Pakistan kendisini dünyadaki manşetlerin orta yerinde buldu ve maalesef bütünüyle yanlış sebeplerden dolayı oldu bu. Sadece son birkaç hafta içinde ülkede daha önce hiç olmamış bir kargaşa baş gösterdi; Lahor yakınlarında bir polis karakoluna saldırı düzenlendi, şehrin göbeğinde Sri Lanka kriket takımına saldırıldı, Yüksek Mahkeme hakimlerinin göreve iadesi için Uzun Yürüyüş başlatıldı; ABD insansız uçaklarla cinayet işliyor ve egemenliği ihlal ediliyor; Pakistan ulus olarak tam bir hengâmenin içine düştü.

Ülke, aşiret bölgelerinde savaşta. Bunun ilk sebebi, Afganistana mevzilenen ABD/NATO kuvvetlerinin sınır ötesi baskın operasyonlarıyla, füzelerle, insansız uçaklarla gerçekleştirdiği doğrudan saldırılardır. İkinci sebebi, Pakistan silahlı kuvvetlerinin ABD saldırılarında kullanılmasıdır. Pakistan ordusu aşiret bölgesi ahalisini bastırmak için var gücüyle yüklendi ve fakat kesin sonuç alamadı. Amerika'nın savaşında binden fazla Pakistan askeri öldü, kardeşlerine karşı savaşta. Bundan başka, Pakistan tank ve topçu birliklerinin ağır bombardımanı sonrasında aşiret bölgesinde binlerce insan can verdi, 700.000 kişi evlerini terk etti. Utancın büyüğü kendi halkına karşı giriştiği eylemle Pakistan Hava Kuvvetleri (PHK) payına düşmüş olsa gerektir. Gazzeli müslümanlar İsrail hava kuvvetleri tarafından dünyanın gözü önünde bombalanmıştı; PHK ise kendi halkını öldürmekle meşgul. Aradaki tek fark, aşiret bölgesindeki insanların katledilişini halktan gizlemek için medya'ya uygulanan yayın yasağıdır.

Pakistan hükümeti Amerikadan aldığı talimatlara göre hareket ediyor. Neredeyse her hafta başka bir üst düzey Amerikalı yetkili elinde Pakistana yapması vereceği son talimatlarla geliyor, İslamabad'daki kuklalarının körcesine ve itaatkarca uygulamaları için. Amerika'nın Pakistan ve Afganistan özel temsilcisi Richard Holbrooke ve ABD Genelkurmay başkanı Amiral Mike Mullen Nisan ayının ilk haftalarında Pakistanı ziyaret ettiler. Besleyen elin ısırılması gibi tatsız ve bilindik bir durum Pakistan liderliği tarafından şaşılacak şekilde tersine çevrildi; ısıran eli beslemekle meşguller. İngiliz Time dergisine göre günde dört yüz kamyon Karaçi üzerinden Afganistan'daki Amerikan kuvvetlerine kurşun ve füze ikmali taşıyor ki hemen sonra Pakistana yağdırılıyor bunlar. ABD ve NATO kuvvetlerinin tükettiği levazımın yüzde 70'i bu yoldan sağlanıyor. Bir de askeri üslere, istihbarata erişim ve bunlardan istifade söz konusu. Time dergisinin haberine göre aşiret bölgelerine saldırı düzenleyen insansız uçaklar uzun zamandan beri Pakistan topraklarından kalkıyorlar.

Ülke iktisâdi bakımdan da hengâme içerisinde. BM'e bağlı ESCAP tarafından yapılan bir araştırmaya göre 2008 yılı enflasyon oranı yüzde 13, gıda fiyatlarındaki enflasyon ise yüzde 20. Elektrik ve gaz için devlet yardımı IMF baskısıyla kaldırıldı. Enflasyon ve buna ilave olarak gıda, elektrik, gaz ve petrol kıtlığı yüzünden ülke dizleri üzerine çöktü. Ülke tıpkı bir uyuşturucu bağımlısı gibi IMF kredileriyle yaşıyor, gözü ise eli kulağındaki iflasta.

