Ürdün’ün kuzeyinde yazdan kalma bir gün, güneş çölde bir tepenin sırtına kurulmuş İrbid şehri üzerinde yükselirken genç bir baba denizde ölmek için hazırlık yapıyordu.
O, çantasını en temel ihtiyaçları -bir çift pantolon, iki gömlek, yedek bir çift ayakkabı, para ve pasaportu- ile doldurdu ve karısına bir veda öpücüğü kondurdu. Bu belki aylar, belki bir yıl belki de ebediyen devam edecek bir vedaydı.
Utangaç ama uyanık beş yaşındaki erkek çocuğuyla kahverengi gözlü ve gayretli dokuz yaşındaki kızı, neler olduğunu tam olarak idrak edebilmiş değildi. Baba evden ayrılıyordu. Daha iyi bir hayat için Avrupa’ya gidiyordu ama bu tehlikeli bir yolculuktu. O, bunu “bir ölüm yolculuğu” olarak adlandırdı.
Dökülen gözyaşlarıyla son bakış ve dokunuşların ardından gitti.
Kuzeye, Avrupa’ya akın eden insanlara ve onları mümkün olan en ucuz şekilde oraya götürecek meşum çarka kapıldı. İstikrarsız, savaş halindeki Libya’dan geçecekti, orada haydutlar tarafından paralarının gasp edilmesinden korkuyordu. Bu yüzden paralarını ayakkabılarının içine saklamayı planlıyordu. Kim bilir belki de denizde boğulacaktı.
Her hafta binlerce kişi geliyor
Uluslararası Göç Örgütü’nün (IOM) İtalya’daki sözcüsü Flavio Di Giacomo, “Bu sene şimdiye kadar 110.000’den fazla insan İtalya’ya geldi. Bazen birkaç gün içinde 4.000 hatta 5.000 kişi geldi” dedi.
O, “Bir İtalyan Sahil Güvenlik gemisi bir günde 1.300 kadar göçmeni kurtarabilir. Bunların hepsi tek bir varış noktasına, Sicilya’ya geliyor” dedi. IOM, “daha iyi hayat” beklentisiyle Akdeniz boyunca görülen sonu gelmez insan akınının üstesinden gelinmesi için İtalyan makamları, Birleşmiş Milletler mülteciler kurumu UNHCR, Save the Children ve İtalyan Kızılhaçı ile birlikte çalışıyor.
2014’ün ilk yedi ayında 16.000’den fazla Suriyeli, İtalya kara sularına geldi. Bunların yarısı erkek, 5.000 kadarı da çocuktu. Bu rakamlar, keskin bir yükselişi gösteriyor. AB’nin dış sınırlardan sorumlu kuruluşu Frontex, tüm 2013 senesinde sadece 9.591 Suriyelinin Akdeniz’i geçerek İtalya ve Malta’ya geldiğini hesapladı.
Doğrudan savaştan kaçan Sahra altı ülkelerdekilerin aksine, Suriyelilerin çoğu başka ülkelerden geliyor. Bunların en büyük problemi savaş değil, mülteci hayatı yaşamanın getirdiği zorluklardır. Çalışmaları yasaklanan Suriyeli mülteciler, hızla tükenen birikimlerine ve aşırı derecede gerilmiş STK’lara bel bağlamak zorunda kalıyorlar.
İrbid’den gelen baba, Suriye’de bir inşaat malzemeleri şirketi işletiyordu. Karısı da ebe olarak görev yapıyordu. İki gelir kapısıyla birlikte bunlar bir ev ve bir arabaya sahiptiler. Sonra bir anda mülteci oldular ve ellerinde hiçbir şey kalmadı. Afrikalılar, Afganlar, Pakistanlılar ve gemideki diğer çoğu kişi gibi İrbid’den gelen baba da geçinebileceği bir ücret, rahat bir ev, çocukları için okul ve ailesinin hoş karşılanacağı bir toplum hayalinin peşinde koşuyor.
O, Ürdün güvenliği tarafından izlenebileceği, Avrupa’ya girişine mani olunacağı ve bir daha çocuklarına kavuşamayabileceği Türkiye ya da Lübnan’a gönderileceği korkusuyla isminin gizli kalmasını istiyor.
Onun bu riskli yolculuğunun neyle sonuçlanacağı tam olarak belli değil. Bariz şekilde görüldüğü üzere Avrupa siyasi olarak sağa kayıyor. Mülteciler ve çalışmak üzere oraya gelenler, eskisi kadar hoş karşılanmıyor. Üstelik Avrupa’ya ulaşmayı başarmakla da iş bitmiyor. Kaç Akdenizli göçmenin Avrupa hayallerinin gerçekleştiğini gösteren güvenilir veriler bulunmuyor.
