ süreriz. Ayrıntılarda boğulmadan 'demokrasilerde kontrolsüz, başına buyruk güç olabilir mi?' sorusuna odaklanmalıyız.

'Tabii ki hayır' cevabından sonra ikinci aşamaya geçebiliriz; öyleyse yargının fren mekanizması ne olabilir? Bu sorunun en kestirme cevabı: hukuk. Aslında demokratik teamüller ve yazılı kurallar kısacası hukuk işlese sorun çıkmaz. Yargının kararlarına esas teşkil eden metinleri yani kanunları yasama organı yaptığı müddetçe problem yok. Sistemin özeti, kanunu yapan yasama, uygulayan yürütme ve her ikisini denetleyen yargı şeklinde. Hukukçular Birliği Vakfı'nın 11 üyeye anayasa kitapçığı postalaması doğru bir yaklaşım. Mevcut anayasada çözüm var/dı. Yüksek Mahkeme kendini anayasa koyucu yerinde konumlandırıp, Meclis'in yetkilerini gasba kalkışınca kriz patladı. Artık buradan, 'aynı kuyuya bir daha düşmeyecek şekilde nasıl çıkarız'a kafa yormalıyız. Adalet Komisyonu Başkanı, AK Partili Ahmet İyimaya'nın teklifi tartışılması gereken, açılıma hizmet edebilecek bir ses. Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek'in bir kalemde silip atması doğru olmadı. Hükümet ve AK Partili yetkililer, gazeteciler ve akademisyenlerin eleştirilerini tekrarlamaktan başka bir şey yapmıyor. Sorunu herkes görüyor, çözüm üretmenin vakti ise geçiyor. Prof. İyimaya'nın anayasa hukuku birikimini anlatmak bizim boyumuzu aşar. Dile getirdiği tezlere alıcı gözle yaklaşmakta yarar var. Prof. İyimaya, AYM'nin anayasayı açıkça ihlal eden kararlarını Meclis'in askıya alması üzerine yüksek sesle düşündü. Anayasal yargının denetim sınırları ve muhtemel yetki aşımlarına karşı alternatifler, demokrasi teorisi üzerine kafa yoranların son yıllarda sıkça gündeme getirdiği bir sorun. Hocanın parmak bastığı noktadan parlamentonun, yüksek mahkeme kararlarına direnme hakkı üzerinde durmalıyız. Cumhurbaşkanının vetosuna karşı Meclis'in bu yetkisi var. Hiç değişiklik yapmadan Köşk'e iade seçeneği mevcut. Cumhurbaşkanı da direnirse hakeme, yani referanduma veya yüksek mahkemeye gitme hakkı bulunuyor. Aynı şey neden Anayasa Mahkemesi'yle parlamento arasında bulunmasın? Meclis'in direndiği konularda AYM de geri adım atmıyorsa, demokrasilerde egemenliğin tek kaynağı olan milletin hakemliğine başvurulur. Meclis, cumhurbaşkanı seçemez hale gelince hakeme gidildiği gibi, yasama yapamaz duruma düşünce de millete gitmenin yolu açılmalı. En azından ihtimaller ve alternatifler tartışılmalı.

Aslında başlı başına yazı konusu, ama iki cümle yazmadan geçemeyeceğim. Kurucu Meclis tezleri de demokrasi açısından incitici. 12 Eylül'de 5 tane darbecinin atadığı Danışma Meclisi, kurucu meclis olup anayasa yazıyor. Hatta onlar bile yazamıyor, sadece teklif ediyor, Kenan Evren ve arkadaşları son sözü söylüyor. Gelin görün ki, yüzde 90'larda temsil oranına sahip, halkın seçtiği parlamentoya naylon muamelesi yapılıyor. Esef verici..

 
Kaynak: Zaman