Yukarıda değindiğimiz iki durum istikrarsız bir siyasi iklim doğuruyor öyle ki iç ve dış odaklar ülkeyi başarısız devlet olarak etiketliyorlar, devletin hükmünün geçmediği ve halkın ihtiyaçlarını karşılayamayan başarısız bir devlet. Daha tehlikeli olan bir başka şey, Pakistan'ın uluslararası terör saldırılarıyla ilişkilendirilmesidir, böylece başarısız devlet katından haydut devlet katına iniyor, komşu ülkelere ve dünyaya tehdit yayan haydut bir devlet.

Irak, işgal öncesinde tam da bu durumdaydı. 9/11 saldırılarıyla ilişkilendirildi ve 45 dakika içerisinde Kitle İmha Silahlarını kullanabilecek durumda olduğu şeklinde bir hava estirildi. Böyle bir şeyin olmadığı gerçeği buradaki konumuzla ilgili değil; Pakistan, sürüdeki kara koyun olarak belleniyor artık dolayısıyla da sürüden alınıp kesilmesi gerekiyor. İngiliz Dış İşleri Bakanı 9/11'in Pakistan'daki aşiret bölgesinden yürütüldüğünü iddia etti geçenlerde. Pakistana karşı sergilenen bu tutum, ülkenin kuruluşundan bu yana karşılaştığı en vahim tehdittir.

Batının Pakistanı hedefe koymasının ardındaki gerekçeler, Pakistan ve benzer şekilde dünya medyasının gösterdiğinden daha derin ve karmaşıktır. Pakistan ve civarındaki alan siyasi, iktisâdi ve askeri bakımdan devâsa öneme sahiptir ve ABD'nin Pakistanı dokunaçlarından yakalamayla meşgul olmasının gerçek nedeni budur.

Pakistan, buna Belucistan ve Kuzeybatı Sınır Eyaleti dâhil, kaynaklar bakımından zengindir, külliyetli miktarlarda altın, bakır, kömür, petrol ve gaz rezervleri vardır. Pakistan'ın çevresindeki ülkeler de böyledir, mesela Afganistan ve Orta Asya ülkeleri dev petrol ve gaz yataklarına sahiptir. Amerika sadece bu kaynakları değil bunların Gwadar limanına taşınacağı nakil güzergâhlarını da denetimi altına almak istiyor. Afganistan'ın güneyindeki yabancı askeri üsler, Türkmenistan'dan Pakistana uzanacak boru hattı güzergâhı üzerindedirler. Amerika, Afganistan'ın Kuzeybatı Sınır Eyâletiyle birleşmesinden ve ABD'ye uşak kukla bir hükümetin yöneteceği Belucistanı "özgürleştirmekten" büyük çıkar elde edecektir, tıpkı Afganistan'da yaptığı gibi.

Ortadoğunun hayâti bir kesimindeyiz ve burada dev petrol yatakları bulunuyor. ABD son elli yıl içerisinde İngiltere ve Fransayı yerlerinden ederek başarılı bir şekilde bölgenin hâkim oyuncusu haline geldi, şimdi ise bölgedeki başlıca petrol yatakları üzerinde askeri işgal yoluyla doğrudan veya uydu yönetimlerle dolaylı olarak sağlam bir denetim kuruyor. Petrol üzerinde böylesi bir denetim tesis etmesi Amerikan petrol şirketleri için hayâtidir, benzer şekilde Amerikan bankacılık sistemi için de; zira petrol ticareti, dolar üzerinden yapılmaktadır ve doları basma iradesi Amerika'ya aittir. Şayet petrol Amerikanın denetimi dışına çıkarsa bu emtianın satışı artık dolar üzerinden yapılmayacak dolayısıyla dolar çökecektir; tabi beraberinde Amerikan bankacılık sistemini de çökertecektir. Time dergisinin 2000 yılı sonlarında yayınlanan bir sayısında Saddam Hüseyin'in Irak petrolünü dolarla değil Avro ile satmaya niyetlendiği ve ABD'nin bu yüzden işgalde yani Irak petrolü ve ticari faaliyetin yürütüldüğü para birimini güvenceye almada kararlı olduğunu yazıyordu.

