Arap devletleri aralarındaki bağları onararak bu ay sonunda Katar'da düzenlenecek olağan zirve için hazırlanıyor. S. Arabistan, Suriye-Mısır ilişkilerini bir mini zirvede tamir etti; Mısır ise Filistinliler arası görüşmelere ev sahipliği yapıyor.

Tüm bunlar memnuniyetle karşılanacak gelişmeler ama bağlar, diğer yandan da tamir edilebileceğinden daha hızlı bir süratle çözülüyor gibi. Çeşitli Arap devletleri İran'ın davet edildiğini duyunca içerlemiş. Ürdün basını, ülke tarihinin Katar merkezli el Cezire kanalında yapılan tasvirinden memnun değil.

22 Arap ülkesinin küresel ekonomik krizin daha da azdırdığı pek çok sorunu var (yerel ve bölgesel çatışmalar, sallantıdaki ekonomiler, hızla artan nüfus ve buna bağlı olarak artan okul ve iş ihtiyacı, su kıtlığı gibi) Ne ki beklenti çıtası düşük: Öyle ki makul düzeyde katılımın olduğu bir Arap zirvesi başarılı addedilecek.

Bir Arap ulusçunun geçmiş asırlara, bölgenin büyük bir kesiminin Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyetinde olduğu zamanlara özlemle bakmasında şaşılacak bir şey var mıdır?

Doğru, genç erkekler mecburi askerilik hizmetinden kaçmak için dağlara tepelere gizlenirdi o zamanlar. Ağır vergiler vardı ve gayri müslimler [zımmiler] dini vecibelerini yerine getirmek için bir miktar ilave vergi [cizye] ödemek zorundaydılar ama İspanyol Engizisyonundan çok daha iyi bir yaklaşımdı. Pek çok artıları vardı: Bir Arabın bölgede seyahat etmesi ve ticaret yapması bugüne nazaran çok daha kolaydı.

Araplar sanatta, bilimde ve yönetim alanında birçok başarının altına imza attılar ama yine de Arap devletlerini Türkiye'yle, dünya sahnesine güvenle ilerleyen bir ulusla, mukayese etmek moral bozucudur.

Mesela İsrail'in Gazze saldırısına verilen tepki üzerinden kıyaslayın. Arap dünyası dağınıklık içinde bocalarken Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan insanlığa karşı suç olduğunu söyledi. Erdoğan, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'in Davos'ta sarfettiği sözleri protesto etmek için azametle paneli terkedip giderken Arap liderleri oturma vaziyetindeydi.

Bu şekilde konuşmanın bedelini ödememesi, Türkiye'nin gücünün alâmetidir. Bilakis İslamcı yönetimine arzulu bir şekilde kur yapılıyor. ABD Dış İşleri Bakanı Hillary Clinton Mart ayında Türkiye'yi ziyaret etti; Barack Obama ise Nisan'da ziyaret edecek.

Türkiye, Arapların kazanamadığı bir şekilde dünyanın saygısını nasıl kazandı? Bunun sebepleri, Türk ve Arap tarihleri arasındaki farklılıkta yatmaktadır: Arap bölgesinin büyük bir kesimi, Osmanlı hâkimiyeti öncesi ve sonrasında ya işgale uğradı yahut da sömürgeci güçler - İngiltere, Fransa ve İtalya – tarafından kontrol edildi; Filistin üzerinde İsraille süren altmış yıllık çatışma Arapların enerjisini emdi; Arap petrolü, dış müdahaleyi çeken bir mıknatıs olmayı sürdürdü; Türkiye, NATO'ya katılarak ve AB'ne katılım için hazırlık yaparak Batının kaderine ortak oldu.

Ama Türkiye de mücadelelerle karşılaştı: Kanlı [bir terör], demokratik güçler ve ordu arasında zorlu bir mücadele ve laiklerle İslamcılar arasında keskin bir bölünme yaşadı.

Ve Türkiye, vatandaşlarının gözetlediği modern bir devlet olmaya çok yakın: Demokrasi, dış müdahaleye karşı korunma ve ekonominin sıhhatli bir şekilde yönetimi.

Seçimler Arap devletlerinde değişen derecelerde meşruiyete sahip fakat iktisâdi ve siyasi güç nihayetinde yöneticilerin elindedir. Liderler meşruiyetleri için halkın iradesine bağlı olmadıklarından dolayı içlerinden bazıları aslında yabancı müdahaleyi hoş karşılamaktadır ki bu siyasi teşkilatı da zayıflatmaktadır.

Ekonomik büyümeye gelince, Türkiye ve Mısır'ın nüfusları kabaca birbirine çok yakın (birinin 71 milyon diğerinin 81 milyon). Benzerliğin bittiği nokta yine burası. Türkiye'nin GSYH'ı 930 milyar dolar yani Mısır'ın 453 milyar dolarlık GSYH'nın iki katı. Türkiye'nin çektiği (125 milyar dolar) doğrudan yabancı yatırım da yine iki kat fazla (Mısırın payı 59 milyar dolar).

Câri iç üretimi emecek nüfus büyüklüğüne Arap ülkelerinin ancak çok azı sahip. Arap zirvelerinde defalarca söz verildi ama yine de Araplar arası ticaret, 1950'lerden beri toplam dış ticaretlerinin sadece yüzde 10'nu civarlarında seyrediyor. Aynı kalkınma düzeyindeki Asya ülkeleri ise Asya içi ticareti, toplam ticaretlerinin yüzde 35'ine yükseltebilmeyi başardılar.

Yapılacak zirvede bu gerçeklere hitap edilebilir ki edilmelidir de. Şu esaslar çervesinde ele alınabilirler:

İsrail'in kendi düzenlediği Gazze saldırısının serpintilerine mâruz kaldığına ve müstakbel sağcı hükümetinin şekline bakınca Arap Barış İnisiyatifi'nin halen güçlü bir diplomatik yumruk olduğu söylenebilir.

Madem ki bölge insanlarının serbest dolaşımına henüz hazırlıklı değiller o halde hükümetler mal ve hizmetlerin serbest dolaşımı için ellerini hızlı tutmalılar.

Konuşma özgürlüğü ve bilgiye erişim arttı fakat demokratik süreçlere artık daha fazla direnç gösterilemez (sadece seçimler yetmez, bütçeyle ilgili süreçler de şeffaf yürütülmelidir). Devlet ve vatandaşları arasında muhkem ilişkilerin tesis edilmesi, etnik ve dini çeşitliliği de ihtiva edecek ve yabancıların böl-yönet stratejisine hizmet eden hizipçi ayrılıkların üstesinden gelecektir. Dâhili istikrara kavuşmuş bir Arap dünyası İranı düşman olarak görmeyecektir.

İşte Arap zirvesinin bu meydan okumayı cevaplandırması umudu. Cevaplandırmadı mı! Madem ki öyle, gelsin Osmanlı, ne var ne yoksa, handiyse hepsi de bağışlanmak üzere.


Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın