Kamil Yiğit

Karzai, ABD ile Pakistan arasında savaş çıkarsa Pakistan’ı destekleyeceklerini açıkladı. Bu açıklama, medyada ana haber olamadı. Nedense dünyada daha önemli birçok konu vardı. Gerçek şu ki ABD ile Pakistan ilişkileri iyice gerilmiş durumda. ABD sessizce sıkıştırıyor, operasyonlar düzenliyor, saldırıyor Pakistan topraklarına. Oysa henüz Afganistan’da işi bitmiş gibi görünmüyor. Gün geçmiyor ki bir yerde saldırı olmasın, ABD veya NATO askerleri öldürülmesin. Buna rağmen ABD’yi Pakistan’a yönelten ne ? Pakistan topraklarındaki “terörist” kampları mı ? Anlaşılan NATO tarafından iktidara getirilen Karzai bile aynı  fikirde değil. Pakistan’da başka bir şey var.

Başbakan’ın, kendisine Gazze’deki tünelleri soran İsrailliye verdiği cevap, bir kısım medyada “ikinci one minute” vakası olarak duyurulmuştu;  “O tünellerden atom bombası geçmiyor”. Fakat bu diyalog, aynı etkiyi yapmaktan çok uzak kaldı. Çünkü, nükleer güç ve ona bağlı olarak atom bombası, Batı ülkelerinde uluslar arası siyasetin suskunluk noktalarını oluşturuyor.

Fransa’da 50’ye yakın, İngiltere’de 30, ABD’de 100’den fazla nükleer santral bulunduğu söyleniyor. Bunların barışçıl enerji santralleri olduğunu söyleyebiliriz ama nükleer teknolojinin olduğu yerde ona bağlı silahların bulunmamasını düşünemiyoruz. Nükleer uçak gemisi, denizaltı, nükleer başlıklı füzeler. Fransa okyanuslarda yaptığı nükleer bomba deneyleriyle meşhur olmuştur. O deneylerde okyanustaki hayatın ne kadar zarar gördüğü konusu pek öne çıkmamıştır. Bir çeşit doğal afet gibi algılanmıştır. ABD, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde kaç tane nükleer başlıklı füze vardır ? Bu bilgi bazen silah dergilerinde yer alıyor. Fakat biz resmen Batı bloğunda yer aldığımız için daha çok Rusya, Çin, Kuzey Kore gibi ülkelerdeki nükleer tehlikeye dikkatlerimiz çekiliyor.

Bu ülkelerin sabıkası bir de İran’a nükleer teknoloji transfer etmelerinden kaynaklanıyor. İran gibi mevcut uluslar arası statükoya karşı çıkan bir ülkenin eline nükleer güç geçmesini istemiyorlar. Bir İslam ülkesi. Potansiyel bir tehlike. Üstelik İsrail’e bu kadar yakın. Nükleer silah bir ülkenin kontrol edilebilirliğini ortadan kaldırarak adeta kontrol eden ülke statüsü kazandırmaktadır. Yani dünyadaki güç dengelerinde sınıf atlama anlamına gelmektedir. İran gibi bir ülkenin bu statüyü kazanması, Ortadoğu’da, Lübnan’da, Irak’ta eşit partner olarak masalara oturmasını sağlayacaktır ki bu hiç istenmeyen bir durumdur. Belki bu nedenle bugün İran Doğu’dan (Afganistan) ve Batı’dan (Irak) ABD’nin kıskacına alınmış durumdadır. Fakat henüz fiili müdahale yoktur.

Fiilen kıskaca alınan, egemenlik hakları sürekli ihlal edilen, saldırıya uğrayan bir ülke varsa o da Pakistan’dır. Şimdilik Taliban ve El Kaide ile bağlantılı unsurların Pakistan’da yuvalanması gerekçe gösterilmektedir. Fakat o kadar saf olmayalım. ABD Afganistan’ı işgal etmeden önce bölgede bugünkü kaos ortamı mevcut değildi. Bugün Pakistan, sürekli çatışmalar, patlamalar, gösteriler yaşanan istikrarsız bir ülke görünümü kazanmış durumdadır. Etnik ve dini gruplar arasına sürekli ayrılık tohumları ekilmektedir.  Unutmayalım ki Pakistan 200 milyondan fazla nüfusuyla en büyük İslam ülkelerinden birisidir. Daha da önemlisi Pakistan nükleer teknolojiye ve silaha sahip tek İslam ülkesidir.