Câri durumun teminat altına alınması için petrol yataklarının kontrolü yetmez, güzergâhların da kontrol edilmesi gerekir. Petrol, Basra Körfezinden başlayarak Hürmüz Boğazı ve Umman Körfezi üzerinden tankerlerle taşınıyor. Bu nakliye güzergâhı her ne pahasına olursa olsun ABD tarafından korunmalıdır ve bu çapta bir Amerikan donanma gücünün bölgede olması bu yüzdendir (Beşinci filo Bahrayen'de üslenmiştir); Amerika'nın böylesine şevkli olmasının sebebi başka hiçbir gücün bölgede askeri güç gösterimine gidememesi uğrunadır

Sovyetlere karşı Afgan savaşı, Sovyetleri bu hayâti bölgeden uzak tutmak için ABD tarafından desteklendi. ABD bugün aynı şekilde Çin'i görmek istemiyor, Çin'in siyasi ve askeri gücünün bölgeye eriştiğini görmek istemiyor; diğer başka şeyler bir yana, Çin Gwadar limanına büyük yatırım yaptı ve askerlerini konuşlandırma niyeti var. Böylece Amerika'nın Belucistanı Pakistan'dan kopartma şevkine, bütün bir bölgeyi doğrudan nüfuzu altına almasına şahit oluyoruz.

Üçüncü olarak, Amerika'nın Pakistan'daki yoğun faaliyetleri ve çıkarlarının ardında yatan en önemli sebep, Pakistan'ın kendi kendine yönelttiği tehdittir. Amerikan çıkarlarına yönelen Pakistan kaynaklı bu belirli tehlike, batı medyasının dillendirdiği gibi öyle terörizm değildir. Bizzat bu ülkenin insanlarının gerçek arzularından neşet eder – ister demokratik isterse diktatörlük şeklinde olsun - beşeri kanunların, birkaç güçlü ailenin ve seçilmiş grupların çıkarlarını sağlama aldığı, başarısız bir tasavvur olan sekülerizmden onları kurtaracak olan İslami yönetim sistemidir bu.

Maryland Üniversitesinin bu yılın başlarında İslam âleminin kilit bölgelerinde yaptığı bir kamuoyu yoklaması bu fikri kuvvetlendirmektedir. Fas, Mısır, Pakistan ve Endonezya gibi ülkelerde yapılan araştırmaların sonuçları birbirleriyle harfi harfine tutarlı. Şeriat kanunlarının ülkede uygulanıp uygulanmaması gerektiğiyle ilgili soruya Pakistan, Mısır ve Fas'taki insanların dörtte üçünden fazlası evet derken Endonezya'dakilerin yarısı evet dedi. Hilafet olarak bilinen bu sistemden batı korkuyor zira sadece Pakistan ve çevresinde değil seksen yıl önce Osmalı hilafetinin düşüşünden sonra altmış ulus devlete bölünen İslam âlemindeki hâkimiyetlerinin er geç sona ereceğini de ifade ediyor. ABD bunu biliyor ve son birkaç yıldan beri üst düzey Amerikalı yetkililerin batılı halkların damak tadına uygun propagandaları bu durumu teyid ediyor. En meşhur alıntılardan bazı örnekler verelim. George W.Bush: "Herkesin onların menfur ideolojilerine göre yönetileceği Ortadoğuda halifelik adını verdikleri şedid bir siyasi ütopya gerçekleştirmek istiyorlar." Dick Cheney: "Nihâi amaçları ve cesurca beyan ettikleri şey İspanya, Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Güney Asya'dan Endonezya'ya kadar uzanan bir halifelik tesis etmek. Ve bu kadarla da kalmayacaktır." Donald Rumsfeld: "Ana mecradaki müslüman rejimleri istikrarsızlaştırmak ve halifeliği tesis etmek istiyorlar; ülkede herkesin ne yapabileceğini bir avuç din adamı belirleyecek ve sonra Endonezya'dan Ortadoğu'ya, Kuzey Afrika'dan Güney Avrupa'ya kadar küreye yayılacaklar.
