Obama'da bir Camus havası dışavuruyor kendini zaman zaman...  Fiziksel olduğu gibi, aidiyetlerinin melezliği açısından da az çok bir benzerlikleri var.  Camus Paris hayatında bir bakıma taşralı. Cezayir'de geçmiş gençliği. Yine de tipik bir Fransız olduğu söylenebilir. Cezayir'de geçen yıllarını telafi etmek istermiş gibi sıkı sıkı tutunuyor Fransız kimliğine.

Cezayir Bağımsızlık Savaşı, Fransa'da akla karanın açığa çıktığı bir sınav olmuştur. Camus gibi Türkiye Cumhuriyeti de bu sınavı yüz akıyla verebilmiş değildir, ne yazık ki...

Obama'nın Bush'un saldırgan ve yayılmacı tavrı yüzünden üstlendiği sorunlar yumağı dikkate alınırsa, sonu Camus'ya benzemesin, diye diliyor insan.    

Daha çocuk yaşta Edip Cansever'in şiir kitaplarından birinde yakılan bir zencinin başında eğlenen şık giyimli Amerikalı beylerin fotoğrafını görmüşsek... Malcolm X'in kitaplarında anlattığı, kıvırcık saçlarını asitle ütülettiren zenci gençlerin kafa derilerindeki sızıyı duyabilmişsek... Langston Hughes'in  (1902-1967) "Bir Zenci Kızın Türküsü" başlığını taşıyan şiirini okumuşsak hele... 


Dikie'de ta güneyde bir yol

(Kalbim yaralı paramparça)

Asmışlar karabiberimi

Dört yol ağzında bir ağaca


Dikie'de ta güneyde bir yol

(Yaralı vücudu havada)

Soruyorum beyaz İsa'dan

Söyle ne fayda var duada


Dikie'de ta güneyde bir yol

(Kalbim yaralı paramparça)

Sevda çırıpçıplak bir gölgedir

Budaklı, çıplak bir ağaçta


İşte bu şiiri okumuşsak bir zamanlar, Obama'nın seçildiğini duyduğumuzda, bu seçimin arka planında ne tür kurgular olursa olsun, gözyaşlarımıza hakim olamamış olabiliriz.

Fakat bu Obama'nın tam olarak ezilen zencileri temsil ettiğine inandığımız anlamına gelmiyor. Bunun yanında, sürüp giden o karşı-söylem, yani Obama'nın 'beyaz' bir zenci olduğu söylemi de tartışmaya açık. Elbette ki oyunun kurallarını kısmen de olsa kabullendiği için zirveye çıkmasına izin verildi bu siyasinin. Tıpkı Recep Tayyip Erdoğan gibi. Yine de bulunduğu konumda yapacağı kimi seçimlerde gösterecektir kendini, asitle yakılmış kafaderilerinin sızısının ne kadarını yüreğinde duyabildiğini...

Her aydın hayatının bir döneminde bir şekilde sınanır. Konuşmanız gereken yerde o konuşmayı yapmanız, yazmanız gerektiği yerde o yazıyı yazmış olmanız gerekir. Sonunda bir gün tarihin mahkemesinde apayrı bir dava açıldığında, çok geç kalınmış olur, aklanma konusunda. 

Camus  Cezayir'in işgali sırasında, bu ülkenin sömürge olarak kalmasının gerekliliği ve  Fransa'nın sömürgeci tavrını makul gösteren yazılar yazdı. Cezayirliler'in alt insan olduğunu ima eden, ırkçılık sızan yazılardı bunlar. Öyle ki bir zamanlar aynı davayı paylaştığı arkadaşı  Sartre'ı bile dehşete düşürdü görüşleri.

Başkaldıran İnsan'ın varoluşçuluğu Camus'nun şahsında, Cezayir sınavında sınıfta kaldı. Cezayir'le içli dışlı biyografisine karşı bilinçaltından yükselen şiddetli bir tepki miydi Camus'nun ki, bilinemez. Bilinen o ki bu sınavda yakın arkadaşı Sartre katliama uğrayan bir halkın yanında yer alırken, Camus bu katliamı aklayacak söylemler üretmeye girişti. Fransa'nın (ve kimi aydınlarının) bu  ırkçı tutumunun Cezayir'e büyük bir kin ve yoksulluk mirası bıraktığından kuşku duyulabilir mi...

Bugün Obama da özellikle ülkesinin işgal ettiği ülkeler ve genel olarak Ortadoğu  politikaları konusunda izleyeceği siyasetlerle sınanacak. Bakalım ezilenlerin safından mı yükselecek sesi, yoksa, "beyaz" zencilere özgü bir sesle, bir Condalise Rice sesiyle mi dolaşacak Ortadoğu ülkelerinde...

2006 yılının yaz aylarında Lübnan bombalanırken Rice,   'Ortadoğu büyük bir doğumun sancılarını yaşıyor' demişti. Amerikalı stratejist Ralph Peters'in bir makalesinde 'kanlı sınırların çizilmekte olduğunu ve bunun kaçınılmazlığını' dile getirdiği günlerdi.  O sırada Doğu Konferansı'ndan bir grup aydınla birlikte Suriye'de, Şam'da bulunuyorduk. Suriye Enformasyon Bakanı, Rice'ın bu sözlerini "Anne olmayan Rice, doğum sancısı çekmenin ne demek olduğunu nasıl bilebilir ki…" anlamına gelecek sözlerle eleştirmişti. (Bakan'ın güya taşı gediğine oturtmaya dönük bu sözleri, anne olmuş 'şahin' kadın politikacılar üzerinden düşünüldüğünde, hiç de anlamlı gelmiyor.)

Yeni bir bombardıman, ardından üç bin beş bin mülteci; yanık, kolları bacakları kopmuş çocuklar… Çadır kentler, toplumları bölen duvarlar,  bunların yanında buldozerlere karşı Filistinlilere siper olan Rachel'ler... 

Camus, işaretleri hissedilen paradigma değişikliğini farketmeyi başaramamıştı. Obama gönlünü işgal edilen toprağının, çalınan ekmeğinin peşinde yollara düşen göçmenlerin çaresizliğini yerinde zamanında görebilmeye açık tutarak, ülkesinin biriktirdiği utanç dağlarını kısmen de olsa eritecek politikalarda ısrarlı olabilecek mi... Bunun olmasını bekleyelim, bir mucize bekler gibi de olsa...