Dananın kuyruğu işte burada kopmaktadır. ABD, nükleer teknolojiye sahip (Pakistan) ve sahip olmaya çalışan (İran) ülkelere en yakın yerlerde konuşlanmış durumdadır. Esasen bu ona çok pahalıya mal olmaktadır. Amerikan vatandaşlarının vergileriyle finanse edilmektedir ama dünyayı kurtarma söylemleriyle ABD medyası ve Holywood, gerekli atmosferi oluşturabilmektedir. Kahraman askerler, Irak’ta, Afganistan’da “özgürlük” savaşında can verdiğinde bayrağa sarılı olarak getirilmekte, “hazin ama gururlu” törenlerle gömülmektedir.  Hatta Holywood’un kahraman asker tipleri  Ortadoğu’da bile rağbet görebilmektedir.

Pakistan üzerine yazan bazı Batılı yazarlar, baklayı ağzından çıkarmaktan da çekinmiyor. Diyorlar ki Pakistan’da büyük bir kaos yaşanıyor, bu ortamda devlet, nükleer tesisleri ve silahları kontrol etme konusunda “güven vermiyor”. İsterseniz bu tesis ve silahları uluslar arası güvenceye alalım. Açıkçası Pakistan’ın bu konudaki egemenlik haklarını elinden alalım demek istiyorlar. Pakistan, Amerika’daki nükleer teknolojiye çok katkı sağlamış bilim adamları yetiştirdi. Geçtiğimiz on yıllar içinde, bir İngiliz uluslar topluluğu üyesi ve ABD’nin yakın müttefiki durumundaydı. Biraz da Hindistan ile rekabet duyguları içinde nükleer teknolojiyi geliştirdi ve kendi “atom bombasını” yaptı. Esasen bu pek de zengin bir ülke olmayan Pakistan için pahalı bir yatırımdı.

Fakat son yıllarda konjonktürün değişmesi ve Afganisan’daki gelişmeler,  kamuoyunu etkiledi ve özellikle bölgedeki ABD işgali, yaşanan yıkımlar, Pakistan kamuoyunu ister istemez ABD aleyhine çevirdi. Bu açıdan ABD hem Afganistan’da hem Irak’ta batağa saplanmış durumda, ortalığı yıkan, insanları gelişmiş silahlarla öldüren uzaylı bir güç izlenimi veriyor. Bu haliyle bölgenin sempatisini kazanması mümkün görünmüyor.

Pakistan zor durumda. ABD Pakistan’ı istikrarsızlaştırmak için elinden geleni yapıyor. Bunun görünen sebebi terör unsurları. Fakat işin söylenmeyen bir yanı var ; bu ülkedeki nükleer teknoloji ve silahlar. Düne kadar Hindistan için caydırıcı güç olduğu kabul edilen bu silahlar bugün risk unsuru olarak gösterilmek isteniyor. “Adeta” kontrol altına almak için uygun bir atmosfer oluşturulmak isteniyor.

Bütün bunlar bize, Türkiye’ye neler anlatıyor ? Türkiye’nin nükleer teknolojiyi elde etmesi hiç kolay olmayacaktır. Zaten henüz işin başında bile değiliz. Mahkemelerle, Greenpeace’lerle, Almanya’da, Fransa’da göstermelik bazı tesis kapatmalarla kamuoyu oluşturmak istiyorlar. Köylülerle röportaj yapıp işe insani boyuttan girmeye çalışıyorlar. Öte yandan, son yıllarda Türkiye, nükleer teknoloji açısından “güvenli” bir ülke olma imajını pek de umursar görünmüyor. İsrail’le olan ilişkileri, Ortadoğu ve Dünya’da oluşan imajı, ekonomik ve siyasi bir güç olarak yükselişi. Bunlar bizim için, İslam dünyası için olumlu gelişmeler olabilir ama nükleer teknolojiye ulaşma açısından pek olumlu referanslar olduğunu söyleyemeyiz.