Anladık ki, 2004'teki değişiklikten sonra eşcinseller sadece hukuk içine alınmakla kalmamışlar, hertürlü eleştiriye karşı da korunmuşlar. Giderek Avrupa'dakinin aynısı, bizde de geleneksel İslam ahlakına ve yaşama tarzına aykırı marjinal tercihler ve yaşama biçimleri özel koruma altına alınmış bulunuyor. Böylelikle toplumun kendini savunma mekanizmaları bir bir elinden alınıyor. Öyle bir döneme geldik ki, ahlak dışı tutum ve davranışları eleştirmek ciddi manada cesaret işi oldu.

Eleştirilerimi manşete çıkaran Milliyet Gazetesi "beni ortaçağ kafalı" ilan etti. Manşetin üstüne "Bir zamanlar o da 'hoşgörülü'ydü!" cümlesini eklemeyi de ihmal etmedi. Medyanın dilinden anlayanlar bilir ki, bu tür manşetler –hele fotograflı olunca ve iki gün üstüste tekrarlanınca- aslında amaçlanan haber yapmak değil, hedef göstermektir. Milliyet açık bir biçimde suç işledi.

AK Parti'yi, cemaatleri, eleştirmek 'demokratlık' oluyor ve demokratlık sadece bununla sınırlı. Holding medyası eleştiri hakkını, demokrasiyi ve ifade özgürlüğünü böyle tanımlıyor.

Benim beslendiğim irfan, düşünce ve bilgi kaynakları, başkalarının beni demokrat saymasına lüzum hissettirmez. Referans çerçevem başka hiçbir şeye ihtiyaç hissettirmeyecek kadar zengin ve sahicidir. Ayrıca benim durumumda olan Müslüman yazarlar, sadece hak sözü ve hakikati dile getirmekle yükümlüdürler, doğru tanımlamayı ve karşılığı da sadece Allah'tan beklerler. Holding medyası ve tercihli lobiciler istedikleri ismi ve sıfatı verebilirler. Kendimi hiçbir zaman belli bir medya grubunun veya bazı çevrelerin hoşuna gidecek şeyler söylemek zorunda hissetmem. Kendime yakın insanları eleştiriyorsam, eleştirilmeyi hake den her düşünceyi eleştiririm.

Eşcinsellerle ilgili söylediklerime gelince.
Ben tabii ki, eşcinsellerin Irak ve Afganistan savaşında kategorik olarak sivilleri öldürdükleri kanaatinde değilim. Sadece tartışılan bir konudan söz ettim ve bunun önemli olduğunu düşünüyorum. 2003'ten bu yana Irak'ta utanç verici işkenceleri ve sivil katliam suçunu işleyenlerin, bu suçları hangi saiklerle işlediklerini Ortadoğu'nun aydınları tartışıyorlar. Bu tartışmalar çoğu zaman bizdeki gibi alenen de yapılmıyor, kapalı oturumlarda  ele alınıyorlar. Özellikle kapalı toplantı veya oturumların seçilmesinin sebebi, Müslüman  insanın onuruna verdiği değerdir. Birkaç bin Iraklı'ya yapılmış utanç verici muamele, hakikatte bütün Iraklılara ve Müslümanlara karşı yapılmış sayılır. İnsanlar bizde de 12 Eylül hapishanelerinde maruz kaldıkları işkenceleri anlatmaktan kaçınıyorlardı, halen kaçınanlar var. Bu çok tabii ve insani bir durumdur.

Öne sürülen iddialar dehşet verici. Buna göre işgalden önce ABD'liler bölge halkı üzerinde derinlemesine araştırmalar yapmışlar. Vardıkları bir sonuca göre, "işgale karşı direnci kırmanın yolu, Ortadoğu halkının çok değer verdiği şey her ne ise onu zedelemekten geçer. En yüksek değer onurun olduğunu tespit etmişler. O halde yapılması gereken şey, direnişçilerin onurlarını (şeref) kırmak olmalıdı". Bunun için de esir alınan direnişçileri utanç verici tutum ve durumların içine düşürmek lazım. Ebu Gurayb hapishanesinde açığa çıkan yüz kızartıcı işkence ve bazı Amerikan askerlerinin Irak'lı erkek esirlerin ırzlarına geçmeleri direncin kaynağı olan şerefi zedelemekle ilgilidir. Düşünün bir adamı esir alıyorsunuz, once gözünün önünde karısının, kızının veya kızkardeşinin ırzına geçiyorsunuz, sonra da üstüne bir eşcinsel hastayı saldırtıyorsunuz, o da onun ırzına geçiyor. İşkenceciler bu işte eşcinsel askerleri kullanmışlardır. Aksi düşünülemezdi, çünkü sıradan bir asker, bir kadının ırzına geçer ve elbette suç işler, ama eşcinsel olmadıkça bir erkeğin ırzına geçmeyi kabullenmez. Dolasıyıyla bu işte eşcinsellerin kullanılmış olması iddiası pek de temelsiz sayılmaz.

Bu tartışmada öne sürülen diğer bir görüşe göre, özellikle sivilleri katledenlerden eşcinseller daha istekli, daha agressif davranıyorlar. Bu tabii ki kanıtlanmış değildir, bir iddiadır. Her iddia gibi kanıtlanırsa eğer, bir gerçeklik kazanır. Ama tezler, iddialar sadece labratuvarlarda kanıtlanmazlar; tartışılırlar. Tartışma doğrunun anlaşılması için gereklidir; ifade özgürlü bunun için gereklidir.

Bir başka iddia var, o da, işgal altındaki topraklarda çok sayıda erkek çocuğa bazı askerlerin tecavüzde bulunması, onları cinsel olarak istismar etmesidir. Irak ve başka yerlerde büyük trajediler yaşanıyor. Ve elbette insanlar bunları gündeme getirip haklarını savunacak, seslerini duyurmaya çalışacaklardır.

Bu iddialar konuşulmalı, Ama elbette dünyanın bir yerinde suç işleyen bir eşcinsel varsa, bu bütün eşcinsellerin aynı suçtan dolayı itham edileceği, sorumlu tutulacağı anlamına gelmez. Sadece bu tercihin söz konusu suçların işlenmesinde hangi oranlarda etkili olduğu konusunu tartışma gündemine getirmektedir.

Gel gör ki, Türkiye'de öyle bir tahakküm atmosferi yaratılıyor ki, eşcinsellere "gözünün üstünde kaşın var" denmesine izin verilmiyor. Lobiler şeklinde çalışan örgütlü eşcinseller, kendilerinin her türlü eleştiriden muaf tutulmasını istiyorlar. Eşcinselliği ve bazı eşcinsellerin yapıp etmelerini eleştirmek ile onlara karşı nefret yaymak arasında hiçbir bağlantı yok. Eliştiriye maruz kalan herkes, "bana karşı nefret suçu işleniyor" iddiasını öne sürüp, ifade özgürlüğünü tümüyle ortadan kaldırmak isteyebilir. Bu yol takip edilecek olursa, kendiine özgü hukuki ve toplumsal imtiyaz elde etmek isteyen herkes bu yola girebilir. Yani Cumhurbaşkanı, Başbakan, hükümet, hatta asker bile eleştirilecek, dinle ilgili konuşulmamış hiçbir konu kalmayacak; ama eşcinsellere kimse en ufak bir eleştiri yöneltmeyecek.  Onlar tercihlerini savunacaklar, hatta başkalarına empoza edecekler, aileler ise çocuklarını bu tercihe karşı koruyamayacaklar, eleştirenleri, "bize karşı nefret suçu işliyorsun" diye kıyameti koparacaklar. İstenen bu!