Obama, Amerikalı diplomat Chris Stevens’ı sâde ve kalbî bir şekilde andıktan sonra BM’deki konuşmasının tamamını bir dizi yalanla götürdü; Amerikan söyleminde yaygın olan; basmakalıp lafların ve kulağa hoş gelen vaazların gizlediği yalanlardı. Yalanların bazıları doğrudandı ama bazıları da örtbas etme, kaçınma, kasıtlı cehalet ve belki de gerçek cehalet ürünüydü.
BM
Obama giriş bölümünden sonra fikirlerini bizzat BM’e, BM’in üzerinde kurulduğu ideallere yani insanların farklılıkları barışçıl şekilde çözebileceği; diplomasinin savaşın yerini alabileceği; karşılıklı bağımlılığı olan bir dünyada daha çok fırsat ve vatandaşlarımızın güvenliği uğruna çalışmakta hepimizin payı var… fikrine çevirdi.
Kulağa müthiş geliyor; beyanatın ardındaki gerçeklik hâriç, müşteri olurum buna. O gerçeklik ise şu: Farklılıkları barışçıl şekilde çözmeye en az musait ülkelerden biri de ABD’dir. 120 ülkede sayıları 750’yi bulduğu düşünülen Amerikan üslerinin küreye yayılma hızı “farklılıkları barışçıl şekilde çözmekten” daha başka şeyler anlatıyor. Obama, “diplomasi, savaşın yerini alabilir” diyerek Amerikan tarihinin genel eğilimini ters yüz etmektedir. Hâlbuki Amerikan politikası “önce tehdit ve manipüle ederiz; bu işe yaramadığında da açık ya da örtük saldırırız” demeye meyillidir.
Bu eğilimi özellikle de Latin Amerika ve Asya tarihinde ve İran’a odaklanılmasında görebiliriz. ABD ve İngiltere 1953’te demokratik yollarla iktidara gelmiş Musaddık hükümetini örtük biçimde devirdi. İşbirliği yapmayan hükümetlerin devrildiği İran modeli her yerde uygulandı. Bir sonraki hükümet 1954’te Guatemala’da devrilmişti.
Son olarak, şu an ki gibi karşılıklı bağımlılık halindeki bir dünyada “vatandaşlarımız için daha fazla fırsat ve güvenlik” yüzde 1 için yani küresel kurumlar için çalışıyor yoksa dünyanın yüzde 99’u için değil.
Kriz
Obama bundan sonra krizlere ve – Hıristiyan Amerikan sağının nefret propagandasının ürettiği - Amerikan büyükelçiliğine düzenlenen saldırılara odaklandı: Bu krizin daha derin sebepleri hakkında dürüstçe konuşmalıyız çünkü bizi birbirimizden koparan kuvvetler ile bizi bir arada tutan ümitler arasında seçim yapmakla karşı karşıyayız.”
“Bizi birbirimizden koparan kuvvetlerin” kanaatimce “krizin daha derin sebepleri olduğu” hakkında dürüstçe konuşuluyor değil. Bu krizin derin sebepleri hakkında dünya dolusu metin yazıldı: Musaddık İran’ı, Arbenz Guatemala’sı, II.Dünya Savaşından sonra Suudilerle petrol anlaşması ki Arap feodalizmini ayakta tutmuştur, ABD destekli Şuharto döneminde yüzbinlerce Endonezyalının katledilmesi, Filistinlilere yaptığı uygulamalarla uluslararası insâni hukuku çiğnemesini ve nükleer tehdit olduğuna bakılmaksızın İsrail’i kayıtsız şartsız desteklemek, Irak ve Afganistan’ın işgali, Pakistan’da sürüp giden Drone saldırıları…Amerikan kuvvetlerinin yürüttüğü pek çok müdahaleden sadece birkaçıdır.
Bazı gerçek yalanlar
“Mısır’da değişimde ısrar ettik…Yemen’de liderliğin el değiştirmesine destek verdik…BM Güvenlik Konseyi’nin salahiyetiyle, geniş bir koalisyonla Libya’da müdahale gerçekleştirdik…Suriye halkının çektiği acılar dursun diye Beşşar Esad rejiminin sona ermesi gerektiğini ilan ettik.”
