Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve Başkan Barack Obama'nın iştirakiyle 7-8 Haziran'da California'da yapılan ilk zirve konferansı ve Obama'nın iki hafta önce Amerika'nın Ortadoğu'daki 12 senelik askeri rolünün geleceğini yeniden belirlediği önemli konuşması arasında açık bir bağlantı var.

Aslında Obama, dış/askeri politikasının ağırlığını Ortadoğu ve terörizme karşı savaştan uzaklaştırıp, Çin'in kaçınılmaz olan büyük güç statüsüne dönüş şartlarını idare etmek üzere Asya'ya çevirdi. Washington tarafından Çin'in nüfuzunu sınırlandırmak için iki sene önce başlatılan süreç -şimdi "Asya Pasifik yeniden dengeleme stratejisi" olarak adlandırılan, Asya "ekseni"- hızlandırılabilir.

Çin basınında bu irtibatla alakalı olarak herhangi bir bahis tespit etmedim ama şüphesiz Obama ile görüşmesinden hemen önce bu "yeniden dengeleme" konusu Devlet Başkanı Şi'nin endişelerini arttırmıştır. Benim bildiğim, ABD kitle iletişim araçlarında tek bahis, 25 Mart'ta New York Times'ta Obama'nın yorumlarıyla ilgili makaledeki tek paragraftı: "Sayın Obama'nın konuşmasında söylenmedik kalan şey, onun yeni odaklanmasındaki en büyük motivasyonlardan biriydi: Asya'nın hızla büyüyen bölgesine odaklanabilmesi için Amerika Birleşik Devletleri'ni Ortadoğu'dan kurtarma arzusu."

Bu değişiklik pratikte anlamlıdır. Oval Ofis, açık bir şekilde, ilkel silahlara sahip küçük ve bölük pörçük bir düşman üzerine saplantılı bir şekilde takılıp kalmanın Amerika'nın emperyal çıkarlarını tehlikeye soktuğunu gördü. ABD hükümeti için açık bir şekilde baş jeopolitik ödül, Ortadoğu'da değil, Doğu ve Güney Asya'dadır. Ortadoğu, 11 Eylül 2001'den beri, itibar ve maddiyat bakımından muazzam bir maliyetle -muhtemelen 5 trilyon dolar ya da daha fazla-  Washington'un tüm dikkatlerini üzerine çekti.

Bu yeni dış/askeri politika dürtüsünün aydınlığa kavuşturulması, Başkan Obama'nın 23 Mayıs'ta Amerika'nın savaşlarını, insansız hava araçlarını ve Guantanamo'yu yeniden tanımlayan önemli konuşmasını yapmasındaki baş sebeptir. Onun asıl mesajı, "Biz çabalarımızı sadece sınırsız 'teröre karşı küresel savaş' olarak değil, daha çok Amerika'yı tehdit eden şiddet eğilimli belli aşırı uç şebekelerin dağıtılması için bir dizi tutarlı, hedefli çabalar olarak tanımlamalıyız" oldu.

Asya'ya yönelik "yeniden dengeleme," Obama yönetiminin Ortadoğu'yu ihmal edeceğine dair küçük de olsa bir niyetinin olduğu manasına gelmiyor. Bu, terör savaşları denilen küçük savaşların artık Washington'un birinci uluslararası önceliği olmadığı manasına geliyor. ABD mücadeleye devam edecek ama büyük işgal ordularıyla hazinenin trilyonlarına mal olacak şekilde değil, daha az sayıda özel kuvvetler, insansız hava aracı ve genelde daha ucuz vasıtalarla.

Afgan, Irak ve "terör" savaşları, muhafazakar siyasi atmosfer, geriye giden iktisadi ve siyasi eğilimler ve 21. yüzyılın ilk yıllarında iki partili sistemin etkisizliği ile birleşince, gülünç bir Amerikan demokrasisi oluşturdu: Sivil özgürlükler ve mahremiyet hakkı hususunda hükümette büyük erozyon; seçmenlere dayalı değil paraya dayalı seçim sistemi; ve tomurcuklanan adaletsizlik ve fakirlerin durumuna kayıtsız iktidardaki seçkinler.

Terör savaşlarının sembolü Usame Bin Ladin öldü (ABD!, ABD!, ABD!) ama ölmeden önce, çok daha zayıf düşmanlara karşı iki gereksiz ve sıkıntı verici derecede çıkmaza girmiş savaş başlatması için dünyanın en güçlü ülkesini aldattı. Bu savaşlar bu iki ülkede karışıklıklara ve bölgenin büyük bölümünde Amerikan saldırganlığının eleştirilmesine yol açtı.

