Biz duygusallık ve gaddarlık döneminde yaşıyoruz. Bu durum Victoria dönemi İngilteresiyle Çarlık Rusyası’ndan pek de farklı değil. Son duygusallık göstergeleri için Suriyeli mülteciler krizine “şahsi bir tepki” olarak Londra ve Kent’teki evlerinin kapılarını açmayı teklif eden Bob Geldof’a ya da Avrupa’da inanılmaz şeyler olduğunu iddia eden Bono’ya bakmak lazım. Bir ihtimal Lenny Henry Suriye konusunda bir yardım toplama etkinliğine mi katılır? Ya da belki Angelina Jolie bir çocuğu evlat mı edinir? Alman tabloid gazeteleri bundan çok hoşlanacaktır. Onlar daha geçenlerde Arapça “Berlin’e hoşgeldiniz” rehberi yayımladılar.
Gaddarlık konusunda ise İngiltere Başbakanlığı’ndan daha güvenilir bir tedarik kaynağı yoktur. David Cameron’un mülteci krizine tepkisi, gelecek beş yılda her sene 4.000 mülteci kabul etmek ve insansız hava aracı saldırılarında Suriye’de iki İngilizin öldürüldüğünü duyurmak oldu. O ve Francois Hollande şimdi, sanki mülteci akınının sebebi IŞİD’miş gibi bu militan gruba karşı hava saldırılarına başlamaya can atıyor.
Bir insansız hava aracından ateş açmak için kanıtın ara sıra başvurulan bir yol olduğunu kabul ediyorum. Bunda iyi tahminlerde bulunulması -birinin komşusu hakkında dedikleri, 500 feet mesafeden bir hedefin nasıl göründüğü- daha güvenli bahislerdir. Öyle olsa bile, bebek Aylan Kurdi’ye olanlarla IŞİD arasındaki bağlantıyı anlayamıyorum.
İnsansız hava aracı saldırıları Suriye’deki çocukların katillerinden intikam almak içinse ortaya farklı bir sonuç çıkıyor: Suriye İnsan Hakları Ağı tarafından bu sene 2.236 çocuk ölümü belgelendi. Bunların 1.804’üne Suriye hükümeti yol açtı. IŞİD 104, Uluslararası Koalisyon Kuvvetleri de -sizden bizden- 58 çocuğu öldürdü. BM, geçen sene şubat ayına kadar 10.000 çocuğun iç savaşta öldüğü tahmininde bulunuyor. Çok daha fazlası da tecavüz, işkence, zorla savaştırılma gibi telaffuz edilemez dehşet olaylarına maruz kaldı.
Kurdi ailesi hakkındaki gerçek de karışıktır. Aylan’ın hayatta kalan babası Abdullah ve Abdullah’ın amcası Halid tarafından Middle East Eye’a anlatıldığı üzere bu uzun bir yürüyüşün hikayesidir: Geçimini sağlamak için Şam’dan Kobani’ye, Tel Ebyad’a ve nihayet İstanbul’a gelen bir berber. IŞİD Kobani’yi ele geçirince ailesi de ona katıldı. O zamandan bu yana bir sene geçti ve bunlar İstanbul’un Eyüp ilçesinde kıt kanaat geçinmeye çalıştılar. Bu Suriyeli Kürdün Avrupa’da daha iyi bir hayat kurmak için yaptığı ikinci teşebbüsün akim kalmasına ne yol açtı? IŞİD değil. Ve kesinlikle amcası da değil.
Amca Halid Şeno, “Avrupa asla bize yardım etmez. Avrupa’ya gitmektense Kobani’de yaşayıp ekmek yemeyi tercih ederim. Abdullah, gözü kapalı tehlikeye atıldı. Ben ona Avrupa’ya gitmek yerine Kobani’ye dönmesini söylemiştim. Ama o başka hayaller kuruyordu” dedi.
İnanılmaz bir şeylerin meydana geldiği söylenen Avrupa’ya dönelim. AB komisyonu başkanı Jean Claude Juncker, çarşamba günü ekstra 120.000 göçmenin zorla iskan edilmesi için bastırdı. Bu plan, bloktaki yeni üyeler Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Polonya ve Romanya tarafından pek beğenilmedi. Bunların cömertliklerinin dini tercihlere göre olduğu görülüyor. Slovakya ve Kıbrıs ile Fransız bir belediye başkanı, Hristiyan mülteci tercih edeceğini bildirdi.
Suriye’deki savaşı en çok destekleyen ülkeler, savaşın yol açtığı sonuçları da en az kabul ediyor. Stop The War’a göre, Suriye’ye en çok silah gönderen sekiz ülke, Almanya’nın aldığı mültecilerin yüzde ikisi kadarını kabul etti.
Yılda 500.000 Suriyeli mülteci alabileceğini söyleyen Almanya da bunu kalbinden ziyade beyninin bir gereği olarak yapmış olabilir. İngiltere’nin aksine Almanya’nın nüfusu azalıyor ve bu giderek hız kazanıyor. AB komisyonunun tahminine göre, Almanya’nın 2013’te 81,3 milyon olan nüfusu 2060’a doğru 70,8 milyon olacak. Böyle olursa bağımlılık oranı denilen, masraflı yaşlı insanların genç, zenginlik üreten insanlara nispeti yükselecek.