Ama daha iyi bir hayat sürme ihtimali ve hayalleri süsleyen dedikodular, son derece aşikar tehlikelere rağmen insanların gelmeye devam etmelerini sağlıyor. İrbid’den gelen baba da Avrupa’daki ülkelerin ona “gıda, yaşayacağı bir yer, çocukları için okul ve kendisi için iş” vereceğine inanıyor.
Temmuzda çok sayıda can kaybıyla denizin matemden siyaha döndüğü o zor günler henüz onun hafızalarında tazedir. BM Mülteciler Yüksek Komiseri António Guterres, o karanlık günlerde şu sözlerle Avrupa çapında acilen eyleme geçilmesi çağrısında bulundu: “10 günden az bir zaman zarfında 260 kişinin dehşet verici şekilde ölümü Akdeniz’deki krizin yoğunlaştığını gösteriyor.”
Ama kriz daha da yoğunlaştı. Şimdi İrbid’den gelen baba da bu krizin bir parçası olmak üzere. O İtalya’ya gelmeyi başarırsa 260 kişinin mezarının üzerinden geçecek. IOM, bu sene şimdiye kadar İtalya’ya gelmek isteyen göçmenler arasında 1.500’den fazla ölüm olduğu tahmininde bulunuyor. Di Giacomo ise bunun “çok çok iyimser” bir tahmin olduğunu söylüyor.
UNHCR rakamın daha da yüksek olduğunu bildiriyor. Kuruluş, 2014’te 1.889 göçmenin denizde öldüğünü, bunlardan 1.600’ünün temmuz başından itibaren olduğunu hesapladı. İtalyan Sahil Güvenliği’nin Mare Nostrum (Bizim Denizimiz) operasyonuyla köhne balıkçı teknelerinde balık istifi vaziyetteyken kurtarılan göçmenler, insanların hastalıklar ya da susuzluktan öldüklerini, cesetlerinin denize atıldığını anlattılar. Bazıları da başka gemilerin de kendileriyle birlikte Libya’dan ayrıldığını ama Avrupa’ya varamadığını ifade etti.
Di Giacomo, “Biz kaç kişinin geldiğini biliyoruz ama geride kaç kişi kaldığını asla bilemeyeceğiz” dedi.
Kaçakçılık: İnsanların para olduğu bir iş
İrbid’den gelen babanın korku listesinin başında Akdeniz’de boğulmak var. O, kaçakçılar tarafından verilen cankurtaran yeleklerinin mantardan yapıldığını işitti ve Libya’ya geldiğinde havayla doldurulmuş iç lastik almayı planladı.
Göçmenlerin Avrupa’ya varış noktası üzerine çalışan ve yoldaki durum ve tehlikelerin haritasını çıkaran Di Giacomo, cankurtaran yeleklerinin mutad bir şey olmadığını, göçmenlerin bunlar için 50 dolar ila 100 dolar arasında ödeme yapmalarının gerektiğini söyledi. Kaçakçılar tarafından değersiz addedildikleri için Sahra altı göçmenlerinin cankurtaran yeleği almalarına müsaade edilmiyor.
İç lastik konusuna gelince, aşırı derecede dolu olan bu gemilerde yer o kadar kıymetli ki yolculara böyle bir şey taşıma izni verilmesi pek muhtemel değil. Onun yerine gemiye bir yolcu daha alınır. Bu işte insanlar paradır.
Bu yolculuk ne kadara mal olur? İrbid’den gelen babaya yolculuğunun 4.000 dolara mal olacağı söylenmiş. Ama Di Giacomo, bunun çok düşük bir rakam olduğunu söylüyor: “Yola çıkılınca ondan başka paralar da istenecek.”
Bu yolculukta baba bir grup Suriyeli göçmenle birlikte Amman’dan uçakla Cezayir’e getirilecek. Daha sonra o, daha büyük bir grupla otobüsle Tunus ve Libya’ya getirilecek. Sınırdan geçişlerin hepsi gizli yapılacak ve her kontrol noktası bir risk taşıyacak.
Baba, “Libya’ya girerken yakalanırsam beni hapse atarlar ve ya Lübnan ya da Türkiye’ye gönderirler. Aileme kavuşmak üzere bir daha Ürdün’e gelemem. Zira Ürdün, bir Körfez ülkesi ya da Avrupa ülkesinden alınmış vize olmadıkça beni ülkeye almaz” dedi.
