Laiklik-İslamcılık tartışmasına boğulan Türkiye'de, asıl tehdidin ordunun 80 yıldır siyasete karışmasından kaynaklandığı göz ardı ediliyor. Kavramlara sıkışıp kalmak yerine bu ortak tehdide karşı koyulmalı

Mümtazer Türköne, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığı adaylığının başta asker olmak üzere laik kesim tarafından reddedilmesi sonrası çıkan krizin kutuplaşmayı körükleyen sonuçlarına ve laikliği savunmak adına demokrasiye takoz koyanlara yanıt bağlamında,'Devlet iktidarını değiştirmek' başlıklı bir makale yazdı. Zaman gazetesinde 13 Mayıs 2007 tarihinde yayımlanan makalede yazar, laikliğin en önemli ilkelerinden biri olmanın yanı sıra siyasal İslam tarafından da şu anda kullanılan demokrasiyi geçersiz kılanları şiddetle eleştiriyor:

Halkı tek tip görmek yanlış

'Devlet içindeki rantlara ulaşmaya çalışanların yaslandıkları askeri darbe kışkırtıcılığıyla Türk Silahlı Kuvvetleri'ni birbirine karıştırmayalım. Devlet iktidarı ve düzeni halkın denetimi dışında kalan bir çıkar ilişkileri ağından başka bir şey değil. Güçlerini, iktidarlarını, çıkarlarını ve alışageldikleri rantlarını kaybedeceklerinden endişe edenler bu iktidarın yıkılmasına ve bu düzenin değişmesine direniyorlar. Devlet iktidar ve düzeni, Çankaya kalesini savunuyor. Çünkü çıkar düzenlerini sürdürebilmek için bu kaleye ihtiyaçları var. Bu çıkar iktidarının ve derebeylik düzeninin halkın denetimiyle hizaya girmesi gerekiyor. Kimse çağdışı bir derebeylik düzenini, 'teokratik bir devlet iktidarı' gibi tartışma ve sorgulama dışında tutmaya ve rejim zırhının arkasında korumaya kalkmasın. Önümüzdeki seçim, partiler arasında değil halkla kendisine devlet iktidarı adını veren bu derebeylik oligarşisi arasında geçecek. Bu düzen değişmezse Türkiye, zenginlik, güvenlik ve itibar hayallerinden vazgeçmiş olacak'.

Bu makale ışığında Türkiye'de yaşananlarla ilgili şu önemli sonuçları çıkarabiliriz: Türk aydını hâlâ gerçeği tam olarak anlatmanın ve ardından gelebilecek soruşturma veya gözaltı gibi yaptırımların korkusu içinde. Zira aydın, laikliği koruduğunu iddia eden siyasi güçleri eleştiriyor ama gerçeğin, bu güç ve akımları modern cumhuriyetin 80 yıllık ömrü boyunca üreten ve besleyen orduyla ilgili kısmını görmezden geliyor. Krizin kaynağı olan asker 'siyasetin aşçısı' kimliğini sürdürdükçe, Türkiye'de demokrasi iç sorunları çözemeyecek.Türk aydını halkı hâlâ tek tip görüyor.

Örneğin, makalenin yazarı halkın tümünü AKP destekçisi olarak görüyor, bu halk 22 Temmuz'daki seçimlerde diğer tarafı temsil eden oligarşiyi yargılayacakmış... Oysa tam tersi de doğru. Diğer taraf da, kendisini 'halk' ve ötekini 'halk düşmanı' diye lanse ediyor; AKP'yi 'cumhuriyetin değerlerini ve laikliği hedef aldığı' gerekçesiyle halka düşman sayıyor.

Bu krizin devlet, iktidar, laiklik ve demokrasi gibi birçok kavramın medyada geniş kapsamlı bir biçimde gözden geçirilmesini sağlamasına rağmen, 'gerçek laik' ve 'gerçek İslamcı' aydınlar, ülkeyi mezarından yöneten Atatürk'ün düşüncelerini eleştirirken bile sanki kutsalmış gibi ele alıyor.

Fakat Türk aydını hâlâ milliyetçilerin, sağcıların ve solcuların 'modernite yanlısı İslam' veya 'demokratik laiklik' gibi kavramlarının ülkenin geleceği için tehlike oluşturduğunu görmezden geliyor. İki taraf da orduya kur yapıp askeri kızdırmaktan kaçındığı için Türkiye'yi yaşadığı krizden çıkarma konusunda pek ciddi değil.

Türkiye'de olan biteni izleyen birçok Arap aydın da, bu ülkenin demokrasisini, Başbakan Tayyip Erdoğan ve cemaatinin siyasal İslamı'nın modernliğini övüyor. Oysa ortada modern veya klasik bir İslam yok. İslam İslam'dır ve modern İslam kavramına teslim olmak bizleri Asya İslam'ı, Afrika İslam'ı, Avrupa ve Amerikan İslamı'na, hatta 'postmodern İslam' gibi bir çeşitliliğe götürür.

Lübnan demokrasisi daha olgun

Diğer yandan Türkiye'de demokrasi de tek bir ayak üzerinde, yani dini devletten ayıran laiklik üzerinde durduğu için sınırlı. Üstelik bu demokrasi 80 yıldır orduyu anayasal kurumlardan nihai olarak uzaklaştıramadı. Türk aydını, 'Tarih askerin silahlarının ürettiği ve koruduğu bir demokrasi gördü mü?' diye soruyor mu?

Mezhep ayrımcılığı ve iç savaşlara kapılan Lübnan demokrasisi, Türk demokrasisinden daha olgun. Çünkü Lübnan'da ordu siyasetten uzak duran ulusal bir kurumdur. Türkiye'deyse tam tersine, ordu halkın bir kesimine karşı diğerine hizmet ettiği için ulusal bir kurum değil.

Ordu modern Türkiye kurulduğundan beri siyasete karıştı. Asker, vatanın güvenliğiyle ilişkisi bulunmayan siyasi bir iç sorunun çözümünde tarafsızlığını kaybederse vatanseverliğini de kaybeder. Türk aydınlarının görmezden geldiği en önemli konu bu.

Kaynak: Radikal