OBAMA-Şİ GÖRÜŞMELERİ

Konuşmayla ilgili olarak aşağıda daha fazla detay vardır ama ben şimdi öncelikle Devlet Başkanı Şi'nin ziyaretine odaklanacağım. 7-8 Haziran'da iki devlet başkanının birlikte sekiz saat tartışarak geçirdikleri toplantılar hakkında tam olarak değerlendirme yapmak için henüz çok erken. Washington'un bakış açısına göre iki baş mevzu vardı, siber hırsızlık ve Kuzey Kore. Buna ilaveten birkaç tartışma ve anlaşma oldu.

SİBER HIRSIZLIK: Obama, "Amerika Birleşik Devletleri'nde özel ve kamusal alanda merkezi Çin'de bulunan varlıklar tarafından siber açıdan imkan verilen entelektüel mülkiyet ve diğer türlerdeki mülkiyetlerde Çin'in iddia edilen büyük ekonomik hırsızlığından duyduğu sınırsız memnuniyetsizlik hususunda" Şi'yi bilgilendirdi. Geçen mart, Milli İstihbarat Direktörü James Clapper, büyük ölçüde terörizmin yerine geçen siber tehditlerin, ABD milli güvenliği için en büyük tehlike teşkil ettiği tanıklığında bulundu.

Obama, Çinli misafirine kayda değer bir baskı yöneltti ama sonuçtan pek tatmin olmadı. Siber toplantıların sonunda Obama'nın milli güvenlik danışmanı Tom Donilon (yakında yerine BM delegesi Susan Rice geçecek), sadece bunu bildirebildi: "Çinli üst düzey liderlerin bu meselenin Amerika Birleşik Devletleri açısından ne kadar önemli olduğunu net bir şekilde anladıkları şimdi oldukça açıktır."

Amerikan liderinin siber sunumu aynı gün Guardian'ın (İngiltere) bildirdiği "Obama üst düzey milli güvenlik ve istihbarat yetkililerine, ABD'nin siber saldırıları için potansiyel yurt dışı hedeflerine yönelik bir liste hazırlamalarını emretti" haberiyle bir şekilde gölgede kaldı. Bu 18 sayfalık çok gizli başkanlık direktifi, köşe yazarı Glen Greenwald'a NSA muhbiri Edward Snowden tarafından tedarik edildi. Açıkçası, ABD de çoğu büyük ülkenin yaptığı gibi siber suçlara karışıyor. Öyle ki o, İran'ın bilgisayar şebekesini bozmak için ilk siber "savaşı" da başlatmıştı.

Şi, ABD medyasını Çin'e yapılan siber saldırıları görmezden gelmekle eleştirdi. O ayrıca "İyi niyetli iş birliğiyle yanlış anlamaları ortadan kaldırabilir ve bilgi güvenliğiyle siber güvenliği Çin'le ABD arasında olumlu bir iş birliği alanı yapabiliriz. Buna hem Çin'in hem ABD'nin ihtiyaç duyduğu ve her ikisi endişeyi paylaştıkları, Çin de siber saldırıların bir kurbanı olduğu için, biz bu meselenin halline yönelik samimi tedbirler alınabileceğini ümit ediyoruz" yorumunda bulundu.

Zirveden kısa bir süre sonra, Associated Press'e göre, "Çin'in internet güvenliği şefi devlet medyasına Pekin'in ABD merkezli bilgisayar korsanlığıyla alakalı olarak Pekin'in muazzam miktarda bilgi biriktirdiğini söyledi. Yetkili, ABD hükümetini suçlamaktan kaçındı, siber saldırılara karşı savaşta iş birliğinin daha iyi bir yaklaşım olacağını söyledi." 13 Haziran'da muhbir Snowden, Hong Kong'da South China Morning Post'a Milli Güvenlik Teşkilatı'nın Çin ve Hong Kong'a karşı casusluk yaptığını açıkladı. Aynı gün, Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Hua Chungying, Çin'in siber saldırıların "büyük bir kurbanı" olduğunu söyledi ama herhangi bir suçlama yöneltmedi.

KUZEY KORE: Her iki taraf, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (Kuzey Kore) ile ilişkileri de görüştü. Donilon, toplantıların sonunda Beyaz Saray'ın zafer olarak algıladığı şeyi duyurdu: "Kuzey Kore'ye gelince, önemli noktanın, hedefler konusunda tam anlaşma sağlanması olduğunu düşünüyorum. Bunlar da  nükleer silahlardan arındırma; aslında Kuzey Kore'nin yerine getirmesi için gereken, bu ülkeye baskı yapacak Güvenlik Konseyi kararları konusunda tam anlaşma ve bu hedefin başarılması için atılması gereken adımlar konusunda birlikte çalışacağımıza dair tam anlaşmadır."