Amerika, Pakistan'ın teknolojik bakımdan ileri, güçlü bir İslam devleti olacak kapasitede olduğunu maalesef Pakistan müesses nizamından daha iyi takdir ediyordur; Pakistan, tarım ürünleri ve mineraller bakımından zengin, büyük ve genç, pek çok sahada uzman bir nüfusu var; yenilikçi bir askeri sanayi kompleksinin sırtladığı güçlü, nükleer silahlı bir ordusu var. Askeri sanayi kompleksi her geçen gün kapasitesini artıyor, kendi uçaklarını, tanklarını, denizaltılarını, füzelerini ve savaş gemilerini üretiyor; ve Pakistan, iktisâdi ve siyasi bakımdan stratejik bir coğrafyaya yayılmıştır.
ABD bölge üzerindeki denetimini muhafaza edebilmek için emekli Albay Ralph Peters tarafından 2006 yılında çizilmiş Büyük Ortadoğu haritasını üretti. Pakistan, Irak dâhil çeşitli ülkeler gibi, bu haritada muhtelif parçalara ayrılıyor ve ardında sadece Pencap ve Sindh eyâleti kalıyor; şayet bunları da Hindistana vermezlerse.
Bu gündemi çabuklaştırıp kolaylaştırmak için ABD ve Batı, Pakistana ilişkin bir dizi çirkin faaliyet yürütmeye başladı. Bu çirkin faaliyetin ilk sahnesinde psikolojik savaş var; Batı kamuoyu Pakistan aleyhine döndürülüyor. Bu ve diğer merhaleleri kolaylaştırmak için ABD özel kuvvetleri, istihbarat servisleri, kötü şöhretli ve insafsız paralı askerleri Blackwater, Pakistan'da bulunuyor. Hata yapmayın sakın, bu kurumların Pakistan'daki görevleri Pakistan'da düzeni bozmak ve huzursuzluğu beslemektir. Ve bu hususta çok tecrübeliler. Son projeleri Irak'tı, işgal öncesinde ve sonrasında kullanıma sokuldular. Etnik grupları birbirlerine düşürmede çok faaller, sivil nüfus içerisinde bombalama ve öldürme olaylarının sürekli olarak yaşanması için çalışıyorlar. Örneğin Irak'ta Arap kıyafeti giyinmiş batılılar, beraberlerinde patlayıcılar olduğu halde yakalanmışlardı; patlayıcıları pazar yeri gibi kalabalık mahallere kendileri yerleştiriyorlardı.
Güvenilir kaynakların bildirdiği bir diğer taktik, masum şoförleri kontrol noktasında durdurarak yapılıyor. Şoförü indirip araçtan uzaklaştırıyorlar, aracın kapılarına ve koltuk altlarına patlayıcılar döşüyor ve sonra şoförü serbest bırakıyorlar. Şoföre aracın ruhsatını geri alabilmesi için kendisine belirtilen karakola hemen gitmesi gerektiği söyleniyor. Araç belirlenen hedefe vardığında bombalar uzaktan patlatılıyor.