Almanya, ihtiyaçlarını tek başına Avrupa emek piyasasından da karşılayamayacak. Bertelsmann Vakfı için göçün sonuçlarını araştıran ekonomist Lutz Schneider, Spiegel Online’da AB ülkelerinden gelecek ortalama yıllık göçmen sayısının 2050’ye doğru 70.000’e düşeceği tahmininde bulundu. O, “İşte bu yüzden biz, gelecekte üçüncü dünya ülkelerinden iş için Almanya’ya göç edecek insanlara daha bağımlı olacağız. Halen Almanya’ya gelenler öncelikle mülteci olarak geliyorlar” dedi.
Bunlardan hiçbiri ‘kendini iyi hisset’ faktörünün yayılmasını önlemiyor. ‘Bir şeyler yapmalıyız’ tugayı gözyaşlarına gark olmuş vaziyette. Junckers, “Tekneleri geri göndermek Avrupalı tavrı değildir” dedi.
Ama bir an için dürüst olalım. Aylan Kurdi’ye tepkiler dev bir selfie, kimlikleri konusunda ihtilaflı, etnik ve dini azınlıklar konusunda kafası karışık ve geleceğinden endişeli insanlar tarafından çekilen portremiz oldu. Bu onlarla değil bizimle ilgiliydi. Bu ne Suriyeliler ne de onların etrafındaki fakir ülkelerin fedakarlıklarıyla ilgilidir. (Lübnan ve Ürdün şimdiye kadar dört milyon mülteci aldı.)
Bu, çocuklarla da ilgili değildir. Aylan Kurdi’nin sahile vuran o çaresiz fotoğrafı, dört senelik pis savaşın tüm çocuk kurbanlarıyla ilgili hafızamızı sildi. Şimdi Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın güvenlik kuvvetleri tarafından 29 Nisan 2011’de sürüklenerek götürülen ve bir ay sonra cesedi kemikleri kırılmış, hırpalanmış, sigara yanıklarıyla kaplanmış, penisi kesilmiş olarak iade edilen Deraa’lı 13 yaşındaki çocuk Hamza El Hatib’i kim hatırlıyor?
Hamza o zamanlar manşetlerde Suriye devriminin sembolü olarak adlandırıldı. O zaman sakindi. IŞİD yoktu ve dünya ayakta Esad’ın ayaklanmayı mezhepçi bir iç savaşa çevirmesini seyrediyordu.
Aylan ve Hamza, Orta Doğu’daki ihtilafın tek çocuk sembolleri değil. Muhammed El Durra, İman Hico, geçen sene Gazze’de plajda öldürülen dört erkek çocuk ve Batı Şeria’da kundaklama saldırısında yakılarak öldürülen bebek Ali Devabşe de Filistin ihtilafının sembolleridir. Bunlar da büyük hissiyata yol açmış ama Batı’da politika değişikliği getirmeye yetmemişti.
Aylan Kurdi, Avrupa’yı içinde bulunduğu uyuşukluktan çıkaracak kadar sarsmadı. Ama onun acı ölümü yurtta bir hususa sert darbe indirdi. O da bizim tüm yazı Akdeniz’deki boğulmaları inkâr etmeye çalışmakla geçirmemiz.
Orta Doğu, Avrupa’nın komşusudur, ondaki ihtilafların sirayet etmesini ve insanlarındaki sefalet dalgalarını önleyebilecek bir hudut engeli yoktur. Irak, Suriye ve Libya’da olanlar, doğrudan ya da dolaylı olarak, İngiltere, Fransa ve Amerika’nın başlattığı ve devam ettirdiği büyük siyasi hatalar ve savaşların bir sonucudur. Suriye’de şehirler yavaş yavaş yerle bir oluyor ve muhtemelen ülke bir daha üniter bir devlete dönmeyecek.
Askeri bir diktatörlük tarafından ele geçirilen ve ülke çapında isyan başlayan Mısır’da olanlar, doğrudan İngiltere, Fransa, Almanya ve Amerika’nın demokratik süreci terk etmesinin sonucudur. Bu sene daha önce de yazdığım gibi, Avrupa Sınır Güvenliği Ajansı Frontex’e göre Kuzey Afrika’dan göçler, 2013’teki askeri darbeye kadar gerçekten düşüyordu. Eğer Mısır bir devlet olarak başarısız olursa -pekala olabilir- Mısırlılara kuzeye yönelmekten başka yol kalmaz. Bu durumda teknelere akın eden insan sayısında muazzam artış olur.
Milyonlarca Arap iki savaş için mücadele ediyor: Demokrasi için savaş ve daha iyi ekonomik gelecek için savaş. Her iki cephede de Avrupa’nın Arap gençliğine sunacak hiçbir şeyi yoktur. Avrupa’nın politikası Arap ülkelerindeki diktatörleri desteklemek ve kötü kokular için burnunu tıkamaktır. Atalet içindeki Avrupa demokratik standartlarını koruma ya da zenginliklerini paylaşmaya isteksiz duruyor. Orta Doğu’nun krizi Avrupa’nın da krizidir.
Kaynak: The Middle East Eye
Dünya Bülteni için çeviren: Arif Kaya