El Fetih'in, ne BM'nin Filistinli mültecilerin dönüşünü içeren 194 No'lu kararın uygulanmasını ne de 1.2 milyon Filistinlinin İsrail vatandaşlarıyla eşit muamele görme hakkını kapsayan – çünkü sorun İsrail'in iç sorunu olarak görülüyor ve Filistinli bir müzakerecinin katılımının gerek olmadığı savunuluyor-  nihai sorun hakkında kalıcı çözüme ulaşabilmek için müzakere masasına geri dönme kararı almasıyla birlikte, 20 yıldır devekuşu politikası izlendiği için göz ardı edilen bir takım can sıkıcı soruları da beraber getirdi. Güdülen bu politikanın temel tezi ise; Vizyonumuz olmazsa ortada yaratabileceğimiz herhangi bir tehdit de olmaz!

Peki, Filistinliler müzakere masasına oturmayı reddederse ne olacak? Veya bunun alternatifleri neler? Herkesçe bilinen şey, müzakere masasına dönüş kararının, ABD'nin Filistin tarafını suçlamaya yönelmesinden kaçınma esasına dayanan pragmatik gerekçeler sunduğu. İkincisi ise bu suçlamaların doğuracağı ağır sonuçlara katlanmama isteği. Esasında İsrail'in Oslo anlaşması imzalandığından bu yana bir türlü durdurmadığı yeni yerleşim yerleri konusundaki sorumsuzluğu ve iki devletli çözüm fikrinden vazgeçmiş olması, müzakerelere dönmemeyi haklı çıkarmak için paralel bir mantık oluşturmuyor. Bunun dışında Amerika'nın baskılarına boyun eğmemenin getireceği sonuçlardan biri de Filistin Ulusal Yönetimi'nin yaslandığı ve Filistin'deki varlığı için can simdi olarak kullandığı finansal desteğin kesilebilecek olması.

20 yıldır süren üretim olmadan tüketim ekonomisi ve İsrail'in güvenliğiyle bağlantılı olan finansal destek, safkan olmayan ve çıkarları, sonu gelmeyen, içi boş olan ve hiçbir çözüm üretmeyecek olan müzakerelerin devamına bağlı olan yeni bir burjuvazi tabakasının ortaya çıkmasına yol açtı. Filistin'de devekuşu politikası yürütenlerin görmek istemediği şey ise 20 yıldır süren sonuçsuz görüşmelerin önümüzdeki dokuz ay olacaklara dair bazı tahminler ortaya çıkarması. Şöyle ki:

- İsrail gelecek yedi sene Gazze'yi işgal etmeye devam edecek. İnsan Hakları Örgütü'ne göre Gazze, yeryüzündeki en büyük açık hava hapishanesi.

- Biz bağımsız bir Filistin devleti hayali kurarken Batı Şeria'dan kalan parçalar da yavaş yavaş koparılacak.

- Batı Şeria'da güvenlik duvarının yapımına devam edilecek.

- Filistinli mültecilerin dramının devam edecek.

- Kudüs ve Nekeb'de etnik temizliklere devam edilecek.

- 1.2 milyon Filistinlinin İsrail vatandaşlarından ayrılması için çalışmalara devam edilecek.

- Batı Şeria ve Gazze arasında yatay ve dikey bölünmelerin yapılacak.

Zorba bir tarafı temsil eden Filistinli müzakereci, yine zorba İsrail ile müzakere masasına oturması 1.8 milyon Gazzelinin yavaş yavaş ölüme maruz kaldıkları bir zamana denk geldiğini akıl edebiliyor mu? Veya 170 sivilin öldüğü binlercesinin yaralandığı acımasız savaşın üzerinden daha bir yıl bile geçmediğini hatırlıyor mu? Veya 1400 sivilin öldüğü yaklaşık 5 bin kişinin yaralandığı ve alt yapının tamamen tahrip olduğu saldırının üzerinden sadece dört yıl geçtiğinin farkında mı?

Müzakerelerin yürütülmeye başladığı süreçte Gazze'nin ekonomik durumu da git gide kötüleşmeye başladı. Tünellerin kapatılması, ona alternatif olabilecek çimento, demir, çakıl, metal, yakıt ve kimyasalların girişinin engellenmesiyle inşaat sektörünün bitirilmeye çalışılması ve buna paralel olarak işsizliğin artması, bununla birlikte fiyatların artması ve Filistinli vatandaşların gelirlerinin azalmasıyla ekonomik güçlüklerin had safhaya ulaşması krizi derinleştiriyor. Buna bir de Gazze'deki tek elektrik santralinin çalışması için gerekli olan yakıt sıkıntısının eksikliği eklenince bölgede insani hizmet alanında çıkabilecek problemleri ve sebep olacağı ciddi sonuçları göz önünde bulundurmak gerek. Bilindiği üzere şu an Gazze'de ciddi bir yakıt sıkıntısı var ve bu durum hayatın her yönüne kara bir bulut gibi çökmüş durumda. Bu noktada sağlık sorunlarının artmasıyla alakalı olarak uluslar arası uyarılar bile var.

Dikkati çeken şey, Gazze'yi saran bu ölümcül ablukanın kaldırılmasının, müzakere masasına dönüş şartları arasında olmaması. Talep edilen şey yalnızca İsrail'in iki devletli çözüme karşı sorumluluklarını yerine getirmesi ve yerleşim yerleri inşasını durdurması. Peki, bu tarz bir müzakere süreci uluslar arası toplumun gözünde ne ifade ediyor? Çözülmesi gereken şey çatışan iki taraf arasındaki anlaşmazlıkmış gibi duruyor. Bu oyalamayı İsrail zaten 64 yıldır yapıyordu. Ama bu sefer bölgede değiştirilmesi zor olan şeyler gerçekleştirmeyi resmi bir Filistin kılıfı içinde yapıyor.

Akıllara burada ikinci bir soru düşüyor: Bu tarz taleplere karşı radikal ama yaratıcı eleştirilirde bulunmak yalnızca bir fantezi olarak mı kalır? Ve daha da önemlisi taraflar bu tepkilere karşı güçlü olabilirler mi?  Hem laik hem dini olan sağcı akım, otoriter yönetimi yüzünden bizi bu noktaya getirmesine rağmen, bundan tamamen uzak duruyor.  Bu yönetimin sahipleri maalesef kişisel özgürlüklerin olmadığı, diğer görüşlerin kabul edilmediği, insan haklarına saygı duyulmadığı, ekonomik programların yapılmadığı, sosyal adaletin olmadığı ve hatta zekat ve sadaka kavramlarının bile olmadığı bir yönetimin sahipleri. Buna bir de aynı anda birbirinin aksi düşüncelerin ifade edildiği siyasi vizyon eksikliğini eklemek gerek.

Stalinciler olarak bilinen Solcular ise daha çok yapısal ve siyasal olarak önyargılı veya Oslo'ya bağımlı diyebiliriz. Onlar da, hiçbir özgürlük kavramının olmadığı yapay bir devrimin sunduğu suni konuşmalar içeren ve adını geçici çözüm olarak koydukları bir çerçevenin içine gizlenmiş durumdalar.  Bu yüzden de sağlam bir kitleye sahip olmak ve İslamcıların yetersiz kaldıkları alanı dolduracak yeteneğe sahip değiller!

Kaynak: Lübnan Al Ahbar
Dünya Bülteni için çeviren: Tuba Yıldız