Aşiret bölgesindeki halkın ülkenin güvenlik kuvvetlerine karşı kışkırtılması Pakistan'da da buna benzer şekilde cereyan ediyor. Tıpkı Irak'taki Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu gibi Belucistan Kurtuluş Örgütü benzeri ayrılıkçı grupların bu yabancı eller tarafından silahlandırıldığı sır değil. Her iki vakada da devletin parçalanacağı şartları oluşturmak amaçlanıyor, birinde Belucistan diğerinde Kürdistan.
Bunlara ek olarak, ABD Pakistana karşı tasarladığı tezgahı uygulamak için üst düzey ve tecrübeli yetkililerinden istifade ediyor. Bu isimlerden birisi Bush döneminde Dış İşleri Bakan yardımcısı John Negroponte idi; Obama döneminde ise Afganistan ve Pakistan özel temsilcisi Richard Holbrooke. Her ikisi de bir ülkeyi parçalamakta yahut iç kargaşa çıkarmakta tecrübe sahibi isimler. Örneğin Negroponte, seksenli yıllarda CIA'nin Latin Amerika'daki ölüm mangalarını yönetti; bu örgütlerin işi, ABD yanlısı diktatörlere gösterilen direnci vahşice kırmak yahut seçilmiş iktidarları devirmekti.
Holbrooke'un kariyeri Amerika'nın en kanlı dış müdahalelerinde şekillenmiştir. Şu an batık banka statüsündeki Lehman Brothers'da sekiz yıl müdürlük yapması bir yana, Holbrooke'un çok kanlı başarıları vardır. Vietnam dilini bilen genç bir danışman olarak John F.Kennedy tarafından Vietnama gönderilmişti. Vietnam savaşı tırmandığı vakit, Mekong Deltasında Güney Vietnam rejimini desteklemeye çalışan Amerikalılar arasındaydı; 1966'da doğrudan Beyaz Saraya atandı; Lyndon Johnson döneminde Vietnam kadrosundaydı ve milyonlarca insanın hayatını kaybettiği Vietnam savaşını tırmandırmada Johnson'a yardım etti.
Holbrooke daha sonra, 1977-81 arasında, Doğu Asya ve Pasifik'ten sorumlu Dış İşleri Bakanı yardımcılığına getirildi, Endonezya'da zalim Suharto rejimine destek verdi. 1977 Ağustosunda, Doğu Timor'daki kıyımın zirve yaptığı zamanda İnsan Hakları bahanesiyle Suharto'yla görüşmek üzere Endonezya'ya gitti. Holbrooke Suharto'nun insan haklarında aldığı mesafeyi övdü; aslında Amerika'nın Suharto rejimine verdiği örtülü askeri yardımı sağlama almıştı. Holbrooke, 1980'de Suharto yönetimindeki Endonezya'yı "belki de yeryüzündeki en büyük ulus" diye nitelendirmişti.
Medya, 1995 Dayton Antlaşmasıyla Bosna Savaşının sona ermesine hizmet ettiği gerekçesiyle Holbrooke'tan sevgiyle söz eder. 1990'ların başlarında Yugoslavya'daki krizi sona erdirme sorumluluğuna bakınca, Dayton Antlaşması ABD'nin bu ülkeyi parçalara ayırarak balkanlaştırmasına ve bölgede kendi ayak izini bırakırken aynı zamanda da Rusya'nın nüfuzunu azaltma gâyesine hizmet etmiş, bunu başarıyla yerine getirmiştir. Dahası, Yugoslavya'daki kargaşa IMF'nin bu ülkeye dayattığı iktisâdi tedbirlerin uygulamaya konmasından sonra hareket geçmiştir. Federal yönetim iflas etmiş ve eyâletlere gereken desteği verememiştir. Böylece parçalanma süreci başlamıştır. Benzer bir ikilemle bugün Pakistan karşı karşıya.
