Amerika’nın İran’la arasındaki siyasi ikilemleri çözmek ve İran’ın nükleer emellerinin üstesinden gelmek için herkes gümüş kurşun istiyor. Amerikan çıkarları risk altındayken, popüler adaylardan hiçbiri de – yakınlaşma, askeri harekât, müeyyide veya rejim değişikliği –ihtiyatlı bir yönetimin siyasetine temel teşkil edecek gibi görünmüyor maalesef. Siyasetçiler, sorunu halledecek yahut hiç değilse hal yoluna koymaya yardım edecek gümüş kurşun ummak yerine en muhtemel gelecek için ciddi planlar geliştirmeye başlamalıdır: Reform’dan geçmemiş ve nükleer yetenekleri olan bir İran.
ABD pek çok kez İran’la yakınlaşmaya çalıştı ve başarısız oldu. O teşebbüsler gerekli ve de uygundu ama Tahran nükleer programında ilerlemeye devam ederken sahici bir müzakereden ziyâde zamana oynamaya odaklanmış gibi görünen bir yönetimle çalışmak için artık çok az zaman kaldı. İran’ın girift iç siyaseti, rejim nispeten daha istikrarlıyken bile görüşmeleri zorlaştırıyor; ülkenin zayıf düşmüş yönetimi, bir araştırma reaktörüne gerekli yakıtla ilgili olarak Washington’la müzakere yaptı diye geçen sonbaharda reformcu liderlerin dur durak bilmeyen saldırıları altında kaldı.
Tayfın diğer ucundaki askeri harekât ise hem muhtemel durmuyor ve hem de -başvurulduğu takdirde – başarılı olması ihtimal dâhilinde görünmüyor. Pentagon ve Obama yönetimi, İran’a hava saldırısı düzenleme fikrinden hiç hazzetmiyor gibiler, ki böyle bir saldırı, küresel ekonomik durgunluğun yaşandığı bir zamanda yurtiçi enerji fiyatları üzerindeki etkisi bir yana, sadece Irak ve Afganistan’ı değil bölgenin büyük bir kesimini ateş altına atabilecektir. Saldırıdan yana olanların umutlarını bağladıkları İsrail’in önünde çok daha büyük engeller var: Uçaklarının menzili, Arap ülkelerinin hava sahasını kullanmayı zorunlu kılan bir coğrafya ve İslam dünyasında ve (enerji fiyatlarından dolayı da) muhtemelen Amerika’da bir geri tepme. Amerika veya İsrail’den biri İran’ın nükleer tesislerine saldırdığı takdirde de açılan hasarın nükleer programı en fazla geciktirmesi söz konusu olacak ama saldırana karşı büyük bir öfkeyi tetikleyecek ve çatlamış bir siyasi sisteme potansiyel olarak payanda olacaktır.
Genelde askeri harekât dışı bir baskı yolu olarak görülen sıkılaştırılmış müeyyideler de muhtemel değil. Çin, New York’taki son görüşmelere alt düzeyde bir diplomatını göndererek yeni müeyyidelerle ilgili olarak BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri ve Almanya’yla istişârelere verdiği değeri tüm dünyaya gösterdi. Benzer şekilde, nükleer İran’a nispetle istikrarsız bir İran’dan veya batı yanlısı bir İran’dan daha çok korkan Rusya’nın Hillary Clinton’ın felç edici müeyyidelerini desteklemesi muhtemel değil. Büyük ölçüde farklı çıkarlardan dolayı AB bile müeyyide kararının arkasında birleşemiyor.
Yakınlaşma, askeri harekât ve müeyyidelerin önündeki engelleri kabul eden ve İran’daki karışıklıklardan cesaret bulan pek çok kişi örtülü, örtüsüz veya her iki yolla yapılacak bir rejim değişikliği stratejisinin tek seçenek olduğunu savunuyorlar. Maalesef bir yanılsamadır bu. İran rejimi açıktır ki zayıflamıştır ve bir noktada gerçekten çökebilir. Ancak ne zaman çökeceğini veya ondan sonra hangi sistemin ortaya çıkacağını hiç kimse bilmiyor. İran rejiminin nasıl alaşağı edileceğini, İran halkının bu amaca yönelik dış çabalara nasıl tepki vereceğini, İran rejiminin kendisini korumak için ülke içinde neler yapacağını veya uluslararası sahada düşmanla nasıl savaşacağını aslında hiç kimse bilmiyor. İran’ın nükleer bilimcilerine, teknolojisine ve işlemden geçen materyallerine neler olacağını da kimse bilmiyor. Bir strateji olarak rejim değişikliği, vahim bir kumardır.
Washington, İran problemiyle ilgili olarak o ya da bu çözüme bel bağlamak yerine nükleer yetenekleri veya hatta nükleer silahları olan bir İran’ı kontrol edebileceği gerçek bir stratejiyi hızla geliştirmelidir. Böyle bir stratejinin üç sacayağı vardır: İran’ı nükleer silahları kullanmaktan caydırmak, potansiyel olarak nükleer bir İran’ın komşularıyla ilişkisinde gözüpek davranmamasını temin etmek ve nükleer teknolojisini başkalarıyla paylaşmasının önünü almak. ABD’nin müttefikleriyle nükleer caydırıcılık ilişkisini genişletmesinin yeniden teyidi, bölgesel güvenlik sistemi inşası ve Nükleer Silahların Yayılmasına Karşı Güvenlik İnisiyatifi gibi sistemlerin tahkim edilmesi anlamına gelecektir bu. Korsanlıkla mücadele kapsamında Hint Okyanusunda hâlihazırda yüzmekte olan çok-uluslu donanma, bu faaliyetlerinin bazıları için başlangıç noktası olabilir.
Muhtemel bir nükleer İran’a hazırlık çerçevesinde bu adımların bugün açıkça atılması esastır ve ayrıca iki önemli üstünlüğü de vardır. Birincisi, ABD, İran konusunda Çin, Rusya ve diğerleriyle ilgilenirken daha güçlü bir konumda olacaktır. Şayet Pekin ve Moskova müeyyide veya askeri harekât istemiyorlarsa ve de nükleer yetenekleri olan bir İran yahut nükleer silahlı bir İran fikri onları rahatsız ediyorsa, birçoklarının derinden sıkıntı yaşadığı bölgede pratik bir çözümü görüşmek üzere masaya gelmelidirler. İkincisi ve daha önemlisi, nükleer silahlara sahip olmanın ülkenin güvenliğini veya uluslararası saygınlığını ille de artırmak durumunda olmadığını İran liderlerine ve İran halkına gösterecektir. Bu, Tahran’ın görüşünü değiştirebilir de değiştirmeyebilir de ama en azından rejimin iç destek toplama adına kullandığı bir meselenin havasını alabilecektir.
Mevcut eğilimlerin muhtemel bir neticesi olarak nükleer yetenekleri veya nükleer silahları olan bir İran’ı tanıdığından dolayı böyle bir stratejinin nükleer bir İran’ı “kabullenme” anlamı taşıdığı suçlamasını yöneltenler çıkabilir. Aslında tam tersi doğrudur: tüm çabalarımıza rağmen ortaya çıkabilecek nükleer bir İran’ı Amerika’nın kabul etmemesine imkan veren hassas bir stratejidir. Eğer bu seyri veya daha muteber başka bir planı izlemezsek, vakit geldiğinde nükleer İran’ı kabul etmekten başka bir seçeneğimiz olmayacak.
Kaynak: National Interest
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı