Türkiye henüz Osmanlı geçmişiyle sağlıklı biçimde yüzleşme cesareti göstermeden, Osmanlı'yı doğru dürüst anlamadan yeni Osmanlıcılık esintisine yelken açarken, batı yönünde de Osmanlı tartışmaları yeniden gündeme oturdu. Yeni Osmanlıcılık söyleminin AKP tabanında içten içe gurur okşayıcı bir esinti haline dönüştüğünü kestirmek zor değil. Bir tarafta tarihi tümüyle reddeden, Osmanlı'nın olumlu hiçbir miras bırakmadığına hükmeden hatta onu tüm kötülüklerin, geri kalmışlıklarımızın kaynağı gören tipik cumhuriyet elitist yaklaşımı, bir tarafta ise Osmanlı'yı idealleştirip bir tür "asr-ı saadet" özlemiyle nostaljik bir dokunulmazlığa oturtan muhafazakar yaklaşım var. Tarihi inkar ederek ne gelecek inşa edilebilir ne de geçmişe sığınarak sorunlar çözülebilir. Tarih ve coğrafya olmadan kimliğin inşası mümkün olmadığı gibi tarihe takılıp kalmak da yarınlara ayak bağı da olabilir.

Osmanlının çökmesi sadece Türkiye'de yaşayanlar açısından küçülmüş bir coğrafyada ulu-devlet inşasıyla sonuçlanmış bir süreçten ibaret değil... Osmanlı'nın Ortadoğu'da bıraktığı boşluk hala doldurulamadı. Bölge dışı sömürgeci güçlerin Osmanlı sonrası oluşturdukları dengeler, bölgeye yabancı unsurların girmesi ve bu coğrafyanın ruhuna, kültürüne yabancı çözümler sadece kaos getirdi. Belki de bu kaos nedeniyledir ki bölge dışı güçler kurdukları hegemonik- bağımlılık ilişkisini sürdürebildiler.

İngilizlerin ve kısmen de Fransızların Osmanlı sonrası coğrafyada gerçekleştirdikleri sömürge yönetimi ve peşinden bağımsız 'ulus devletçik'lerle bölgedeki nüfuzlarını sürdürme çabaları bir süre devam etse de 2. Dünya savaşından sonra belirgin biçimde Amerika bu boşluğu doldurduSovyet etkisi ise kara sömürgeciliğe karşı kızıl sömürgeci karşı dengeden ibaretti. DEVAMI>>>