15 yıl öncesinin haziran ayında, değişim kararlılıklarında ortaklaşan üç lider Beyaz Saray'ın bahçesinde yan yana durmuştu. Ürdün Kralı Hüseyin, Başkan Bill Clinton ve babam, yani İsrail Başbakanı İzak Rabin, İsrail'le Ürdün arasındaki 46 yıllık savaş halini sona erdiren Washington Deklarasyonu'nu imzaladı.

Çabalarının başarısında, ömür boyu süren bir ihtilafı sona erdirme arzusunu paylaşan iki liderin arasındaki insani kimyanın gücünün paha biçilmez bir katkısı vardı. İkisi arasındaki güven bağı İsrail kamuoyuna da sirayet etmiş, İsraillilerin Ürdün kralına karşı özel bir hayranlık geliştirmesine vesile olmuştu.

İmza töreni dünyayı da heyecanlandırdı. İsrailliler için umut ve iyimserlik dönemiydi bu. Fakat o gün babamın söylediklerinde gözü kapalı bir dürüstlük vardı. İsrail ve Ürdün halklarına tebriklerini gönderirken şu temenniyi dile getirmeyi de ihmal etmedi: "Savaşta her iki taraftan ölenleri hatırlayalım ve sınırın iki tarafındaki çocuklara şunu diyelim:
Bizimkinden farklı bir hayatınız olmasını umuyor ve bunun için dua ediyoruz."
Bu dürüstlük onun karakter özelliğiydi. Pragmatik bir lider ve bir gerçekçiydi. 

Netanyahu bile yumuşadı
Sonrasında yığınla eleştiri yöneltildi; babamın izlediği yola dair hâlâ sağdan ve soldan eleştiriler gelmeye devam ediyor. Ürdün'le barış, onu yapanların umduğundan mesafeli olsa da, yerli yerinde duruyor. Ancak Filistinlilerle, Washington Deklarasyonu'nu mümkün kılan Oslo barış süreci umulduğu gibi ilerlemedi.

Bugüne dek olan biten onca şeye bakınca, o umutlu günler uzak bir rüya gibi geliyor. Babamın ölümünden sonra Oslo'da ortaya konan çerçevenin kötüye gitmesinin, siyasi bir güç olarak barış hareketini yerle bir ettiğine kuşku yok. İsraillilerin bugün artık düşük çaplı, kaderine boyun eğmiş beklentileri ve bir barış muhatabı olarak Filistinlilere pek az inançları var.

Fakat İsrail halkının barışa ulaşmak için gereken zor kararları alma iradesini veya yeteneğini kaybettiğini düşünmek yanlış. Aslında tam tersi doğru. Babamın mirasının ana ilkeleri geri döndürülemez. Kitlesel gösterilerde ve sol partilerde tezahürünü bulan İsrail barış hareketi, eski gücünün çok uzağında olabilir, fakat babamı bir anlaşmaya giden yolu takip etmeye yönelten mantık İsrail oybirliğinin hiç olmadığı kadar ayrılmaz bir parçası konumunda.

1994'te İsraillilerin çok küçük bir azınlığı yerleşimlerin dağıtılmasından yanaydı; bugünse çoğunluğu destekliyor. Ariel Şaron'un nezaretinde gerçekleşen Gazze'den çekilme, babamı Filistin Kurtuluş Örgütü'yle anlaşma yapmaya sevk eden kavrayışın birçok eski muhalifi tarafından da benimsendiğini gösteriyor. Şaron babamın daha önce olduğu noktaya geldi ve İsrail Devleti'nin temel değerlerinin, Yahudi çoğunluklu demokratik bir devletin Filistinlilerle ayrılması gerektirdiğini anladı. O zamanlar İsraillilerin daha da küçük bir azınlığı Filistin devletinden yanaydı. Bugün yıllar boyu bu fikrin ateşli bir karşıtı olan Binyamin Netanyahu bile iki devletli bir çözümün gerekliliğini teslim ediyor.

15 yıl önce yaşananlardan, İsrail kamuoyunun gerçekçi bir barış süreci çerçevesinde iki devletli çözümü benimseme yönünde dönüşmesine katkı sağlayacak ne gibi dersler çıkarabiliriz? İlki, liderliğin önemini hatırlamamız gerekiyor. Babam için barış sürecini başlatmak kolay olmadı, fakat bunun tek seçenek olduğunu gördüğünde elinden geleni de ardına koymadı. İkincisi şu: İsrail barışı tek başına yapamaz. Ürdün'le yapılan anlaşmayı başarılı kılan, bunun ülkesinin çıkarına olduğunu idrak eden bir muhatabın varlığıydı. Kral Hüseyin kamuoyunun uzun yıllara dayanan muhalefetini tersine çevirip bir İsrail lideriyle omuz omuza durmayı istiyordu.

Kral Hüseyin'in adım atmasını mümkün kılan şey, İsrail'le Filistinliler arasındaki Oslo Anlaşmaları'ydı, fakat bu anlaşmalar süreci güçlendirdi ve meşruluk kazanmasına katkıda bulundu. Bugün diğer Arap liderlerinin de benzer cesareti göstermesine ve İsrail'le ilişkileri normalleştirme yönünde yapıcı adımlar atmasına ihtiyaç var. İsrail halkı Arap dünyasının (Kral Hüseyin'in yaptığı gibi) kendisini kucaklamaya hazır olduğunu görmeli ki, Filistinlilerle ilerleme mümkün olabilsin.

Washington Deklarasyonu, 'gerek psikolojik engellerin aşılması gerekse savaş mirasıyla bağların koparılması için adımlar atılması gerektiği' inancına çok güçlü bir vurgu yapıyordu. İzak Rabin İsrail'in sadece liderler arası güvene değil, halklar arası güvene de dayanan yeni bir gerçeklik inşa edilmesi gerektiğini biliyordu. İster inançlar arası diyalogla olsun, ister kültürel alışveriş, ticari ortaklık, akademik işbirliği ya da ortak altyapı projeleriyle olsun, bu yaklaşımı diriltmeliyiz. Ürdün Vadisi'ni, İsrail-Filistin-Ürdün ortaklığındaki kalkınma projeleriyle barış vadisine dönüştürme vizyonu, İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres tarafından teşvik edilmeye devam ediyor.

Obama büyük bir fırsat
15 yıl öncesi çok eski bir tarih değil.
O günün sembolizmi bize ilham vermeli. Yeterince cesareti olanlar için yeni fırsatlar yaratan bir sürekli değişim dünyasında yaşıyoruz. Barış sürecini teşvik etmeye kararlı olan bir ABD başkanı ve İsrail'le Arap dünyasının radikalizm tehdidini dizginlemek konusundaki ortak çıkarları sayesinde, bugün de böyle bir fırsat söz konusu olabilir. Siyasetçilerin, İzak Rabin ve Kral Hüseyin'in liderliğini ve cesaretini sergilemesinin tam vakti. (Suikasta uğrayan İsrail başbakanı İzak Rabin'in kızı, 1999-2003 arasında İsrail parlamentosu üyesiydi, Rabin Merkezi'ni yönetiyor, 30 Temmuz 2009)  

Kaynak: Radikal