ABD’nin dediği gibi değil; Mısır’da gösteriler başladığında Amerika sesini çıkarmadı ve asker desteğindeki kukla rejimin yerinde kalmasını ümit etti. Yemen, Suudi desteğindeki aynı rejimin kontrolü altında (…)
“Amerikalılar tüm insanların –hatta bizim kesinlikle katılmadığımız - görüşleri ifade haklarını korumak adına kürenin çeşitli yerlerinde savaşıp öldüler.”
Biraz önce değindim ama birkaç şey daha ekleyeyim. Vietnam ve BM’in ona verdiği birleşme oylaması vaadinin inkârı ve sonra milyonlarca insanın öldürülmesi nedir? Yahut Hiroşima ve Nagazaki’nin atom bombasıyla bombalanması nedir? Buraların bombalanması, Sovyetlere Amerika’nın nükleer silahlara sahip olduğunu, bunları kullanmaya istekli olduğunu ispatlamaktan başka bir işe de yaramamıştır üstelik. Şili’de Allende’nin devrilmesi ve yerine Pinochet’in geçmesi nedir? Küba üzerindeki saçma sapan abluka nedir? Daha Haiti, Arjantin, Brezilya, Grenada, Panama, Honduras, Kolombiya, Endonezya, Doğu Timör, Laos Hawaii….var.
Söylem ülkeleri
“Şunda mutabık olmalıyız: Düşüncesiz şiddeti haklı kılacak hiçbir konuşma/ifade yoktur. Masumların öldürülmesine bahane olacak hiçbir kelime yoktur.”
Peki, o halde Amerika’nın yapacağı en iyi şey, ordusunu ülkeye geri getirip düşüncesiz şiddete ve masumları öldürmeye bir son verene dek sessiz kalmaktır.
“Açık olayım. Nasıl ki dünyadaki her sorunu çözemiyorsak aynı şekilde Amerika, demokratik geçişlerin sonuçlarını dikte etmeye bakmamıştır ve bakmayacaktır.”
Modern zamanlarda, Libya ve Suriye’ye rağmen, sonuçları “dikte etmemiş” olabilirsiniz ancak Yugoslavya, Libya, Irak, Afganistan, Pakistan’da olduğu üzere, Ukrayna, Kırgizistan, Gürcistan’da renkli devrimlerle olduğu üzere, Sovyet sonrası Rusya’ya müdahil olduğunuz üzere, örtülü operasyonlarla bu yerlerdeki nüfus üzerinde büyük etkileriniz var.
“Sadece öfkeye dayalı bir politika – dünyayı biz ve onlar şeklinde bölmeye dayalı bir politika – uluslar arası işbirliğini gerilettiği gibi işin sonunda ona hoşgörü gösterenlere de zarar verir. Bu kuvvetlere karşı durmakta hepimizin çıkarı var.”
Yuh artık. “Biz” ve “onlar” ha? Gerçekten mi? Maalesef Obama, “ya bizimlesiniz ya onlarla” diyen Bush dönemi uygulamalarının pek çoğunu ileriye taşıdı ve geliştirdi.”Evet, hepimiz bu kuvvetlere karşı durmalı, nereden neşet ettiği hakkında açık olmalıyız.”
İsrail ve Filistin
“Gelecek, İsrailliler ve Filistinliler arasında barışa sırtını dönenlere ait olmamalıdır. İsrail’in var olma hakkını reddederek çatışmaya can atanları ardımızda bırakalım. Zorlu bir yol bu fakat varılacak yer bellidir – güvende olacak bir Yahudi devleti, İsrail; bağımsız, müreffeh bir Filistin. Böylesi bir barışın taraflar arasında âdil bir anlaşmayla gerçekleşeceğini anlayan Amerika, bu yolculuğa çıkmaya hazır herkesle beraber yürüyecektir.”