Toplantılardan önce, bunun Çin'in eski müttefikine karşı yeni tutumu olabileceğine dair dedikodular dolaşıyordu ama Kore'yle ilgili görüşmeleri özetleyen Çin heyetinin önde gelen bir üyesi, sadece Şi ve Obama'nın "iş birliği konusunda görüştüklerini, farklılıklardan kaçınmadıklarını" söyledi.

YENİ İLİŞKİ: Pekin hükümeti, Çin'in "uyumlu, barışçı bir şekilde güç elde etmeye ve uluslararası sistemin sorumlu bir üyesi olmaya" çalıştığını vurguluyor. Devlet Başkanı Şi, toplantılar sırasında, karşılıklı güven, saygı, önemli meselelerde iş birliği ve farklılıkların giderilmesi için daha iyi yollara dayalı "yeni bir tür büyük güç ilişkisinden" yana olduğunu söyledi.

Xinhua haber ajansı şöyle bildirdi: "Şi'nin üst düzey dış politika danışmanı Yang Jiechi'ye göre, Obama ABD tarafının Çin'le ilişkilere büyük önem verdiğini ve Çin'le karşılıklı fayda ve karşılıklı saygıya dayalı bir devlet devlete modeli inşa etmeye gönüllü olduğunu, böylece farklı küresel sorunlara birlikte karşı koyulabileceğini ifade ederek bu teklife aktif bir şekilde karşılık verdi."

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ: ABD tarihte atmosfere en fazla sera gazı salan ülkedir ama son birkaç yıldır göreceli olarak yeni gelen Çin bu konuda en büyüktür. Zirvede her ikisi, sera gazlarının en etkililerinden biri olan hidroflorokarbon salımlarını azaltmayı kabul etti. Bu, büyük bir adım değildir ama bir başlangıçtır. Çin, geçen ay kendi kendine önemli bir duyuruda bulundu, 2016'dan başlayarak sera gazı salımları için bir tavan belirleyeceğine söz verdi. Bunun, diğer ülkeleri ve belki de ABD'yi bile etkileyecek büyük bir ilerleme olduğu düşünülüyor.

Toplantıda ele alınmayan, Çin'in para biriminde Amerika'nın aleyhine manipülasyon yaptığına dair Washington'un mutad şikayetiydi. Son birkaç senedir Pekin, temkinli ama sistematik bir şekilde dolara karşı parasının değerini yükseltiyor. Şimdi parasının değeri doğal değerine yaklaştı.

Zirve, kendi içinde verimliydi ama ne Washington'un jeopolitik hedeflerini ne de Asya'ya yönelik gizli "yeniden dengeleme" tehditlerini değiştiriyor.

Pekin, Washington'la barışın muhafazası konusunda son derece endişelidir. O 314 milyon nüfuslu ABD'den daha küçük bir alanda 1,3 milyar insanı beslemek, bunlara iskan sağlamak, eğitim vermek ve kazançlı işlerde istihdam etmek zorunda olan bir ülkenin iktisadi ve sosyal şartlarını kuvvetlendirmek üzere onlarca yıldır önünde çok sayıda hayati vazife olan gelişmekte olan bir ülkedir.

Çin aynı zamanda askeri bakımdan ABD'den onlarca yıl geridedir. Pentagon, silah ve lojistik üstünlüğünü korumak için servet harcamaya devam ettiği için bu açık da sürekli devam edecek. Bir savaş, Çin'in 64 sene önce komünist ihtilalin başarılı olmasından bu yana sağladığı, 700 milyon insanı fakirlikten çıkarmak, önemli bir orta sınıf oluşturmak ve dünya üretimin merkezi olmak da dahil,  inanılmaz ilerlemeleri silip süpürecektir.

Washington da tüm ülkelerle olduğu gibi Çin'le de dostane ilişkiler istiyor. Ama o, bu tür ilişkiler için sıkı şartlar empoze ediyor. Bu, ABD'nin 2. Dünya Savaşı'nın sona erdiği 1945'ten Sovyetler Birliği'nin dağıldığı ve ABD'nin o zamandan bu yana tek hakim küresel güç -aslında tarihteki en kudretli egemen devlet- haline geldiği 1991'e kadar keskin hatlarla rekabet eden iki hakim küresel güçten biri olduğu gerçeğine dayalıdır. ABD'yi idare edenler, ekonomisi durgunluktan muzdarip olsa da ve Washington dünyayı bir savaştan diğerine "sevk etme" meyline sahip gözükse de onun liderlik etmeye mahkum, "vazgeçilmez bir millet" olduğuna inanırlar.

