Pakistan'ın katil elitleri: Satılık Devlet
Bugün Pakistan'da kaçınılmaz bir açıklama gerektiren bir paradoks ile karşı karşıyayız; dahası bu paradoksun tetkiki, İslamiliğin bugünkü kötü durumuna biraz açıklık kazandıracaktır.
ABD Başkanı George Bush, Ocak 2002'de girişeceği savaşların yakın dönem ajandasını açıkladığında bakışlarını Irak, İran ve Kuzey Kore üzerine sabitlemişti: rejim değişiminin 'şer ekseni' işaretlendi. Bize bu ülkelerin 'kitle imha silahları' geliştirdikleri için hedef alındıkları söylendi. Irak ve İran olaylarında bu iddia sadece gerçeği görmemizi engelleyen bir örtüydü. Bu iki ülke İsrail'in bölgedeki üstünlüğüne muhalif oldukları için hedef alındılar. Bir de ABD onların petrolünü istiyordu.
Tuhaf bir şekilde Pakistan rejim değişimi için hedef olarak seçilmemişti. Evet, Pakistan'ın petrolü yoktu. Fakat ABD-İsrail ekseni onu her biri bütünüyle lanetlenebilir başka birkaç nedenden dolayı kusurlu bulabilirdi. Pakistan nükleer silahlara sahip tek İslam ülkesiydi; nükleer üretimi gerçekleştirmesinden dolayı suçluydu; Taliban rejiminin başlıca hamisiydi; Hindistan tarafından Keşmir'de sınır ötesi terörizmi desteklemekle suçlanıyor ve ilk iki nedenden dolayı İsrail, Pakistan'ı kendi güvenliği için en ciddi tehlike olarak yaftalayabilirdi.
Pakistan niçin hedef olarak seçilmedi?
Bu soru son iki yılda iki nedenden dolayı daha büyük bir önem kazandı. Iraklıların direnişinin yırtıcılığı tarafından bir süre alıkonulduktan sonra ABD'nin İran'a karşı savaş planları bir kez daha güç kazanmaya başladı. Son iki hafta da İsrailliler, neoconlar, Hıristiyan Siyonistler ve homojen şahinler yine İranlı kanı için ulumaya başladılar. Şimdi, ABD senatosu da bu koruya katıldı. 26 Eylül'de ezici oylamayla senato nerdeyse Bush'un eline İran'a karşı bir savaş ilan etme lisansı verdi.
Aynı zamanda Pakistan'ın hem el-Kaide'yi hem de Taliban'ı barındırdığı ile ilgili çok az kuşku var. Şimdi yeniden toparlanmış olan her iki örgüt Pakistan'ın Veziristan bölgesinde 'özgürleştirilmiş' bölgelerde faaliyet gösteriyorlar. Geçen Temmuz ayında çok uğursuz (!) bir şekilde Taliban'ın Pakistanlı müttefikleri Pakistan'ın başkentinde devlet otoritesine meydan okumaya cesaret ettiler. Ve oradan çıkarılmalarından bu yana Pakistan ordusuna öldürücü saldırılar düzenlemeye devam ediyorlar.
Yine de bugünlerde bile Pakistan'ın 'şer ekseni'ne eklenmesi ile ilgili bir konuşma yapılmıyor. Niçin Birleşik Devletler'de ve İsrail'de Veziristan'ı istila etmek, Pakistan'ın nükleer santrallerine saldırmak, nükleer üretim yaptığı için onu cezalandırmak veya Pakistan'ın nükleer sermayesinin Pakistanlı ulusalcılar, Taliban veya el-Kaide'nin eline geçmesinden önce gizli operasyonlar gerçekleştirmek için bir yaygara yok. İşte bu Pakistanlı paradoksudur.
Bu paradoksun basit bir açıklaması var: basit ama aynı zamanda nerdeyse bütün İslam dünyasının başına bela olan bir huzursuzluğun göstergesidir. Pakistan'da, ABD rejimi değiştirmeden rejim değişikliğine tesir etti. İlk Amerikan dokunuşunda, nerdeyse birdenbire, korkunç bir güzellik doğdu. Hemen ABD, İslamcı 'radikallere' savaş açması için Pakistan ordusunu ve daha fazlası, Pakistan devletini planladı. ABD bir ordu kazandı: Pakistan ordusunun diktatörleri uzun ömür kazandılar.