Di Giacomo, eğer baba ve göçmen arkadaşları -tehlikeli derecede istikrarsız olan ve babanın kaçtığı Suriye’dekine benzer bir savaşın yaşandığı- Libya’ya gelmeyi başarırlarsa kaçakçıların bunları irtibat evi olarak bilinen yerlere göndereceklerini söylüyor. Buralar kaçakçıların göçmenleri topladıkları, ödemeleri aldıkları ve yolculuk başlayıncaya kadar onları tekneleri dolduracak şekilde gruplara ayırdıkları yerlerdir.
Kaçakçılar kurbanlarının etrafındaki zincirleri iyice sıkarken IOM, yolculuktaki bu durumu sayısız göçmen ifadesiyle belgeledi. Nijeryalı bir göçmenin sözleriyle: “Bir kere ödeme yaptıysanız artık geri dönemezsiniz.”
İlticaya pembe gözlüklerle bakmak
Akdeniz’den yüzlerce mil uzaktaki İrbid’e, genç babanın yola çıkmasından dört gece önceye dönelim. Babası, oğullarını sayarken kafasını hafifçe salladı: Beş ülkede yedi genç adam. Kendisi de bir mülteci olan ve hayalleri yıkılan biri olarak oğlunu durduramazdı ya da durdurmayacaktı.
“Bu, çocuklarımın yaşamak istedikleri bir tecrübedir. Ne yapabilirim?” diye sordu.
Evet, ne yapabilirdi? Çantasını toplayan ve çocuklarıyla vedalaşan oğlu, bu riski alan ilk çocuğu değildi. Birkaç ay önce de bir doktor olan küçük kardeşi sınırı geçmeyi başarmış ve Almanya’ya gitmişti.
Genç adam bir mülteci olarak şartlara uyum sağlıyordu ama Ürdün’deki anne ve babası, kuzenleri ve kardeşleri, onun ikamet elde etme fırsatına kavuşacağına ve hep arzu ettikleri normal bir hayat yaşayacağına inanıyorlardı. Bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini söylemek için henüz çok erken ama neticede ümit -Avrupa’da mültecilere nasıl bakıldığına dair yerleşmiş, pembe gözlüklü anlayışla da kuvvetlenince- oldukça güçlü bir şeydir.
IOM istatistikleri, çoğu göçmenin, özellikle de Suriyeli göçmenlerin Avrupa’da yaşayan aile fertlerine ulaşmaya çalıştıklarını gösteriyor.
UNHCR verileri, sığınma hakkı elde etmeye çalışan Suriyelilerin büyük ölçüde İsveç ve Almanya’da yoğunlaştıklarını gösteriyor. Bunlar Suriyelilerin tüm sığınma başvurularının yüzde 56’sını teşkil ediyor. Bulgaristan, İsviçre ve Hollanda da popüler varış yerleri arasında bulunuyor.
Göçmenler, İtalya’ya geldiklerinde kabul merkezlerine alınıyorlar. Bunlar orada sağlık problemleri ve özel hassasiyetlerine göre kontrolden geçiriliyorlar -mesela refakatçisi olmayan çocuklar tespit ediliyor ve bakıma alınıyor- ve bunlara duş, gıda ve barınacakları yer veriliyor.
Bu merkezler hapishane değil: Göçmenler oradan ayrılmakta özgürdürler ve sığınma başvurularının ele alınacağı ülkenin, parmak izlerinin alındığı ve kayıtlarının yapıldığı Avrupa ülkesi olacağını bilmeleri gerekiyor. Di Giacomo, aynen İrbid’den gelen babada olduğu gibi, Almanya’daki aile fertlerine gitmek isteyen göçmenlerin kayıttan önce kasabadan kaçma eğiliminde olduklarını açıkladı.
O, “Az sayıda göçmen olduğu zaman biz onların işlemlerini birkaç saat içinde ya da en azından aynı gün içinde yapabiliyoruz. Ama çok sayıda göçmen gelince işlemler birkaç gün sürüyor” dedi.
Di Giacomo, Akdeniz’deki yolculukların arkasındaki itici gücün aileler arasındaki birleşme dürtüsü olduğunu gösteren açık bilgiler sebebiyle asıl sorumluluğun, ailelerin birleşmesi konusundaki politikalarını gözden geçirmek ve “güvenli ve kanuni” varış noktaları sunmak üzere Avrupa ülkelerinde olması gerektiğini düşünüyor.
Di Giacomo, “İnsani açıdan acil durum, gelen insanların sayısı değil, geliş şeklidir” dedi. “21. asırda İtalya sahillerine ulaşmaya çalışırken denizde ölen çocuklar gibi bir duruma tahammül edemeyiz.”
Kaynak: The Middle East Eye
Dünya Bülteni için çeviren: Arif Kaya