Hele de bizim ülkemizde. Hele ki siyasilerin özür dilemesi... Pek mümkün değil... Özrü bir zafiyet, burnun sürtülmesi, acziyet gibi görüyoruz maalesef. Bunda elbette, 'Nasıl da tükürdüğünü yalıyor' basitliğinin de etkisi var şüphesiz.

'Kastı aşmak' diye bir deyim var, özür ile birleşince bir anlam ifade eder bu. Eğer hemen peşinden samimi bir özür dileme gelmiyorsa, kastı aşsanız ne olur aşmasanız ne olur. Son deprem akabinde yaşanan birtakım müptezelliklerde bu deyim de paramparça edildi. Kerameti kendinden menkuller, 'Kastı aşan anlamalar' diye, kendinde değil dinleyende hata bulan açıklamalar yaptı maalesef.

İş bu ve benzer nedenlerden dolayı Başbakan'ın özür dilemesini önemsiyorum. Nedeni ne olursa olsun; ister siyasi bir atak, ister samimi bir itiraf. Hiç fark etmez. Devlet, nicedir unuttuğu bir erdemi tekrar hatırlamış oldu.

Ve fakat tam da bu noktada Kemal Kılıç-daroğlu'na da hak veriyorum; özür yetmez!

Kesinlikle özür yetmez, evet.

Her ne kadar Sayın Kılıçdaroğlu bir nevi siyasi pişkinlik bile denebilecek tavırla, meseleyi kavramak yerine, düştüğü durumun pek acınası halini değerlendireceğine bunu söylemişse de, dilenen özrün kuru bir laftan ibaret olması çok fazla anlam ifade etmeyecektir.

Erdemli insan odur ki, yaptığı bilinçli, bilinçsiz bir yanlıştan sonra özür diler. Ve bu özrü telafi etmek için samimiyetini gösterir. Erdemli bir devlet için de aynı şey geçerlidir. Yaptığı hataları, yanlışları anladığı anda özrü dilemeli, bununla yetinmemeli ve yapılmış hatanın telafisi için gereğini yerine getirmelidir.

Doğrusu anamuhalefet partisinin özür karnesinin pek parlak olduğunu söylemek zor. 'Tokat atın' diyerek oy istediği halktan yediği okkalı şamardan sonra bile, durumu kavramaktan aciz bir şekilde halkı suçlayan raporları 'özeleştiri' diye açıklayan bir siyasi zihniyetten samimi özür beklemek, bunu kurumsal karakteristik olarak talep etmek ham hayalcilik olsa gerek.

Ancak iktidar partisi madem bu işe soyundu, devamını da getirmelidir. Türkiye, bir yandan geçmişin kirlerinden arınırken, lekelerini, arızalarını ortaya dökerken, diğer yandan samimi bir şekilde özür müessesesini devreye sokmak durumundadır.

Hazır devletin eli değmiş ve yolu açmışken, utanmadan, çekinmeden dilenmelidir özür...

Dikkat buyurun, şundan ya da bundan, şunun ya da bunun için, demiyorum... Belli bir kitleyi, belli bir düşünceyi, topluluğu da ima etmiyorum.

Şunu da bildiğimiz unutulmasın: Birtakım zihniyet 'Bugün olsa aynısını, hatta daha beterini yaparız' noktasındadır. Ancak bunların bir kıymet-i harbiyesi de kalmamıştır. Devlet devletliğini bilmeli, onurunu, haysiyetini düşünmeli ve komplekssiz bir şekilde özür dileyebilmelidir. Özür, insanları alçaltmadığı gibi, devleti de alçaltmaz.

Keşke aynı durum bu ülkenin insanları için de geçerli olsa. Toplumun herkesimi, ister topluca, ister birey olarak özür dilemenin erdemini tekrar kavrayabilse. Kendi geçmişine, içine yönelerek yaptıkları hatalar, yanlışlar ile yüzleşse ve özür dilese. Sonra da bunun telafisi için elinden geleni yapsa.

Ne bileyim artık bir 'özür günü' mü ilan edilir, bilemiyorum...

Özür bakanlığı mı kurulur, emin değilim...

Ya da her bakanlığa, resmî kurum ve kuruluşa 'özür genel müdürlüğü' mü açılır, fikrim yok...

Hepimiz birey olarak içimizde özre yer açabilmeli ve gerektiğinde bunu kullanmalıyız.

Körelttiğimiz, yitirdiğimiz, paslandırdığımız bazı manevi uzuvlarımıza tekrar can vermeyi denemeliyiz.

Türkiye'nin kredi notu düşmüş, tekrar yükselir... Cari açık bilmem ne olmuş, elbet bir gün azalır... Enflasyon inmiş, milli gelir artmış filan, bunların hepsi hikâye...

Esas, bu özür gibi mevzularda bireysel ve toplum olarak kendimize çekidüzen verdiğimizde gerçek huzur ve mutluluğu buluruz.

Yazı uzadı özür dilerim...

[email protected]  http://twitter.com/nedimhazar 

Kaynak: Zaman