Pakistan hâkimiyetinin kendisiyle sona erdirildiği asayiş ve hareket hızı, mutlak yabancı tahakkümü; Pakistan'ın tarihi, yönetici elitlerinin tabiatı, 'ulusal' kurumlarının tınısı ve Pakistan orta sınıfının yabancılaşması, bozulması ve mülkiyetten vazgeçmesi hakkında bilgi vermektedir. Doğumunun birkaç yılında devlet; toprak sahipleri, generaller ve bürokratlar tarafından kendilerine has kılındı: bu üç hizip İngilizler tarafından oluşturuldu, büyütüldü ve liderlik pozisyonuna yerleştirildi.
İnsanları harekete geçirip, onları vatandaşlık değerlerinde eğitme, İslami gelenekleri zenginleştirme, ulusal bir ekonomi oluşturma, yerli teknolojileri geliştirme yerine Pakistan'ın yönetici elitleri Birleşik Devletler'e, ordusuna, yabancı anonim şirketlere ve ABD hâkimiyetindeki çok taraflı kurumlara bağlantılar kurarak yerli elitler üzerinden dışarıdan kontrol edilen, teknolojik olarak zayıf, borç içinde yüzen ve finansal olarak bağımlı bir ekonomi oluşturdular.
Bugünkü Pakistan Hindistanlı iki Ahmet tarafından 19. yy.da başlatılan yer bulma planının mantıki sonucudur. Biri, İngilizlere sadık olacak memurlar üretmek için bir kolej kurdu diğeri köleliği telkin edebilmek için tamamen yeni bir din şekillendirdi. İki Ahmet'in şerefli ümidi İmparatorluğa hizmet etmekti. Onlar imparatorluk için Müslümanlardı. Yüzyılı aşkın bir süre sonra onların manevi nesli başka bir imparatorluğa hizmet ediyorlar. Elli yıl sonra hala var kalsalar doğudan yükselen imparatorluklara hizmet ediyor olacaklardır.
Altmış yıldan beridir Pakistan farklı yönetici elit hizipleri tarafından yönetilmektedir; ordu, bürokrasi ve toprak ağaları halkı soymak, önceleri gizli fakat sonradan açık bir şekilde, göstere göstere ve hainlikle yabancı efendilerine hizmet etmek için yarışmak için sıraya giriyorlar. Böylece şu an, birbirlerine karşı açık arttırmada bulunan ve 'devlet' kurumlarının açıktan yürütülen satışı için yarışan yerli elitlerin kendi toplumlarından yabancılaşması tamamlandı.
Direnişi bastırmak için bu bağımlı devlet, metodik olarak zayıf, yabancılaşmış, demoralize olmuş ve yolsuz bir toplum üretiyor. Eğitim, beceri ve meslek sağlamada başarısız olarak devlet insanları dışarıya bakmaya, eğitim, meslek ve kültürel esin için yabancı ülkelere gitmeye zorluyor. Yabancı ülkelere gitmeyi başarmış her bir kişiye karşılık on kişi burada kalmak zorunda kalıyor, bunların eğitimleri, kariyerleri ve hayatları ülkeyi terk etme şansı etrafında örgütlenmektedir. Pakistan toplumu ülkeyi terk etmek için hava alanlarına limanlara ve sınır kapılarına koşuşturmak için bekleyen göçmenlerden oluşmaya başlayacaktır.
Şimdi yüzyıldan fazla bir süredir yabancı efendilerini taklit eden elitleri taklit edenler orta sınıflardır. İngilizce başarı için artan bir şekilde bir giriş aracına dönüşüyorken onlar kendi yerli dillerini terk ediyorlar. Kolonyalizm döneminde elitler çocuklarını gramer okullarına, misyoner okullarına gönderiyorlardı sonra da Cambridge ve Oxford'a gönderiliyorlardı. Beyaz efendilerini takipte, 'beyazlaşan' bu yerliler İngilizceye hâkimiyetlerini, gücü ele geçirmenin görünür sembolü olarak kullanıyorlardı. Bu onları şu an yönettikleri 'yerlilerden' ayıran bir işaretti. Yeni bir kast ortaya çıktı, yerli 'beyazlar', 'ilkel' kuzenlerinden yabancı dilleriyle, zenginlikleriyle, batıya sadakat ve batılı elbiseleriyle, ahlaki alçaklık, batıya gerçekleştirdikleri seyahat ve balayılarıyla ayrılıyorlardı.
