Yarın sandık başına gidiyoruz. Oy vereceğiz. Oy, vatandaşın ülke yönetimine katılmasının en önemli vasıtalarından biri. Kendisini temsil yetkisi veriyor ülke insanı 5 yıllığına. Oy vermek, bir anlamda kendi yüreğini yansıtması demek ülke yönetimine...

O yüzden diri bir bilinç gerektiriyor öncelikle oy.

Bir sorumluluk duygusu gerektiriyor.

"Nasılsanız öyle yönetilirsiniz" tarzındaki tesbit, bu açıdan çağların ötesinden bir doğruyu önümüze koyuyor.

Oy bilinci, kullanılırken diri olmak zorunda öncelikle. Seçtiğiniz insan ve kadro ne kadar sizi yansıtıyor sorusu üzerinde yoğunlaşmalı bilinç. Siyaset, bir ülkeyi bir hedefe taşımanın adı ise, oy verdiğiniz insan ve kadrolarla vizyon konusunda ne kadar bütünleşiyorsunuz, sorusunun bir cevabı olmalı içinizde. Farkında mısınız vekil tayin edeceğiniz kadroların hedeflerinin? Biliyor musunuz? Sizden emaneti aldıktan sonra da o hedefe yürüyeceğinden emin misiniz? Emanetlerini test ettiniz mi? Oy verdiğiniz kişi ve kadrolar da, sizden oylarınızı emanet olarak aldıklarının bilincindeler mi? Oy vermek "seçmek" demek. Neyi seçtiğinizi biliyor musunuz? Ülkenin kaderi üzerine söz söylediğinizin bilincinde mi sandığa attığınız oy? "Kerhen - merhen" değil, yüreğiniz katılıyor mu seçiminize? Evet öncelikle atılırken hazır bulunmalı oy bilinci.

Sonra, daha sonra bilinç diri kalmalı.

Oy, sandığa atılıp sorumluluğu biten bir nesne değil. Peşine iradenizi taktığınız bir nesne. Türkiye'de, bunun farkında olmayan bir dünya odak var. Öncelikle oy verdiğiniz insan, kopmamalı vekalet duygusundan, oyun emanet olduğu bilincinden. Kendisine verilen bilmem şu kadar oyun, aynı zamanda üzerine bir misyon, bir görev, bir sorumluluk yüklediğinden. Bunun hesabı bulunduğu bilincinden kopmamalı. İki duygu önemli burada: Bir, oyun "temsil gücü" verdiği bilgisi, iki, oyun "murakabe hakkı" olduğu bilinci. Vekil bu iki duyarlılıktan koparsa, bir, kendisine oy verenleri yeterli bir "güç"le temsil edemez, iki, zaman içinde "doğru - yanlış" duyarlılığını kaybeder. Yeterli güçle temsil edemez hale gelirse, vatandaşın haklarını yeterince savunamaz, doğru - yanlış duyarlılığını kaybederse, seçmenle yaptığı mutabakatı, sözleşmeyi kaybeder ve çıkış noktasının uzaklarına düşer. Oyun böyle bir niteliği olduğu bilgisinde hem seçmen, hem de oy verilen insan buluşmalı ki, temsili demokrasi sandık öncesindeki seçmen-vekil bağlantısını hep diri tutabilsin. Yoksa, sandık ikliminden uzaklaştıkça, vekalet duygusunun savrulduğu ortamlara düşmek işten bile değil ki, bu bir Türkiye gerçeğidir. Sadece şu geçirdiğimiz dönem, sandıktan çıkan insanların nasıl farklı kulvarlara savrulduğunun sayısız örnekleriyle doludur.

Oyun sandığa atılıp unutulduğu ve peşine seçmen iradesinin takılmadığı kanaati, Türkiye'de demokrasi açısından, yani işin özü açısından çok daha tehlikeli bir başka sonucu doğuruyor. O da, oy'un çok farklı biçimlerde - alanlarda tezahür eden etkin güç odaklarınca yok farzedilmesi, içinin boşaltılması, değer farklılaşmalarına maruz bırakılmasıdır. Türkiye'nin yönetim mantığı ve demokrasi standardı "oy ve sandık ne kadar belirleyicidir?" sorusundan sonra "Her oy aynı oranda belirleyici midir?" sorusuna kadar uzanan savruluşlar yaşamış, kimi zaman da "Oy aslında çok da belirleyici değildir" yargılarının şahlandığı günler geçirmiştir. Her şeyi en iyi bildiğini düşünenler vardır, Türkiye'yi herkesten çok sevdiğine inananlar vardır, işi halka bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya kaçacağından endişe edenler vardır, içlerinde memleketin yönetimi ağzı çorba kokanlara, ayağı çarıklılara bırakılmamalı hesabını saklayanlar vardır ve hin-i hacette çok özel misyonlarla donatıldıklarına inananlar vardır... Vardır ve vardır... Doğrusunu isterseniz, vatandaşın temsil yetkisiyle donattığı vekil için korku - endişe kaynağıdır bu "var"lar. Bizatihi hayattan alınmış korku filmleri arşivlerden gelir gelir gider zihinlere... "Vekil" kendisine verilen oyların zor zamanda arkasında ne kadar duracağını bilemez, ya da yeterince duracağından emin olamaz.

Bu kırılgan bir demokratik vasat anlamına gelir.

Merhum üstad Necip Fazıl sık sık anlatırdı:

Abdühlakim Arvasi Hazretlerine sormuşlar:

-Müslümanlar ne zaman kurtulur Efendim?

Cevap:

-Sen bana Müslümanı göster, ben sana ne zaman kurtulacaklarını söyleyeyim.

Bunu ülke yönetimine uyguladığımızda şöyle bir diyalog geliştirebiliriz:

-Bu ülkede millet iradesi ne zaman gerçekten egemen olur? Yani demokrasi ne zaman gerçekten demokrasi olur?

Cevap şu olabilir:

-Millet oyuna gerekli bilinci yüklediğinde, yani seçmen seçmen olduğunda... Oyuna yönelik yanlış girişimler karşısında "Aklından bile geçirme" tarzında bir irade sergilediğinde, vekilin çizgisi kırıldığında onu çok net biçimde düzeltme iradesini yüklendiğinde...

Yarın sandığa gidiyoruz. Bir de böyle bakalım istedim sandığa... (Oy bilinci, Yeni Şafak, 2 kasım 2002)