Pakistan'ın batı sınırını 19. yy sonlarında İngiliz Mortimer Durand çizdi. Bugün Amerikan ordusundan bir şahıs benzerini öneriyor. Pakistan seçkinleri kalemi ellerine alıp devletin sınırlarını kendilerinin çizmesi gerektiğini hala farketmiyorlar mı?
Böylesi bir fırsat penceresi tam da bugün açık. Askeri ve siyasi satranç tahtası yani Pakistan, halka karşı samimi olanların lehinde. Bununla birlikte gelip giden her bir Amerikalı yetkiliyle, Pakistan'da iş başına gelen giden samimiyetsiz her bir yöneticinin uygulamalarıyla, ve her bir karenin gün be gün Amerikan hakimiyetine düşmesiyle düşmana her gün daha fazla taş kaybediyoruz.
Pakistan'dan ABD ve NATO askerlerine uzanan ikmal güzergâhı gecikmeksizin kapatılmalıdır, bu kuvvetlerin cankurtaran halatından mahrum kalmaları onları kısa sürede durma noktasına getirecektir. İster asker, istihbarat uzmanı veya diplomat olsun isterse gazeteci, fotoğrafçı veya akademisyen olsun yalnızca casusluk yapan bu Amerikalı ve batılı tüm personel gecikmeksizin derhal kovulmalıdır. 73 hektar daha büyük bir alana yayılacak olan İslamabad'daki Amerikan büyükelçiliği de hemen ve derhal kapatılmalıdır
Mağduriyetin kavgasını veren mahalli gruplara ve Pakistan'daki dini gruplara karşı yürütülen tüm faaliyetlere son verilmeli ve onlarla ilişkiler yeniden tesis edilmeli ve geri kazanılmalıdırlar. Bu kişiler bizim insanlarımız, Ümmetin bir parçasıdırlar ve ayrıca askeri bir varlık olarak muamele görmelidirler zira ordunun bir uzantısı olarak etkin bir şekilde çalışabilirler.
Afganistan geleneksel olarak Pakistan'ın onbeşinci eyâleti olarak çalışmıştır ve bu ülke, Pakistana karşı hasmane faaliyetlere beşiklik eden bu, ülke Büyük Pakistana dâhil edilmelidir. Batı sınırlarının bu şekilde genişlemesi, Hindistan'ın da istifade ettiği bu zayıf cenahı ortadan kaldırarak Pakistanı güçlendirecektir.
Bundan başka, ABD'nin zayıf bir konumda olduğu fark edilmelidir, Pakistana ordusuyla kavga edecek durumda değildir. ABD zayıflama sürecinde ilerliyor, işaretlere bakılırsa mâli kriz Amerika'yı on yıl süreyle kötürümleştiren 1930'ların Büyük Buhran'ından daha zorlu olacaktir. Irak mâcerasından sonra ABD ordusu moralini kaybetti ve hayal kırıklığına uğradı, Obama yönetimi Pakistan ve Afganistana yoğunlaşırken tüm rütbelerden askerler Irak savaşının temelini sorguluyorlar. Batı toplumlarında kendi hükümetlerine karşı güvensizlik ve şüphe gittikçe artıyor, pek çoğu liderlerinin politikalarını öyle çabucak kabullenmeye hazır değiller.
Bu gerekli adımları atmadan evvel Pakistan'da gücü elinde bulunduranlar bilmeliler ki ancak ve ancak azimli ve samimi ellerle İslam sancağını kaldırdıkları takdirde bu eylemlere girişebilir ve Pakistan müslümanları için var olan bu vatanı koruyabilirler. İnsanları bir araya getirecek olan sadece İslamdır, onları aynı istikamete yöneltecek ve halkın gönlündekini açığa çıkartacaktır. İnsanların hazır olduğunu, samimi bir şekilde kendilerine liderlik edilmesine razı ve bu yönde şevkli olduklarını, bu dava için sağlam duygular beslediklerini, bunu kanıtladıklarını bilerek cesur olmalıdırlar; Ümmet, İslami meselelerde sokaklara döküldü: Hz. Muhammed'e (S.A.V) hakaret eden karikatürler yayınlandığında, İsrail'in Lübnan ve Gazze'deki son katliamında tüm bunlar açıktı.