Bu yabancılaşmanın en zararlı ürünü entelektüel kısırlığın derinleşmesiydi. Dereceler üretmesine karşın her yeni Pakistanlı nesil seleflerinden entelektüel olarak daha kısırdır. Her yeni nesil efendilerinin faziletlerini, irfanlarını, enerjilerini ve kendi türlerini arasında icra ettikleri insanlığı kazanmadan seleflerinin geleneksel faziletlerini tutkulu bir şekilde terk etti.. Yabancı efendilerinin hastalıklarını taklit etme ve kopyalama, siyah tebalarının üzerindeki güçlerinin kaynakları olan, onları farklılaştıracak olan faziletleri geliştirmekten çok daha kolaydır.
Direniş hala bazı huzursuz kalplerde yaşıyor. Bazı noktalarda toplumun bu toptan yozlaşması, ulusal kurumların bu peşkeş çekilmesi, yerli ve yabancı elitlerin bu beyazlaşması birkaç hassas kalpte tiksinti üretiyor. Bütün bu olumsuzluklar, kızgınlığın, sanatın, mücadelenin, yeni teorilerin ve toplumu yenileme umutlarının ortaya çıkmasını sağlıyor.
Fakat bu yenileme meşakkatlidir. Melez elitler birçok bariyer oluşturuyorlar, ülkenin her tarafında tellerle çevrili gözetleme kuleleri yapıyorlar. Onlar eğitilmiş satılık bir orduya ve muhalif bastırma sanatlarında eğitilmiş yetkililerin öncülük ettiği hain polise sahipler. Yine de direnişi zayıflatan ve yolundan saptıran bu açık baskı güçleri değildir.
Direniş, eğer halkla birlikte hareket ederse, onları adalet davası için kazanır, şevke getirip harekete geçirirse baskıya dayanabilir. Fakat toplumdaki yabancılaşma o kadar derin ki, moralsizlik ve kayıtsızlık o kadar kusursuz ki direnmeyi seçen birkaç hassas ruh desteksiz, korumasız, satılık ordu ve polis tarafından tespit edilip başlarının ezilmesi için rüzgârda bunalmaya terk ediliyorlar.
Yine de Pakistan'da ümit tükenmiş değildir. Pakistan'ın bir köşesinde henüz 'medeniyet' tarafından bozulmamış, imanlarında sağlam, itikatlarında açık, miraslarından dolayı gururlu ve haysiyetleri için kavga etmeye hazır dağların çocuklarından ümit geliyor. Eğitimsiz olmalarına karşın dağların kartalları gibi gözleri açıktır. Fakirlikleri azimlerini çelikleştiriyor. Onlar Sovyet yağmacılarına karşı durdular: ve onları yendiler. Bugün onlar yabancılardan ve satılık yerlilerden haysiyetlerini geri almak için yine ayağa kalktılar.
İslam dünyasının nerdeyse her tarafında olduğu gibi şimdi Pakistan'da da devlet kurumlarının yabancılaşması doruk noktasına ulaştı. Irak'ta ABD, işgal etmeden kolonyalizmi restore edemedi. İran'da da işgal etmeden devleti ele geçirmeyi hayal etmeye cesaret edemiyorlar. Fakat Pakistan'da rejim değiştirme görevi gerçekten kolay bir işti: orada bulunan Pakistanlı postallar sayesinde bu görev başarıldı.
Bir ABD haftalık dergisi olan Newsweek, Pentagon'un "Müşerref'ten Pakistan ordusunun büyük kısmını bir ayaklanma bastırma gücüne dönüştürmesini, el-Kaide ve onun Afgan sınırı boyunca yerleşen köktenci destekçileriyle çarpışmaları için eğitip techizatlandırmasını istedi" şeklinde yazdı. Bu eğer ülkeyi Cezayirlilerin tecrübe ettiğinden daha kötü bir iç savaşa bir katliama sokmak için bir plan değilse nedir?
Pentagon, Pakistan ordusundan böyle saçma bir şeyi istemeye nasıl cesaret etti? Cevap basittir. Cesaret ettiler çünkü onlar kesin bir şekilde Pakistan elitlerinin bunu yerine getirmeye istekli olduğunu biliyorlardı; Pakistan'ın satılık generallerinin Amerikan himayesi için yarıştıklarını ve Pakistan'ın temizlikçi politikacılarının Washington'a Pakistan devletini satma işlemlerinin dışında tutulmamaları için yalvardıklarını biliyorlardı. Daha kötüsü son zamanlara kadar Pakistanlılar kenardan izlediler veya başka bir tarafa yöneldiler ve bunun olmasına izin verdiler.