Ülkelerin büyük çoğunluğu da Washington'la dostça ilişkiler kurmak ister. Çünkü bunlar ABD'yi özel ayrıcalıkları ve kanunsuz savaşlarından cezalandırılmamak da dahil muafiyetleri olan bir dünya lideri olarak tanımaya gönüllüdürler. Sadece bir avuç dolusu ülke ABD'nin egemenliğini kabul etmez -Küba, Venezuela ve İran bunların arasındadır- Sam Amca da saygısızlıklarından dolayı bu ülkelere ağır bir fatura çıkarır.

Pekin, belli sebeplerden dolayı Washington'la dostça ilişkiler kurmaya çalışır. Birbirini takip eden Çinli liderler hep, Çin'in dünya liderliği aramadığına dair ABD hükümetini ikna etmişlerdir.

Çin, Amerikan hakimiyetine, en azından açıkça, meydan okumaz ama son derece bağımsızdır. Onun İran ve Suriye'ye yönelik olarak Beyaz Saray'ı hayal kırıklığına uğratan temayülü bunun örnekleridir. Çin'in ekonomik, siyasi ve toprakla ilgili hakları konusunda inandıklarını, belli alanlarda ABD'den gelen yoğun eleştirilere aldırmaksızın korumasında olduğu gibi. Teorik olarak Çin, tek kutuplu (bir ülkeye ait) dünya liderliğine karşıdır ve gelişmiş ve gelişmekte olan çok sayıda ülke gibi çok kutuplu sistemi tercih eder. Ama hiçbir millet görülebilir bir gelecekte bu konuda çaba sarf etmeyecektir.

Amerikalı liderler, Çin'in önümüzdeki 10 ya da 20 yılda da son 20 yıldaki beklenmedik gelişmesini sürdürmesi halinde, Amerika'nın yavaş düşüşü karşısında bu başarının Washington'un yerini kaybetmesiyle sonuçlanabileceğinden endişeliler.

İşte "Asya Pasifik yeniden dengeleme stratejisinin" meydana geldiği yer de burada görülüyor. Bu stratejinin birkaç amacı var ama ikisi göze çarpıyor. Asıl amaç, Çin'in yükselişi ya da iktisadi başarısını önlemek değil, küresel güç bakımından onu sınırlandırmaktır. Pekin'in böyle bir otorite elde etme arzusu içinde olduğu kanıtlanmadı. Diğer amaç, ABD'yi bölgedeki dinamik iktisadi iklime daha fazla entegre etmektir. ABD, küresel güç bakımından Çin'in rolünü sınırlandırmak için bu çabada üç gücünü bir araya getiriyor: İttifaklar, para/ticaret ve askeri güç.

1- İTTİFAKLAR: Washington, Çin'i kendi coğrafi nüfuz alanında dahi liderlik yapmaktan uzak tutmak için, tarihi olarak kendi süper güç yörüngesi içinde bulunan çoğu Asya/Pasifik ülkesini birleşik bir mücadeleye katılmak üzere örgütlüyor.

Bu tür müşteriler Japonya, Güney Kore, Filipinler, Vietnam (yakın zamanlarda), Avustralya ve kuvvetle muhtemel civarındaki ülkeler –Hindistan ve belki de Myanmar ve Kamboçya. Endonezya ve Tayvan dahil olmak istemeyebilir. Obama iki sene önce Asya üzerine odaklanacağını ilk olarak açıkladığı zaman ABD kendisini bölgesel çekişmelerin içine soktu, özellikle de Güney Çin Denizi'ndeki toprak ihtilaflarına. ABD, koruyucularına daha minnettar olmaları için hep Pekin'in muhaliflerinin tarafını tuttu.

Bu ülkelerin çoğu iktisaden yükseliyor ya da zaten ekonomileri oturmuş vaziyettedir. Bunlar birbirleriyle yakın iktisadi, siyasi ve askeri bağlar geliştirmeye başlıyorlar ama bunların ABD olmaksızın bir gün Çin'i "dengeleyecek" bir blok oluşturabilmeleri muhtemel değil.

2- PARA VE TİCARET:  ABD, Asya/Pasifik bölgesinde ülkeler arasında serbest ticaret birliği kurma sürecindedir. Buna Amerikaların Pasifik'te hududu olan ülkeler de dahildir. Bu, Trans-Pasifik Ortaklık (TPP) olarak adlandırılıyor. Çin ise Güney Doğu Asya Ülkeleri Birliği'nin Bölgesel Kapsamlı Ekonomik İşbirliği'ni (RCEP) destekliyor ama TPP'ye üyeliği de düşünüyor. ABD hakimiyetindeki TPP tüm üyelerine iktisadi faydalar getirecektir ama asıl hedefi, Amerika Birleşik Devletleri'ne iktisadi olduğu kadar siyasi olarak da bölgede büyük bir oyuncu olmak için önemli bir araç sağlamak ve böylece Doğu Asya'da Çin'e rakip olmaktır.

