Dünya Bülteni/ Haber Merkezi

Perşembe akşamı,  Saraybosna Japon Büyükelçiliği`nin, şehirdeki bütün büyükelçilerin katılımıyla verdiği resepsiyondaydık. Yeni Japon Büyükelçisinin konuşmasındaki ilk cümleleri, gündemdeki en sıcak başlık olan Paris saldırısı ile bu hafta içinde Saraybosna`da iki askerin ölümü ve saldırganın intiharıyla sonuçlanan kanlı eylemlerin lanetlenmesi ve başsağlığı mesajlarıyla başladı.  Resepsiyon sırasında farklı ülkelerin büyükelçileriyle ayaküstü konuşma fırsatımız oldu. Bütün konuşmaların gelip çıktığı nokta, yaşanan son saldırılardı.

Henüz iki gün önce, Saraybosna`da Rajlovaç semtinde bir şans oyunları bayisine yapılan saldırıda iki Bosna askeri öldürülmüştü. Saldırgan, daha sonra dışarı çıkarak bir toplu taşıma aracına ateş ettikten sonra intihar etmişti.  Bosna-Hersek gibi savaş mağduru olup ayakta kalma mücadelesi veren bir ülkede kendi askerine hücum edecek kadar zihnen yabancılaştırılan ve hayal alemlerinde gezdirilen bu insanların entellektüel seviyeleri alabildiğine düşük. İnançlarıyla, tarihle, kültürle ilgili bilgileri sığ ve olabildiğine dar görüşlüler. Bir kısmının geçmişlerine bakıldığında kriminal raporları kabarık veya aralarında madde bağımlılığı olanların sayısı hiç de az değil. Saraybosna`da bu saldırıyı haklı çıkaracak hiç bir sebep yokken ve halkın istisnasız tamamı bu ve benzeri keskin çıkışlardan rahatsızken yapılan bu saldırılar, insanların inançları üzerinde baskı kurmak isteyenlere ise güçlü dayanaklar vermiş oluyor.  
Bu her iki saldırıda masum insanların öldürülmesine insan olarak üzülmemek elde değil. Halkı tedhiş edip sindirme adına, dünyanın herhangi bir yerinde masum insanların hedef gözetilmeksizin öldürülmesine, aynen Türkiye`de Suruç ve Ankara`da, Suriye`de Halep veya Lazkiye`deki patlamalardaki ölümlere nasıl üzüldüysek öyle üzülmüşüzdür çoğumuz.  Buradaki kriterimiz, başkalarının benzer bir olay karşısında hiç üzülmemeleri veya daha az üzülmüş olmaları olamaz tabii ki. Bizler, üzüleceklerimizi de sevineceklerimizi de başkalarından alacağımız yanlış derslerle değil, kendi değerlerimizin mikyasına vurarak hissetmeliyiz. Değerlerimiz ve vicdanımız, `onun` veya `bunun mağduru` ayrımı yapmamıza hiçbir şekilde izin vermiyor. İdeolojik olarak kirlenmemiş ve sağlıklı bir zihne sahip her insan, masum bir insanın öldürülmesine aynı şekilde üzülür. Hele ki, savaşla ilgisi olmayan yaşlıların, kadınların ve çocukların öldürülmesi gibi yürek yakan haberler omuzlarımıza aynı trajedik ağırlığı bindiriyor. Halep`te, Bağdat`ta veya Paris`te bir intihar bombacısı eylemiyle veya askerî uçaklardan atılan bombalarla öldürülen kadınların ve çocukların kanları aynı renkte akıyor ve bu hal her makul insanı aynı derecede üzüyor.

Burada hiçbir hesap yapmadan, samimiyetle, başka ülkelerin teröristine terörist diyemeyen her devlet, eninde sonunda maalesef bu terör belasının bizzat muhatabı oluyor. Terör için, "Pandoranın kutusu" veya "Aladdin`in cini" de denilebilir. Kutu açılıp da cin şişeden çıkarıldığında geriye sokulması, öyle istenildiği anda olmuyor. Politik sebeplerle üretilen ve desteklenen terör grupları, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bilgi ve vicdan yoksunu kitleleri kolaylıkla bünyesinde toplayabiliyor. Ne yazık ki, ya herhangi bir Avrupa ülkesinde bar köşelerinden toplanan narkomanlardan ırkçı bir çete veya varoşların ezilmiş ve kaybedecek bir şeyi olmayan, aynı zamanda İslamın ruhunu anlayamamış birilerinden sözde `cihat timleri` kurmayı başarabiliyorlar.

Diğer yandan,  hevesle şiddete koşan bu insanların hangi etnik veya dinî geçmişe ait olduklarına bakarak onların mensup oldukları inançları hedef almanın beklenmedik başkaca semptomları doğurabilecegi de unutulmamalı. Çünkü, yabancı düşmanlığı veya İslamafobi`ye dönüşecek bir sosyal tepkinin, uzun vadede Fransa`da Almanya`da, Belçika`da hangi sosyal ve ekonomik sonuçlarının olabileceğini kestirmek oldukça güç.

Avrupa`da gün geçtikçe yükselen yabancı düşmanlığı (xenophobia), yeni mülteci akınları karşısında şaha kalktı. Doğu`dan akın akın gelen bu tehlikeye karşı, ürken ve kendi korunma reflekslerine geri dönen bir Avrupa, Avrupa değerleri olarak adlandırılan kazanımların en önemli parçası olan insan hakları ile ilgili ürettiği felsefeyi ve tecrübeyi unutmaya hazır gibi görünüyor.

Son saldırılar, kendi ülkelerinde mağdur edilerek dalga dalga Avrupa kapılarına dayanmaya mecbur bırakılan mültecileri, politik sebeplerle durdurmak için iyi bir bahane oluşturdu. Avrupadaki barışçıl grupların tezleri ve sesleri zayıflarken ırkçıların elleri güçlenmiş oldu.

Sıradanın dışında, herkesin kabul edeceği tezler üretilip hayata geçirilmedikçe, yıllardır Avrupa`da yaşamakta olan müslümanlar için de mülteciler için de entegrasyon/asimilasyon ile kesin dönüş arasında bir ikileme doğru itilmeleri kaçınılmaz hal alabilir. Üretilecek tez ve duruşlar, ne saldırgan bir dille, ne de savunma psikolojisi içinde kalarak temellendirilmeli. Sadece coğrafyanın değil, bütün insanlığın makul ve sakin tezlere ihtiyacı her zamankinden daha fazla...