Geçtiğimiz hafta Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidara gelişinin onuncu yılıydı. Seremonik düzeyde değinilerin ötesinde bu deneyimin ne anlama geldiği konusunda çok az ciddi yazı çıktı. En muhaliflerinin bile "önce başarılarının hakkını vermek gerekir" diye söze başladığı bir iktidarın on yılını değerlendirmenin çetrefilliği bir yana, eleştiri ortamının da yüzeysel olduğu bir vasattayız.
Şüphesiz Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında yaşanan gerginliğin ertesinde Ak Parti'nin siyasal çizgisi ve on yıllık iktidarı pek çok yönden değerlendirilebilir. Cumhuriyet'in kurucu partisinin, daha çok, mevcut iktidarı onu "yıkmakla" suçladığı, protesto amaçlı da olsa meydanlarda korsan gösteriyle kutladığı bir döneme de işaret ediyor bu onuncu yıl.
Aynı zamanda her darbenin koruma ve kollama amacıyla meşrulaştırıldığı Cumhuriyet'in potansiyel düşmanı gözüyle bakılan kadroların ve onların dayandığı geniş kitlelerin resmi kutlama yaptığı bir ortam oluştu bu yıl. Herhalde Cumhuriyetin 89 yıllık ömründe bir ilkti bu.
Erbab-ı Cumhuriyet denilince akla gelen seçkinler sokağa dökülmüş, devr-i Cumhuriyet sanki el değiştirmişti. Bir 'gösterge' olarak 89. yılında Cumhuriyet kutlama biçimleri aslında AKP'nin anlaşılması için de iyi bir 'gösteren' olabilir.
Muarızlarının İslamcılıkla suçlayarak meşruiyetini sorgulamak istedikleri, potansiyel suçlu sandalyesinden hiç kalkmamak üzere oturttukları AKP, deklere edilmeyen ama ret de edilmeyen İslamcılık sıfatını da her iki durum için avantajına dönüştürmeyi bildi. Böylece destekleyenlerinin yükledikleri farklı anlam ve muhtevadaki "İslamilik" iddiası, erbab-ı Cumhuriyetin parmağını sallayarak suçlama gerekçesi olsa da her iki durumda da siyasal kazanç hanesine yazıldı. Cumhuriyet, temel çelişkisi olan kitle ve modernlik açmazını Parti'nin bizzat muhafazakar kimliğiyle aştı.
28 Şubat post-modern darbesinde "biatı kabul edilemeyen"lerin mağduriyeti ve travmanın ortaya çıkardığı yönetim zihnindeki çatlak ancak Ak Parti iktidarıyla yamanabildi. Post-modern darbe, biatleri erbab-ı Cumhuriyet tarafından reddedilen sessiz yığınlar ile bizzat sistem arasında eşine az rastlanır bir kırılma, kopuş yaşatmıştı.
İşte, onuncu yılını idrak eden siyasi iktidar, Cumhuriyet rejimi ile biatı kabul edilmeyen kitleler arasında atılan ya da atılmak üzere olan köprüleri yeniden kurdu. Ulus'ta sokağa dökülenlerin hem anlamadığı hem de anlamak istemediği husus budur.
Cumhuriyet rejimi ile sessiz yığınlar arasındaki uçurumun ortadan kalkması demek, seçkinlerin iktidarlarını, konumlarını yitirmesi demekti. Çünkü onlara ayrıcalık bahşeden zihin yapıları ve modernleşme anlayışlarıyla, bu toplumun buluşmasının imkanı yoktu. Toplum mühendisliği olarak Cumhuriyet modernleşmesi, elitist bir karaktere sahipti ve buyurganlıkla maluldü. Devlet, iktisaden ve siyaseten yönetilmez hale gelip dünyadaki gelişmelere paralel olarak kendini yenilemeye karar verdiğinde artık bu kitlelere barajın kapağının açılması gerektiğini de kavrayacaktı. Başka seçenek olsaydı bu dönüşümü yine elitist ve eklektik kadrolar eliyle yapabilirdi ama ne Türkiye'nin sosyolojisinin ne de gelinen siyasal ve ideolojik tıkanıklığın buna tahammülü yoktu.
On yıllık iktidarı döneminde Ak Parti'nin gerçekleştirdiği en büyük başarı; herhalde Cumhuriyet rejiminin dışlanan geniş kitleler nezdinde meşrulaşması, bu kitlelerin iktidara taşınması, yani pastadan pay alır hale gelmesidir. Bu "başarı öyküsü" aynı zamanda yeni muhafazakar burjuva sınıfı, yeni muktedirler ortaya çıkarken ve varoşlara sığınmış geniş şehirli kesimin de sisteme entegre edecek kadar pay alabildiği bir süreci anlatır. Ne var ki, bu kez yeni muktedirler deözellikle paylaşmda adalet konusunda malüllükle suçlanacaktır.
Bu dönem; muhafazakarlığın toplumsallaştığı ve dönüştüğü, seküler hayat biçiminin ve anlayışının da o oranda kitleselleştiği yeni bir hayatla tanıştırdı Türkiye'yi. Bu hayat tarzı, değerlerin araçsallaştırıldığı, araçların değerleri belirlediği, küresel dünyaya eklemlenmiş bir tüketim toplumu çıkararak Cumhuriyet'e yeni bir format getirmiştir. İşte ana hatlarıyla "post-kemalizm" dediğimiz dönem tam da buna işaret ediyor.
Görmeye alışık olduğumuz erbab-ı Cumhuriyetin yerine "erbab-ı millet" geldi ama hem millet hem de Cumhuriyet dönüşmüş olarak…
Bir yönüyle ideolojik yapısı itibariyle son derece apolitik, diğer yönüyle dönüştürücü ve küresel sistemle uyumlu bir siyasal hareketin on yılda bizlere ne kattığı ve neler götürdüğünün muhasebesini yapacak entelektüel cesaret ve tutarlılık henüz ufukta görünmüyor.
Bu on yıllık iktidar inanç ve yaşayışlarıyla uzlaşamadıkları bir devletle geniş kitlelerin barıştırılması, uzlaştırılması ve sisteme eklemlenmesiyle sonuçlanan iktidar değişiminin olduğu kadar bir zihniyet dönüşümünün de öyküsüdür. Kazandıklarının yanında neleri kaybettiklerini akledecekler için çok uzun bir süre, bu on yıl. DEVAMI>>>