TTP'yle ilgili çeşitli sorunlar ve entrikalar var ama ben bunlara girmeyeceğim, Kanadalılar Konseyi'nden gelen eleştiri hariç: "Kontrolden çıkmış iklim değişikliğinin baş sebebi olan piyasa temelli küreselleşme hakkında miyopik görüşü kuvvetlendireceği ve iyi, kalıcı işler açmak ya da dünya çapında fakirliği azaltmak üzere çok az şey yaptığından dolayı TPP küresel olarak tartışmalıdır.  TPP ayrıca kamu politikaları nasıl, ne zaman ve nerede kâr edeceklerine müdahale ettiği zaman şirketlerin hükümetlere dava açma hakkını da genişletir."

3- ASKERİ GÜÇ: ABD'nin askeri/milli güvenlik/gözetleme aletleri bakımından benzersiz üstünlüğü -gerilla savaşlarına karşı etkisiz (Vietnam, Irak, Afganistan) ama Çin'e karşı konuşlandırması halinde benzersiz bir ölüm makinesi olabilir-  Asya/Pasifik bölgesine yeni geliyor değil, çoğu zaten oradaydı. Belli yerlerde tarihleri 2. Dünya Savaşı'na kadar gidiyor. ABD 70 sene önce Asya'ya yerleşti ve bir daha da ayrılmadı. Çin, bölgede batı Pasifik'te dağınık küçük adalardan kuzeydoğuda Japonya ve Güney Kore'ye, güneydoğuda Filipinlere, batıda Afganistan'a kadar fiili olarak yıllardır ABD donanması, hava ve kara üsleriyle kuşatılmış durumdadır. Buna hava gücü, uzun menzilli füzeleri, gözetleme uyduları ve hazırdaki nükleer silahları da dahil değil.

Daha geçenlerde Obama batı Avustralya'da yeni bir deniz üssü açtı ve uçak gemilerinden nükleer denizaltılara kadar ABD donanmasının çoğunun Atlantik'ten Pasifik'e kaydırılmasını emretti. Niçin Obama yönetimi bayrak ve askeri tuzaklarını bu kadar yakında, kasıtlı olarak Pekin'in rahatını bozacak kadar yakında gösterme ihtiyacı hissediyor? Kimin patron olduğunu göstermek için. Pekin de böyle bir tavırla Washington'ı tahrik etmeye cesaret etse, ABD savaş için hazırlanır.

Aralık 2012'de Foreign Affairs'de görülen "Eksenle problem" başlıklı makalede, "Obama'nın yeni Asya politikası gereksizdir ve ters etki gösterecektir" denildi. Boston Collage and Harvard's Fairbank Center'ın Çin Araştırmaları bölümünden  Robert S. Ross tarafından yazılan makalede şöyle denildi:

"Obama yönetiminin Asya'ya yerleşmesi Asya'nın istikrarına katkı yapmadı. Tam tersi oldu: Bu durum bölgeyi çok daha gergin ve ihtilaflara açık yaptı. Şimdi bölge semaları ve denizlerinde askeri uçaklar ve donanmaya bağlı gemiler kalabalıklar oluşturuyor.  Ve Amerika Birleşik Devletleri, stratejik olarak alakası olmayan, iktisaden de değersiz bir adada[Güney Çin Denizi'nde] husumetlere müdahil olma riskini göze alıyor."

"Washington'un Çin'in mücavir alanında giderek artan faaliyetleri, Pekin'in, Amerika Birleşik Devletleri'nin Soğuk Savaş'ın sona ermesinden itibaren Çin'e yönelik politikasında temel taşı durumundaki  'stratejik meşguliyeti" terk ettiği kanaatine varmasına yol açtı. Obama yönetimi, önceki yönetimlerin aksine, Çin'in sınır bölgelerindeki meşru güvenlik çıkarlarını reddetti, ABD güvenliği için hayati olmayanlar da dahil."

OBAMA VE ORTADOĞU

Şimdi Obama'nın 23 Mayıs'taki "teröre karşı savaşa son" ve ABD'nin "yeni"  Ortadoğu politikasıyla ilgili konuşmasına döneceğim. Asya'ya daha derinden müdahil olmanın yolunu açmasının yanı sıra, biz bu manipülatif ve savunma amaçlı 7.000 kelimelik dersi ne yapacağız?

