10 yıl önceydi. Zaman uçuyor. Görüntüleri hatırlıyorum, tepkimi: şok, neredeyse bir inkar. "Çılgınca, olamaz!" Birkaç gün sonra Time Dergisi tarafından böylesine bir şiddet ve İslam arasındaki ilişki üzerine konuşmak üzere davet edildim. Açıkça söylediğimi hatırlıyorum: "Gerçekler hakkında pek çok başka gözlemci gibi sorularım vardı fakat Müslümanlar bunun dinim adına yapıldığını iddia ettikleri için, bir tavır almalı ve bu korkunç terörist saldırıları kınamalıydım. Bunların gerekçesi olamaz, sadece İslamcı olmamakla kalmıyorlar, anti-İslamcılar." O zaman, bu saldırıların potansiyel etkilerini en aza indiriyordum. "İslami terörist" ve "teröre savaş" denmeye başlanan şeyin ne boyutlarının ne de olası araçsallaştırılmasının tamamen farkındaydım. Oldukça hızlı biçimde bir dönüm noktasına şahit olduğumuz ortaya çıktı. Amerikan halkının tepkisi oldukça asil ve onurluydu. Medyaya ve politik kafa karışıklığına rağmen, yüzde 66'sı bu saldırıların İslam'ı temsil etmediğini düşünüyordu. Çoğu Müslüman komşularına yardım etmek ve yerel camileri korumak için hazırdı. Oldukça etkileyici.Başkan George W. Bush, vatandaşlarını ve özellikle Müslümanları bir seçim yapmakla karşı karşıya bıraktı. Ya bizimle ya bize karşısınız: başka seçenek yok. Amerikan vatandaşları ve Müslümanlar bir şekilde tuzağa düşmüşlerdi ve özellikle bir kaç hafta sonra, 11 Eylül'e meşru bir yanıt olarak Afgan savaşı başladığında desteklemek durumunda kaldılar. Ölecek masum Afganlar ve Usame bin Ladin arasındaki gerçek ilişki açık değildi. Yine de seçenek yoktu: slogan, ya bizimle ya bize karşısınızdı. Ben ikisine de karşı olmamız gerektiğini düşünüyordum. 11 Eylül saldırıları, Afganistan'daki savaş kadar açıkça ve katı biçimde kınanmalıydı. Ve daha geniş anlamda, sözde terörle savaş gerekçelendirilemezdi. Gerçekle yüzleşilmeliydi: dünya değişmişti.

Kendi güvenliğimiz için gözlenmeyi, sorgulanmayı ve şüphelenilmeyi kabullenmeliydik. Sosyal ve politik haklarımız kadar temel insan haklarımız (ilk olarak masum kabul edilmek) da sorgulanıyordu. Şiddet büyüktü ve güvenlik polisi de etkin olmalıydı. On yıl, Irak'taki "meşru" savaş da eklenerek, endişe, şüphe ve damgalanmaya şahit oluyorduk. Ana akım Müslüman eğilimleri, Batı'da olduğu kadar Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerde de, gittikçe daha fazla seslendirilmeye ve proaktif olmaya başladı: sadece olanlar kınanmıyor, aynı zamanda İslam'ın gerçek doğası anlatılmaya çalışılıyordu. Dünyanın her tarafında İslam'ı böyle bir tavırdan arındırmak için konferanslar, sempozyumlar ve dersler düzenleniyordu. 10 yıl sonra başarılı olduk mu? Durum ve rakamlar endişe verici: Batı toplumunun büyük çoğunluğu, sadece radikallere değil İslam ve İslam'ın gereklerini yerine getiren sıradan Müslümanlar hakkında da olumsuz bir bakışa sahipti. Şu anda Amerikalıların yüzde 72'si İslam ve Müslümanlar'ın ABD'de bir problem olduğunu düşünüyorlar. Oldukça endişe verici.

Müslümanların çoğunluk olduğu ülkelerde, durum aynı. Milyonlarca masum ya terörist saldırılarda hayatlarını kaybettiler ya da gerekçelendirilmiş bir misilleme olarak sözde terörle savaşın bedelini ödediler. 11 Eylül'ün sonuçları, yukarıdaki iki savaşın ötesinde, inanılmaz. Müslümanlar "ılımlı" olduklarını ispatlamak zorundalar çünkü hem yaşamda hem de seyahat ederken sürekli şüphe altındalar. Sürekli söyleniyor ve tekrarlanıyor: "Tüm Müslümanlar terörist değil fakat tüm teröristler Müslüman." Bu slogan medyanın İslam ile ilgili büyük ölçüde olumsuz haberlerini ve Müslümanlara karşı ayrımcı tavrı gerekçelendirdi.

Bize Usame bin Ladin'in öldürüldüğü söylendi. Kötü bir kitabın bir sayfası çevrildi ve geride bırakmanın vakti geldi. Arap ayaklanmaları kitlesel şiddetsiz protestoların diktatörlerin tahtlarını sallayabileceğinin kanıtı. Hiçbir şey açık olmasa ve gelecek belirsiz olsa da yeni bir enerji hissediliyor. Yine de Müslümanlar için en önemli özgürleşme, entelektüel ve psikolojik bir özgürleşme olabilir. Savunmaktan ve inanç ve değerleri için özür dilemekten vazgeçmeleri gerekiyor. Müslüman zihniyetine karşı savaşın yıkıcı etkileri var ve uzun vadede terörle savaştan daha tehlikeli olduğu ortaya çıkabilir. Milyonlarca Müslüman için yabancılaşmaya, korkutulmaya, belirsizliğe ve kendine güven yoksunluğuna direnmek anlamına gelebilir. Diğerlerinin yargıları değil kendi haysiyetleri açısından değerlendirmeliler. 11 Eylül bize İslam'ın en önemli manevi öğretisini öğretiyor olabilir: Entelektüel ve psikolojik özgürleşme özgürlüğün iki şartıdır. Manevi, zihinsel ve sosyal mücadeleleri aracılığıyla Müslümanlar özgür olmaya cesaret etmeliler. Özgürlüğün bir bedeli var.

Kaynak: Star