Pakistan'da İslami bir sistem tesis etmek, Afganistanla birleşilmek sûretiyle diğer müslüman ülkelere açılan kapı biraz daha aralanacak, bu genişleyen İslam devletiyle birleşeceklerdir. Dev yeraltı kaynaklarına sahip ve İslami hassasiyetlerin fokurdadığı Orta Asya devletleri ve oraların arzulu halkı, İslam topraklarını siyasi, iktisâdi ve askeri bir bütün olarak birbirine bağlayacak 21. yy'ın hilafetine dâhil olacaklardır.
Yeniden tesis edilen hilafetin yüksek gâyeleri olacak ve selefi İslam medeniyetlerini gerilerde bırakmayacaksa da onlarla eşleşebilecek, onların düzeyini tutturabilecektir. Hz.peygamber 622 yılında ilk İslam devletini kurdu; Osmanlı hilafetinin son safhalarına kadar yaklaşık 13 asır boyunca müslümanların meselelerine İslam devleti nezaret etti. Dahası, bu devlet, bu dönemin büyük bir kısmında, dünyada liderdi, bilimin, teknolojik gelişimin ön safındaydı, vatandaşlarına – müslüman ve gayri müslimlere aynı şekilde - adalet ve refahı götürmede eşi yoktu.
Zirvede olduğu süre boyunca medeni dünyanın gözdesiydi, Bağdat, Şam, Kurtuba, Kahire gibi şehirlerde son derece saygın eğitim merkezleri vardı. Astronomi, fizik, kimya, biyoloji ve matematik sahasında pek çok keşif ve icâd bu dönemde yapıldı. Avrupa'da 19.yy ortalarında hız kazanan sanayi devrimi, İslam dünyasında yaşanan bu uzun aydınlanma sürecinin birikimi üzerinden kuruldu. Avrupa'nın seçkinleri öğrenim görmek amacıyla İslam devletinin eğitim merkezlerine gönderilirdi; Arapça konuşabiliyorlardı ve Arapça konuşabilmek önemli bir başarı olarak görülüyor ve seçkinliğin alâmeti sayılıyordu.
İslam devletinin son ve siyasi bakımdan en alt düzeyde olduğu devirde bile, dış gözlemciler bu devletin içindeki şartlara hasetle bakıyorlardı. Osmanli hilafetinin adli ve iktisâdi ahvalini 1833'de değerlendiren zamanın önde gelen İngiliz diplomatlarından David Urquhart, ülke boyunca uygulanan siyasetten etkilenir, bilhassa da halka / tabana uygulanan siyasetten. Tabana uygulanan siyaset hür teşebbüsü ve iktisâdi faaliyeti teşvik etmiş ve adalet ayakta tutulmuştur; buna karşılık olarak halk, devletin çıkarlarına anlayışla cevap veriyordu. İngiltere'de bu siyasetin izlenmesiyle İngiliz halkının da büyük menfaat elde edeceğini söylemiştir.
Allah'ın vücûda getirdiği mükemmel bir sistem olmanın yanısıra, İslamı tatbik edecek olan, zaafla mâlûl insandır. Asırlarca geçmişe dayanan İslam devleti 19.yy itibariyle bölünüp parçalanmaya başladı. Bu noktada anlaşılması gereken şey, tedrici gerileyişin ardındaki sebeplerdir. Mesela fikriyâtın ve kurumların çöküşü, İslam devletinin nihâi çöküşüne yol açmıştı.
Müslümanlar uzun zaman boyunca teknolojik ve askeri bakımdan çevrelerindekine nispetle üstündüler. Bu imrenilen mevkiye İslamın akidesine bağlılıkları, sorunlar karşısında İslami metinlerden çözüm türetme kabiliyetleri ve nihayet bu ilkelerin müslüman halklar tarafından kabul görmüş olması sayesinde ulaşmışlardı. Başka bir ifadeyle, İslam devletinin bu dönemi boyunca bir bütün olarak tüm müslümanlar hayat hakkında berrak bir bakışa / anlayışa sahiptiler; bu bakıştan, İslam şeriatından türetilmiş kanunlarla karşılarına çıkan yeni müşkül hallerin üstesinden geldiler.
19.yy değin uzanan nispeten uzun zaman boyunca gerçekleşen bir şey de müslüman cemaatin ana umdelerden uzaklaşmış olmasıdır. Halen İslam kanunlarını uygulamaya devam ediyorlardı ama bu kanunları türetmede kullanılan süreçlere dair kavrayışı toplu halde kaybetmişlerdi. Bundan dolayı da zamanın ilerlemesiyle her toplumun karşı karşıya kaldığı yeni gerçeklere yönelik çözüm üretebilecek bir durumda değillerdi artık. Sanayi devriminin 19.yy'ın ortalarında batı dünyasında hız kazanmasıyla birlikte – Avrupa toplumlarında yaşanan siyasi ayaklanmalar da bunlar dâhil – İslam âlemi âniden yeni bir ideolojik meydan okumayla karşılaştı ve sınavı geçemedi.
Batı'daki yeni icâtlarla, teori ve keşiflerle karşılaşıldığında Müslümanlar birdenbire niçin geri kaldıklarını anlamak için mücadele etmeye ve bu yeni gelişmeleri kendi medeniyetlerine nasıl uyarlayacaklarını düşünmeye başladılar. Kendi akidelerinin – ve oradan neşet eden kanunların – geçmişte benzer bir ilerlemeyle sonuçlandığını tasdik etmek yerine İslamı batıda yeni yeni yerleşen laik düşünceye uyarlayarak eğip bükmeya baktılar. Bu vahim bir hataydı ve İslam devletinin, varlığının temellerinden ödün verilmesi anlamına geliyordu. Devlet, entelektüel bakımdan başarısız olmuştu, fiziken düşmesi ise sadece an meseleydi ki resmen 1924 yılında parçalandı.
Dünya bugün kapitalizmin başarısızlığına ve bu ideolojiyi besleyen laikliğin gerçekliğine şahit oluyor; dünyadaki yaklaşık iki asırlık şu kısa geçmişinde iki dünya savaşına, tüm kıtalarda emsalsiz bir servet eşitsizliğine, fakirlik ve kıtlığa yol açtı.
Böyle bir arkaplanın olduğu bir zaman diliminde, İslam âleminde bir canlanma var, samimi ve adanmış müslümanlar İslami bir sistem, fikri bir alternatif teklif ediyorlar. Pakistan, böylesi bir geri dönüş için iktisâdi ve askeri potansiyel taşıyan bir ya da iki müslüman ülke arasındadır.
(...)
Sonuç olarak, Pakistan'da yapılacak böylesi bir reformasyon, ülkenin kurucu babalarının asli gâyelerine uygundur. Komşu müslüman ülkeleri kapsayacak şekilde genişleyecek bu İslam devleti, her hangi bir muhalefete karşı çetin bir meydan okuma olacaktır. Bunun ötesinde, İslam devletinin sınır, İslam dünyasının geri kalanına ne kadar hızlı ulaşabildiğiyle ilişkilidir. Fas'tan Endonezya'ya kadar tüm bir ümmet böylesi samimi ve güçlü bir İslami liderliği, hilafet çatısı altında birleşmeyi beklemektedir. Böylesi bir süpergüç, artık hükümsüz kapitalist sistemin özlenen alternatifini tüm küreye teklif edecektir.

Kaynak: Pkpolitics
Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı