Türkiye'nin kendisini bölgesel olarak etkin kılacak birçok vasfı olduğu şüphesiz.
Zira dünyada en gergin bölgelerle bağlantılı jeo-stratejik konum içinde bulunuyor. Diğer yandan coğrafik komşu ülkelerin hepsiyle etkileşim kurmasına olanak sağlayan tarihi ve uygarlık donanımın kucağı ve ortaklığını kabul edilir kılan ekonomik ve diplomatik güçlere sahip. Bu yüzden son yıllarda bölgesel konumu büyüdü, bölgesel yakınlaşma için mecburi geçiş koridoru oldu. Suriye, İran, İsrail, Filistin ve hatta Afgan krizi, Ukrayna ve bazı Orta Asya cumhuriyetleri yönünde yaptığı arabuluculuklarda bunu gözlemliyoruz. Ne var ki Türk rolü büyük ölçüde başta ABD ve AB olmak üzere süper güçlerle ilişkilere endeksli ve esasında çıkarlar ile stratejileri yakınlaştırmak için başarılması mümkün anlayışların yapısıyla irtibatlı. Özellikle de bu açıdan Başkan Obama dönemi gölgesinde Türk rolünün gücünün gelişmesi varsayımının pratik alanda gerçekleşmesi mümkün.
Başkan Obama gerek seçim kampanyasında gerekse başkan olduğunda vaat ettiklerini başarırsa yani uluslararası ve bölgesel sorunların çözümünde diyalog ve ortaklık dilini destek alırsa bu varsayım yolunu bulabilir. Bu yüzden Türkiye'ye 6 ve 7 Nisan 2009'da yaptığı ziyareti Başkan George Bush'un iki dönemindeki gergin uzun süreç sonrası Kanada'dan sonraki ikinci ziyaretti. Ziyaret ABD başkanının açılım niyetinin teyidi bağlamında sembolik olmasının yanı sıra Türkiye'ye olan Amerikan ihtiyacını ve Ankara'nın Amerikan stratejisi açısından temsil ettiği boyutların önemini teyit etti. Türkiye NATO'nun ortağı ve İsrail'in dostu. Ayrıca model laik bir rejim ve aşırılıkçı dinî rejimlerin alternatifi olmaya uygun. Fakat buna karşın Türkiye, AK Parti'nin 2002'de iktidara gelmesi sonrası dönem gibi değil. Dış politikası karakteristik değişimlere maruz kaldı. Bölgesel ve uluslararası çevresinde ABD ve Batı'nın yapısal ortağı değil. Yani büyük satranç oyunda bir taştan ibaret değil. Aksine kimlik halkalarını çeşitlemeye, eksenlere karşı kendisine bir nebze bağımsızlık kazandıracak mesafe çizmeye başladı. Dahası her sorunla kendi özel verileri doğrultusunda bir ilişki kuruyor.
Bu noktadan hareketle Türk-Amerikan ilişkilerini vuran ve iki ülke arasında gergin ortam yaratan zıtlaşma hatlarını anlamak mümkün. Türkiye'nin, Irak işgali ve Hariri suikastı sonrası Suriye'nin tecrit edilmesi politikasını desteklemeye karşı çıkması, İran'a karşı güç kullanımına muhalefeti, Hamas'ın izole edilmesi çabalarına karşılık vermemesi ve Afganistan'daki güçlerinin sayısını artırmaktan kaçınması kaydedilmiş tutumlar. Türkiye'nin bölgesel ve uluslararası alanda oynamak istediği role yönelik yeni bakış açısını ifade eden itirazlar listesi uzun.
Türkiye'nin rolünün Başkan Obama döneminde gelişeceği varsayımını savunanların anlayışı şu ana kadar yeterince açık ve istikrarlı olmayan değişikliklere dayanıyor. Belirgin birinci değişiklik Obama'nın söyleminde üzerinde durduğu diyalog politikasıyla ilgili. Türkiye yeni Amerikan dış politikasındaki bu unsurla olumlu etkileşim içinde oldu. Hatta Türkiye, Amerikan yönetiminin dünyadaki birçok gerginlik noktasına özellikle de Filistin, Suriye, İran ve Irak gibi karşı Türkiye'ye yakın ülkelere, Balkanlar, Kafkaslar ve hatta Rusya ve Gürcistan gibi komşu ülkelere karşı izlemeyi vaat ettiği diyalogların başarılı olmasının etkin lokomotifi olabilir. Sonra Türkiye 2002'den bu yana dış politikasındaki değişikliklere rağmen Amerikan siyasi bilincinde halen bağımsız rol arayan özneden çok, Batı stratejileri için çıkış kapısı ülkesi olarak görülüyor.
Üçüncü değişiklik ise dünyadaki gerginlik haritasına yoğunlaşma amaçlı yeni Amerikan çabasıyla irtibatlı. Bu Amerikan çabası bu bölgelerde coğrafik ve jeo-stratejik açıdan kendisine en yakın ülke olan Türkiye'nin aktif rolüne muhtaç. Acaba bu değişiklikler Türkiye'yi hem Batı nüfuz halkasına geri getirmek, hem Bush'un iki dönemi sırasında Türklerde oluşan Amerikan imajını kaldırması ve akabinde ABD ile stratejik işbirliklerine yoğunlaşmaya ikna olmaları için yeterli mi?
Obama yönetiminin İslam dünyasına seslenmek için Türkiye'yi seçmesinin Türklerin maneviyatını yükselttiği ve dış politikada Obama'nın yeni seçeneklerini destekleme hareketine katılmasının önemine ikna olmaya teşvik ettiği kuşkusuz. Fakat ABD'nin ifade etmekte ve uğruna ölmekte tereddüt etmediği öncelikleri olduğu gibi Türkiye'nin de öncelikleri var. Belki de bu önceliklerin en önemlisi Amerikalılardan Irak'taki PKK sorununu bitirmek için işbirliği talep etmesi bağlamında kendi ulusal güvenliğiyle bağlantılı. Ankara, Amerikan tutumunun sözle değil, fiiliyatla olması üzerinde duruyor.
Türkiye ayrıca Irak'ta ve özelikle de kuzeyindeki Türkmen sorununun muhtemel gelişmelerini engellemek için ekonomik rolünün olmasını istiyor. Önceliklerin üçüncüsü ise Türk-Ermeni anlaşmazlığının çözümü amaçlı bir Amerikan rolü. Dördüncüsü Türkiye'nin, Kıbrıs meselesinde ABD'nin rol oynaması ve Kıbrıs'ın AB üyeliği önünde engel olarak durmasının engellenmesi. Bu Türk önceliklerinin yanı sıra Suriye-İsrail diyaloğu, İran nükleer dosyası, Hamas hareketi konusu ve Afganistan krizi kabilinden ulusal güvenliğine olumlu veya olumsuz etkisi olacak bölgesel sorunlar yer alıyor. Acaba ABD'nin Türk önceliklerine olumlu cevap vermesi Türkiye'yi Amerikan taleplerine olumlu karşılık vermeye sevk edecek mi? Bu sorunun cevabı Obama döneminde Türk rolünün ufkunun çiziminde bitirici etken olacaktır. Kuveyt gazetesi Evan 28 Eylül 2009
Kaynak: Zaman