Obama -ertesi günü New York Times'ta yayımlanan makaledeki ifadelerle-  "Teröristlere karşı öğütücü savaşın alanını daraltma ve ülkenin artık savaş durumunda olmayacağı bir güne geçişe başlama zamanı gelmişti.... O, terörle mücadele politikasının yeniden belirlenmesi çabalarının bir parçası olarak insansız hava araçları kullanımını azaltacağını söyledi, yeniden Küba'da Guantanamo Körfezi'ndeki hapishaneyi kapatacağı taahhüdünde bulundu, kendi savaş gücüne yeni limitler arayacağını ifade etti" şeklinde intibalarını nakletmeye çalıştı.

İlerici ve sol yorumcular, eleştirileri kendisinin savaş politikasından uzaklaştırmak için hileli ve kendisini haklı çıkarma teşebbüsü olarak gördükleri konuşmayı şiddetle eleştirdiler.

Başkan Obama'nın ABD'yi "sürekli savaş durumundan" çıkarmak üzere adımlar atacağı sözü yaygın şekilde şüpheli bulundu. 25 Mayıs'ta New York Times'ta birinci sayfadaki makalede şöyle bildirildi:

"O, Amerika'nın Irak ve Afganistan'daki savaşlarını sona erdirme taahhüdüyle göreve geldi ama bir yıl içinde Afganistan'a 30.000 asker daha gönderilmesini emretti ve Bush yönetiminin gizli insansız hava aracı saldırılarını önemli ölçüde arttırdı."

ACLU baş yöneticisi Anthony Romero şu yorumu yaptı: "Başkan Obama bizim ebediyyen savaş durumunda olamayacağımızı söylemekte haklıdır ama şimdi ülkeyi küresel savaş patikasından çıkarma ve tam olarak kanun hakimiyeti tesis etme, biraz belirsiz bir gelecek noktasında değildir."

Savaş karşıtı Answer Koalisyonu da konuşmayı şu ifadelerle özetledi: "Konuşmada incelenmesi gereken çok şey olsa da en önemli sonuç, aynı politikaların çoğunu kurumsallaştırmak üzere yeni bir çerçeve tesis ederken Başkan Obama'nın, teröre karşı savaş politikalarıyla ilgili eleştirilere cevap vermeye teşebbüs ettiğidir."

Answer, "Konuşma, bu konularda yönetimin eylemlerine sürekli meydan okuyan fert ve örgütlere doğrudan tepki olarak görülmelidir. İnsansız hava araçları saldırılarıyla ilgili eleştiri yaylım ateşi, Guantanamo Körfezi Hapishanesi ve yurt içinde gözetlemenin boyutunun, Obama'yı politikalarını savunmak zorunda bırakan bir iklim oluşturduğu gözden kaçırılamayacak kadar açıktır" kanaatine vardı.

Diğer yorumcular da Obama'nın "Biz Afganistan alanı dışında sadece El Kaide ve onun ortak kuvvetlerini hedef alıyoruz. O zaman bile insansız hava aracı kullanımı ağır şekilde sınırlandırılmıştır" diyerek katil insansız hava araçları politikasını makul gösterme çabalarını ağır şekilde eleştirdiler (Afgan alanı batı Pakistan'ı da kapsıyor). Eleştirmenler, onun programa eklemeyi taahhüt ettiği birkaç sathi reformu da yerin dibine soktular.

İlericiler, onun beş sene önce kapatmayı taahhüt ettiği Guantanamo toplama kampının kapatılmamış olması sebebiyle sunduğu gerekçeleri de kabul etmediler. Bazı makalelerde, söz dinlemez Kongre'ye rağmen, Obama'nın gerçekten hapishaneyi kapatmak ve içindeki çaresiz tutukluları salıvermek için geniş başkanlık yetkilerini kullanması gerektiğine işaret edildi. Obama "işkenceye son verdiği" ile övününce de Guantanamo'da açlık grevi yapan tutukluların zorla beslenmelerinin Amerikan Tıp Derneği'ne göre işkence olduğuna işaret edildi.

BİTMEMİŞ İŞLER: İRAN VE SURİYE

Obama yönetiminin halen Ortadoğu'da tamamlanmamış çok işi var.  On binlerce ABD askeri, hem deniz hem de karada olmak üzere bölge ya da bölge yakınına yerleştirilecek. Özel kuvvet askerleri ve insansız hava araçları Ortadoğu'da ve şimdi de Afrika'nın derinliklerinde terörist şüphelilerini öldürmeye devam edecek. Buna ilaveten, Obama, 2014 sonunda "savaş kuvvetlerinin" çekilmesinden 10 sene sonra 2024'e kadar Afganistan'da 10.000 asker ve dokuz üssü muhafaza etmeye çalışıyor.

Beyaz Saray'ın Ortadoğu ve Kuzey Afrika için daha birçok planı var. İlk vazife, Amerika'nın bölgedeki baş bağlısı ve hizmetçisi İsrail'in, Arap aleminde ABD'nin fiili ileri üssü olarak kalmaya devam etmesini sağlamaktır. Amerika'nın ikinci vazifesi, ki bu alanda yıllardır çaba sarf ediyor, tüm bölgede Washington'un egemenlik yörüngesinde olmayan tek iki ülke olarak İran ve Suriye'de rejim değişikliğidir. Bu, Irak ve Libya ile dört ülkeyken Bush (2003) ve sonra Obama (2012) bu sayıyı azalttı.

İslam'ın Şii koluna bağlı, şimdi İslam Cumhuriyeti olan İran, baş hedeftir zira o, Washington önünde diz çökmeyecek güçlü ve petrol zengini bir ülkedir. İran halkı çeyrek asır önce Amerikan-İngiliz emperyalizmi tarafından tesis edilen meşum diktatörlük monarşisi Muhammed Rıza Şah Pehlevi'nin dayanılmaz bir aşağılamayla kovulması sebebiyle 34 senedir affedilmedi. İran ABD'ye boyun eğmiş olsaydı bugün aşırı derecedeki yaptırımlar ve sürekli ABD-İsrail savaşı tehditlerinden acı çekmeyecekti.

ABD İran'ın baş düşmanı Irak'ı istila edip, Bağdat'ta laiklik taraftarı Saddam Hüseyin liderliğindeki azınlık Sünni hükümeti devirdiği zaman İran büyük güç kazandı. Daha sonra Irak'ta çoğunluktaki Şii halk kendi hükümetini seçti. Şimdi Tahran, Bağdat ve Şam'da Şii rejimler var (laik Devlet Başkanı Beşşar Esad ve hükümet liderleri Şiiliğin bir kolu olan Nusayridir). Bunlar, batıda Türkiye, doğuda Afganistan'la sınırı olan 1.500 mil genişliğinde bitişik bir Şii bölgesi oluşturuyor.

Sünniler Ortadoğu'da ve genel olarak İslam aleminde büyük bir çoğunlukturlar. Belli Sünni Arap ülkeleri -diğerleri arasında Suudi Arabistan ve diğer Körfez diktatörlükleri gibi- Devlet Başkanı Esad liderliğindeki azınlık Nusayri hükümetin devrilmesine destek vererek, böylece en büyük Arap destekçisinin kaybıyla da İran'ı zayıflatarak Şiilerin gücünü azaltmaya ve çalışıyorlar. NATO üyesi Türkiye'deki ılımlı İslamcı hükümet de kısmen Sünni Arap dünyasında nüfuz kazanmak kısmen de ABD'yi etkilemek için isyancıların büyük bir destekçisidir.

SURİYE'DE GERGİNLİK ARTIŞI MI?

Suriye'de iki sene önce demokrasi için halk mücadelesinin başlangıcı, büyük ölçüde şiddetten uzak protestolara hükümet tarafından baskıyla karşılık verilmesi oldu. Başlangıçtaki barışçı protestolara hükümet tarafından belli tavizlerle karşılık verilmesinin karışıklıklar yerine reforma mı yol açacağını asla bilemeyeceğiz. Ama ihtilaf, kısa sürede daha fazla demokrasi çağrılarından laik rejimi yıkıp iktidarı ele geçirmeye çalışan, cihatçı unsurlar da dahil, Sünni isyancıların liderliğinde ölümcül bir iç savaşa dönüştü. İkinci yılındaki bu savaş, son derece korkunç, insan ve altyapıları tahrip edici oldu. BM en az 93.000 Suriyelinin öldürüldüğünü ifade ediyor. Ölenlerin çoğu her iki taraftaki askerlerdi.

ABD ve onun en yakın müttefikleri, başlangıçtan itibaren rejim değişikliğini desteklediler. Ama ancak, Washington'un Şam'a dikte ettiklerine itaatkâr bir hükümet gelmesinin mümkün olması halinde... Bu şart önemlidir.

Sırf hükümet karşıtı kuvvetleri desteklemek için Amerikan hava ve kara savaşı başlatmayı reddettiği için Obama'nın Esad rejimini devirmekle ilgilenmediğini zannetmek doğru değildir. Obama'nın problemi, Sünni ülkelerden silah ve para almalarına, ABD ve diğerlerinden de bir seneden fazla bir zamandır "öldürücü olmayan" yardımlar almalarına rağmen isyancıların tamamen birbirlerinden kopuk olmalarıdır. Beyaz Saray'ın güvenilir, birleşik bir ABD yanlısı isyancı cephe oluşturma çabaları defalarca başarısız oldu. Aynı zamanda, savaşan cihatçı unsurlar Özgür Suriye Ordusu'nda savaşan diğer tüm gruplardan daha kuvvetlidir. Bu durum, savaşın en büyük sponsoru zengin Suudi Arabistan diktatörlüğüne uyar ama belli sebeplerden dolayı Washington için lanetli bir şeydir.