Mademki varılacak yer bellidir ve siz “bu yolculuğu yapmaya hazır olanlarla beraber yürüyeceksiniz” o halde barış çoktan elde edilmiş demektir. Aksi takdirde, bu ifade de yalandır. El Cezire’nin hazırlayıp ifşa ettiği Filistin Belgeleri, Filistinlilerin barışa ulaşmak için bu yolları katettiğini sergilemiştir; Filistinlilerle yapılan görüşmeler göstermektedir ki onlar barış istiyorlar ve anavatanlarının sadece yüzde 22’sine razı olacak şekilde tümü üzerideki haklarından feragat ediyorlar.
Öte yandan, İsrail, işgal altındaki topraklarda gayri meşru yerleşim inşaatlarını, topraklara ve kaynaklara el koymayı, ilhak etmeyi sürdürüyor. Hamas ve el Fetih davranışlarıyla barışçıl bir çözüm için çalışmaya ehil olduklarını gösteriyorlar. İsrail ise “barış sürecini” yerleşim projelerini sürdürmek için bir kılıf olarak kullanıyor. 2006 Lübnan, 2008-2009 Gazze saldırısı dâhil çoğu savaşın mütecaviz tarafıdır da. İsrail statüsko’dan, “kurban” rolünden, Amerika’yla müttefik olmasından, “terörle savaşın” başlatılmasından, İsrail ve Amerika’daki savaşçı politik, dinci, şirketçi unsurları tatmin eden sonsuz savaştan memnudur.
Bir sonraki İran
“İran yönetimi kendi halkının haklarını kısıtladığı gibi düşmemesi için Şam’daki bir diktatörü ve ülke dışındaki terör gruplarını desteklemeye devam ediyor. Nükleer programının barışçıl olduğunu ispatlamakta ve BM’e karşı mükellefiyetlerini karşılamakta defalarca başarısız oldu.”
Yine çifte standart. ABD dünya çapında diktatörleri desteklemiş, jeopolitik ihtiyaçları karşıladığı müddetçe de desteklemeye devam edecektir. Esad’dan kurtulmak için Suudilerden ve Körfez’deki diktatöryel güçlerden istifade etmeyi sürdürürken Suriye’de Esad rejimini kınamasından bellidir. Dünya’da en korkunç terör eylemlerinin yaratıcısı ABD’dir; terör örgütlerini işine geldiği gibi kullanır; el Kaide hem düşmanıdır hem de özel harekât görev gücüdür. İsrail, nükleer programının barışçıl olduğunu ispatlama noktasında defalarca başarısız olmuştur. NPT anlaşması hilafına yüzlerce savaş başlığının olduğu dikkatlice saklanmış bir sır değildir.
“Ulusların barışçıl nükleer güce erişme hakkına saygı duyuyoruz ancak BM’in amaçlarından biri de bu güçten barış için yararlandığımızı görmektir.”
Barış için istifade edilen güç? ABD bu yüzden mi 5.000 nükleer savaş başlığına sahip ve bu yüzden mi füze savunma sistemi geliştiriyor? ABD bu yüzden mi İsrail nükleer programından bahsetmiyor ve Hindistan’ın nükleer programına bu yüzden mi yardım ediyor?
“Nükleer İran’ın kuşatılabilecek bir meydan okuma olmayacağına da şüphe yoktur. İsrail’i, Körfez ülkelerini ve küresel ekonominin istikrarını yok etmekle tehdit edecektir.”
İran kuşatılamaz? Amerika’ya yöneltilmiş binlerce savaş başlığı olduğu halde kuşatılmış Sovyetler Birliğinin aksine hem de? Yahut Amerika’ya yöneltilmiş daha az sayıda nükleer başlığı olsa da Rusya’nın aksine? İranlılar (tüm politikacıların bir miktar göründüğü gibi) çılgın olabilirler ama her ne kadar nükleer savaş başlatmak hakkında tuhaf bir söylem kullansalar da yıllardır kalınkafalı olmadıklarını göstermektedirler. “Körfez ülkelerinin güvenliği”, oradaki diktatörlerin yardımıyla Amerika’nın bölgeyi kontrol edişinin güvenliği demektir. Pardon asıl cevap sonda: “Küresel ekonominin istikrarı” yani şirket dünyası, dünyanın servetini kendileri için toplamaya devam etmek istiyor.
“Bölgede nükleer silahlanma yarışını tetikleme ve nükleer silahsızlanma anlaşmasının çözülmesi riskini taşımaktadır.”
Yine yuhh! Şaşırdım. Yarış bir yerde başlamak zorunda ve nükleer silahı ilk edinen İsrail’dir; ayrıca ABD, İran Şahına nükleer programında yadım ediyordu. O halde bu yarış nerede başladı? NPT anlaşmasının çözülmesine ön ayak olan kim?
Evrensel değerler
“Güvenlik ve refaha giden yolun uluslararası hukuk ve insan haklarına saygı dışında başka bir yol olmadığını acılı bir tecrübeden öğrendik.”
Bu doğrudur, diğer ulusları onların kendi iyiliği için paylayıp sonra onlara saldırdığında Amerika’ya vazgeçilmez egosu hakkında kendisini iyi hissetmesini sağlayan vaazlardan biridir bu. ABD’nin “acılı tecrübelerden” hiçbir şey öğrenmediği açıktır zira Amerikalılar değil diğerleridir acıyı çeken. Amerika, uluslararası hukuka ve insan haklarına hiç saygı duymamıştır ama bu vaaza da devam etmekte, ekonomik ve siyasi bakımdan dünyaya hâkim olmak için her araca başvurmaktadır.
“Fakat soyup çıkardığınızda, tüm halklar kendi kaderlerini belirme özgürlüğüne; çalışmakla gelen onura; inançla gelen rahatlığa; yönetimler halklarına hizmet ettiği vakit gerçekleşen adâlete can atmaktadırlar.”
“Amerika Birleşik Devletleri her daim bu emellerin taraftarı olacaktır, kendi halkımız için ve dünyadaki tüm halklar için. Bu bizim temel gâyemizdir. Bizim tarihimizin gösterdiği budur. “
Daha bir yanılsama ürünü bir söylemin takip ettiği bir diğer tatlı vaaz. Evet, dünya halkları günde iki-üç öğün yemek, doğru düzgün bir iş, yaşanacak makul bir yer ve yerli kültüre katılabilmeyi istiyor. Amerika, temel gâyeler olarak bu emellerin taraftarı olacağını ileri sürse de tam aksini ispatlamıştır. Dini inançlarına göre, putperest vahşilerden başka bir şey olmayan “yerlileri medenileştirme misyonuyla” ilk yerleşimcilerle başlamıştır bu.
Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Kuzey Amerika kıtası boyunca yerli halklar soykırıma uğramışlardır; soykırım güney Amerika’ya doğru yayılmış ondan sonra da İspanyolların elindekiler alınarak deniz aşırı bölgelere ulaşılmıştır. Deniz aşırı ülkelere bir kez yayıldığında da kendi ülkesinin amaçları uğruna dünyanın servetini kontrol etmeye bakan küresel bir güç olmuştur.
Emperyal tasarım
ABD liderleri, dünya çapındaki eylemlerinin hakikatini örtmek için insâni ilkeler, evrensel değerler, demokrasi ve özgürlük söyleminden hayret uyandırıcı şekilde faydalanırlar. İşin talihsiz tarafı, içlerinden bazıları söylemlerine gerçekten inanırlar ve bu söylemlerin hayata geçtiği askeri ve kurumsal yapıların tarzına karşı kör ve cahil kalırlar ve dahi dünyanın geri kalanın onlardan niçin nefret ettiğini merak ederler. Obama’nın konuşması, bunu en iyi şekilde yansıtmaktadır. Güçlü bir konuşmacı, iyi bir hatip ancak Amerika’nın gücü – zenginliğini ve diğer uluslarla güç farkını korumakla meşgul şirket ulus - adına cephedeki adam olmaktan fazlası değil. ABD’nin hastalıklı hali ve yüksekten uçan söylem, Amerika ve dünyanın geleceği adına hayra alâmet değildir.
Kaynak: Foreing Policy Journal
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı