Vatikan adına Kudüs'ü ziyaret eden dördüncü kişi olarak Papa Francis'in gezisinde de daha öncekilerde olduğu gibi bazı ilkler yaşandı. Bizzat İsrail'i tanıyarak Kudüs'e girmesiyle bile hem siyasi temsiliyeti hem de Hristiyan ilahiyatı açısından ilişkiler, uzlaşmalar, ödünler, yeni yorumların önü açılır.

Zaten dış politikayı salt stratejik oyunlar ve ulusların çıkar hesaplarının alanı olarak görmek genelde yanıltıcıdır. Dış politikayı bununla beraber ve bundan ayrı olarak bir medeniyetin kendi dışındakilerle kurduğu ilişkinin pratik uygulaması ve bu uygulamaları meşrulaştırma alanı olarak okumanın daha anlamlı olduğunu düşünürüm. Papa'nın Filistin ziyareti tam da bu tanıma uygun olarak dini ve siyasi temsiliyetin birleştiği, diplomasi ile ait olunan uygarlığın göstergelerinin temsil imkanı bulduğu bir geziydi.

Papa'nın Filistin gezisinin siyasi, diplomatik, stratejik boyutları kadar kültürel, dini sembollerinin de bir diplomasi aracı olarak nasıl yansıdığı birlikte okunmazsa bu gezi eksik anlamlandırılır. Üç dinin kesiştiği bu alana dair siyasetten, uluslararası dengelerden bağımsız hiç bir çözümleme yapılamayacağı gibi bunun arkaplanında yatan tarihi, dini, kültürel boyutu dikkate almayan analizler de sadece eksik değil, yanlış okuma olur.

Papa'nın hem Filistin devlet başkanı hem İsrail cumhurbaşkanı ile yaptığı görüşmelerin diplomatik hedeflerinin ve sonuçlarının, en azından Papa'nın temsil ettiği Katolik dünya açısından, önemli bir yeri var. Önce siyasetin, diplomasinin ve dinin, kültürel sembollerin iç içe geçtiği bu gezinin semiyolojisine bir göz atalım.

Bazı ilkler yaşandı: bir papa olarak ilk kez Siyonizm'in kurucusu Theodor Herzl'in mezarını ziyaret etti. Bir başka ilk de, Filistin'i resmen ziyaret eden bir papa olmasıydı.

Her iki ilk de aslında Papalığın, Katolik kilisesinin derin çelişkilerini ortaya çıkarırken aynı zamanda çelişkileri ne türden bir uzlaşma/dini ve siyasi tavizler vererek çözmeyi istediklerine dair refleksinin de diplomasiye yansıyan biçimi. Din ve seküler dünya görüşleri arasındaki sorunlarını sürekli taviz vererek çözen, bu şekilde de değişime ayak uydurarak ayakta kalmayı deneyen bir Kilise'nin hem dini hem de siyasi alandaki uzlaşma/taviz geriliminin en uç düzeyde yaşandığı alanlardan biridir Filistin-Siyonizm sorunu.

Yahudiliğin, hele Siyonizm'in Katolik ilahiyatı açısından yeri, anlamı düşüldüğünde Theodor Herzl'in kabrini ziyaret, başlı başına çelişkiler yumağıdır. Siyasi olarak da Filistinlilerin devlet hakkını savunurken onların topraklarından kovulmasını, hatta Hristiyanlık açısından kutsal toprakların tarihte ilk kez Siyonistlerin eline geçmesini sağlayan ideolojinin kurucu babasına rahmet okumak bu kapanmaz çelişkinin somutlaştığı yerdi.

İsrail'in tanınması nasıl Katolik dünyayı sarsan bir gelişme idiyse Siyonizm'in kurucusuna saygı sunmak da aslında Filistinlilere yapılan iyi niyet gösterisinin ve diplomatik desteğin altını boşaltan bir gösterge olarak okunabilir.

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