Şimdi ilk defa Pakistan orta sınıfının küçük bir unsuru avukatlar hala eski efendiler olan İngilizler tarafından onlara verilen gülünç siyah kisve ile mücehhez olmalarına karşın satılık generallere, satılık orduya ve ters yüz olmuş devletlerine karşı risk aldılar. Bu Pakistan için hayırlı bir dönüm noktasıdır.
Bu İkbalci ruhun bir kaç Pakistanlıyı harekete geçirdiğinin işaretidir. Ve bu kalkışma, hali hazırda neyi başardığının farkındadır. Birkaç yüz ikbalci satılık-generalleri hedefe oturttular. Satılık generaller iknaya giriştiler, kaşlarını çattılar, tehdit ettiler, ümitsizlik içinde nasihat için efendilerine döndüler ve sivil bir örtü için temizlikçi politikacılara çağrıda bulundular. Kısacası kısa bir an için satılık ordunun komuta kademesinde panik vardı.
Sadece kısa bir an için. Satılık generaller bu kadar erken veya bu kadar kolay teslim olmayacaklardır. Aslında bir grup satılık generalin sahne terk etmesinin bir önemi yoktur: daha fazlası yerlerini almak için kanatlarda beklemektedir. Eğer Pakistanlılar iç savaşı yani kanlı bir iç savaşını önlemek istiyorlarsa kalplerini sağlamlaştırmak zorundadırlar, ülkelerini, devletlerini ve ordularını geri almak için harekete geçmelidirler: onu sorgulanamaz bir şekilde ve bu ulusalcı temellükün nasıl değiştirilemeyeceğinin açık bir anlayışıyla geri almak zorundadırlar.
Avukatlar bunu tek başlarına onlar için gerçekleştiremezler: çok fazla baş belası olmaya başladıklarında satılık devlet, avukatları ortadan kaldırabilir. Bununla birlikte değişim Pakistan'a gelecektir: işaretleri okumayı bilenler için yazı duvarın üstündedir. Pakistan'ın ücretli elitleri güçlerini ABD'nin 'teröre karşı savaş'ına koşturdular. ABD bu savaşı yönetecektir ve bu savaş çok kirli bir savaş olacaktır. Irak'ta olduğu gibi isyan bastırmada uzman Amerikalılar Pakistan'ı yeni bir Guatemala'ya veya daha kötüsüne çevirmekten çekinmeyeceklerdir.
Pakistanlılar istedikleri değişim için bir duruş oluşturma adına çaba sarf edecekler mi? Eğer onlar ilgisiz, tefekkürsüz, boş ve kayıtsız kalmayı seçerlerse değişim satılık devlet tarafından onlara dayatılacaktır. Kendilerini kirli bir savaşa sürülmüş bulacaklardır: pek çoğu hayatını kaybedecektir. Ortadan kaybolmalar, idamlar, keyfi tutuklamalar kısacası devlet terörü yaygın hale gelecektir: günlük işleyiş olarak gündem haline gelecektir.
Eğer Pakistanlılar kendilerini değiştirmeye cesaret ederlerse istedikleri değişimi seçebilirler: devletin kendilerine karşı değil kendilerine çalışmasını sağlamak, tarihi talep etmek ve değişimi üreten tarihi güce dönüşmek. Yine de bu değişim bir bedel gerektiriyor, istek, değerler ve fedakârlıktaki bir bedel. Pakistanlılar uzun süreden beridir içlerinde boğdukları ateşi yeniden canlandırmak için kalplerini yoklamalıdırlar: tarihlerinde var olan mücadele etme, direnme, haysiyet içinde yaşama arzusu, kontrol edecekleri bir geleceği kurmak için en iyi geleneklerini sürdürme. Eğer şimdi başarısız olurlarsa, oyun kaybedilir. Belki de sonsuza kadar kaybedilir.
Pakistanlılar, insanlarının özelliklede yerlilerinin beş yüzyıllık zulümden sonra başlarını her yerde kaldırdığı Latin Amerika'dan çok şey öğrenebilirler. Onlar bir arada, hayatlarını, ümitlerini ve mücadelelerini yok etmek için imparatorluklarla işbirliği halinde olan haydut devletlerin satılık devletlerin zincirlerinden kurtuluyorlar. Bu gün onlar Venezüella'da, Bolivya'da, Ekvator'da ve Nikaragua'da devleti ele geçirdiler ve bütün kıta boyunca zafer elde etmeye yaklaşıyorlar.
ABD bu devrimleri geri döndürebilme gücüne sahip değildir. Güçsüzdür çünkü zulme uğramış insanların mücadeleleri birbiriyle bağlantılıdır, bütünlük içinde örülmüştür. Malları mülkleri ellerinden alınmış olanlar Filistin'de direndiklerinde, Iraklıların savaşı ülkelerinde güçlendiğinde, zayıflar Lübnan'da bir duruş ortaya koyduklarında, Afgan köylüleri işgal ordularının etraflarını kuşattığında: kısacası dünyanın sefilleri Batı Asya'da imparatorluğu durdurduklarında dünyanın her köşesinde özgürlük umutları yükseltiyor hatta her güç merkezindeki zulme uğramış sınıflar arasında da umutlar yükseliyor.
Batı Asya'daki son altı yıllık mücadeleler, tarihin akış debisini hızlandırdı: bu mücadeleler dünyanın her yerinde zulme uğramış insanların özgürlüğü için bir pencere açtılar. İmparatorluk Yeni Amerikan Yüzyılı projesini planlarken tarih başka türlü karar verdi. Yeni bir yüzyıl olacak bu doğru fakat altı yıl sonra bu yüzyılın bir Amerikan yüzyılı olmayacağına dair çok az şüphe kaldı. Bu Amerikalıların sükûnetle kabul etmek için cesur olmalarını gerektiren bir gerçektir. Bu yüzyıl dünyanın her kıtasına yayılmış pek çok güç merkeziyler birlikte çok kutuplu bir yüzyıl olacaktır. Bir kez daha güç çok merkeze dağılıyor ve bu yeni güç dağılımı raundunun sonuncusunun ürettiğinden çok daha devamlı sonuçlar üreteceğini umabiliriz. Yeni güç dağılımına öncülük eden erkeler ve kadınlar yeni bir nesildir: onlar eski efendileri tarafından seçilmiyorlar.
Şimdi Pakistanlılar için bu tarihi anı anlayıp tarihin akışına katılma zamanıdır. Latin Amerika'da uygulamaya konulan tarihi değişimler, Irak'ta, Lübnan'da, Afganistan'da ve Filistin'de gittikçe güçlenen yeni direniş biçimleri, dünyanın her yerinde ezilen insanlara yeni ümit, yeni düşünceler ve yeni ilham imkânı sunmaktadırlar. Küresel imparatorlukların devam edebilmelerinin bedeli artık çok ağırdır: bu Iraklıların ve Afganların dünyaya verdikleri tek mesajdır.
Pakistanlılar bu evrensel mücadeleye katılmaya, gücünü kuşanmaya ve adalet terazisini eline almaya cesaret edecekler mi? Pakistanlılar, Pakistan'da ki her şehrin, her kasabanın ve her köyün caddelerinde onur ve adalet için çığlıkları yankılayacak şekilde cesur avukatların rehberliğini izleyecekler mi? Veya onlar bitkisel hayat seanlarını uzatmayı tercih ederek alçakça ölümü benimseyip bu kadar uzun süre ve iyi hizmet ettikleri efendileri tarafından mezar kitabeleri yazılacak şekilde tarihin mezarlığında çöp yığını mı olacaklar?
Bu sorular tarihi sorulardır: ve aynı zamanda kaçınılmaz sorulardır. Pakistanlıların önündeki seçenekler açıktır: hayat veya ölüm. Eğer şimdi harekete geçmede başarısız olurlarsa Taliban ve satılık elitlerin derecesinde olmayı kabul edeceklerdir. Belki de Pakistanlılar bir cevap için düşünüyorlardır: belki de adalet yolunda yürümeyi seçecekler: belki de zorlu yolculukları zaferle sonuçlanacaktır.
Shahid Alam Bangladeş asıllıdır, Boston'da Kuzeydoğu Üniversitesi'nde ekonomi profesörüdür ve Yeni Oryantalizme Meydan Okuma: İslam'a Karşı Amerikan Savaşıyla İlgili Muhalif Denemeler (IPI Publications: 2007) adlı eserin yazarıdır. Kendisine [email protected] adlı mail adresinden ulaşılabilir.
Bu makale Ali Karakuş tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.