Daha önce yazdığımız gibi, Obama yönetimi "dikkatli bir gözden geçirmeyi takiben, istihbarat topluluğumuz Esad rejiminin geçen sene muhalefete karşı defalarca küçük ölçekte sinir gazı sarin de dahil kimyasal silah kullandığını belirlemiştir" duyurusunda bulundu. Bu gazdan 150'ye yakın insanın öldüğü iddia ediliyor.

Sinir gazı kullanılmış olabilir ama ben halen bunların kullanımının Suriye hükümetinin emriyle olduğundan kuşkuluyum. Esad, en küçük miktarda bile gaz kullanımının Obama'nın "kırmızı çizgisini" aşacağının, bunun da ABD'nin isyancılara olan desteğinde önemli bir artış ya da büyük bir misillemeye yol açacağının tamamen farkındaydı.  Esad, hayatı, ofisi ve seçmenlerine sıkı sıkıya yapışmış vaziyettedir. O, en ufak miktarda bile sarin gazı kullanılmasına onay vermesinin kendisi için kötü akıbeti tetikleyeceğini bildiği halde bunu niçin yapsın?

Washington'daki savaş şahinleri -liberaller ve muhafazakarlar, hatta Dışişleri Bakanlığı'ndakiler bile- Beyaz Saray'dan, isyancıların gelişmiş silahlarla teçhiz edilmelerinden "muharebe alanına kara kuvvetleri yerleştirilmesi" için uçuşa yasak bölge oluşturulmasına kadar şiddetli bir tepki talep ediyorlar.

Obama mütereddittir. New York Times'a göre o, "ilk kez isyancılara hafif silahlar ve mühimmat sağlamaya başlanmasına karar verdi." Onun, yüklerin cihatçı isyancıların eline geçmemesi gerektiğinde ısrar edeceğinden şüpheliyim.  Onun Suriye'de Libya'da olduğu gibi ABD savaş uçakları desteğiyle uçuşa yasak bölge oluşturulmasına yönelik baskılara direnmesi beklenebilir. Suriye'nin, hemen hemen savunmasız olan Libya'nın aksine gelişmiş bir hava savunma sistemi vardır.

Tereddüde yol açan bir diğer faktör, bir senedir yapılan baskılar ve ABD hükümetinin Esad'ın mağlubiyetin eşiğinde olduğuna dair abartmalarına rağmen, Nusayri hükümeti halen toprakların büyük bölümünü ve hemen hemen tüm büyük şehirleri kontrolü altında tuttuğudur. Lübnan'daki Şii meşru müdafaa örgütü Hizbullah'ın yakın zamanda savaşta verdiği destek, hükümet adına büyük bir kazanç oldu ve isyancıların gerilemelerine ve son aylarda toprak kaybetmelerine katkı yaptı.

Sarin gazı açıklaması ve bunu takiben ABD'nin açık bir şekilde silah gönderme kararı ise, moral desteğe ve karşı saldırılarda bulunmaları için silah zerkine ihtiyaç duydukları bir zamanda isyancılara yarıyor. Obama isyancıları sahada tutabilmek ve rejim değişikliği gelmesi için yapabileceği her şeyi yapacaktır. Ama o, terörist oldukları bilinen kişilerle aynı saflarda bulunması halinde tarihin affetmeyeceğini bilir ve haklı olarak Amerikan halkının Ortadoğu'da yeni bir ABD kara savaşına karşı çıkacağını zannediyor.

Bilinmeyen önemli bir faktör var: Yeni tayin edilen eski BM delegesi, güvenlik danışmanı Susan Rice'ın Obama üzerindeki tesiri ve onun yerine de Obama'nın danışmanı Samantha Powers'ın gelmesi. Her ikisi de liberal savaş şahinleridir ve "insani müdahale" olarak adlandırılan şeyin hararetli savunucularıdır.  Bunlar Suriye ve diğer yerlerde daha sert bir tavır için bastırabilirler. Rice, BM'de Çin ve Rusya baş delegelerine alenen kaba davranmıştı. Powers'ın ise Obama'nın Libya'ya saldırı kararında büyük etkisi olduğu ifade ediliyor. Tecrübeli analist  M.K. Bhadrakumar, 8 Haziran'da India Punchline'da yazdığı makalesinde, her iki danışmanı terfi ettirerek Obama "güvercinlerin arasına iki kedi bırakıyor, bu da  dışişleri ve savunma bakanları Kerry ve Hagel'a göndermedir" yorumunda bulundu.

Kaynak: Foreign Policy Journal
Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas