Bu hafta başlayan Filistin-İsrail barış görüşmelerine, iki devletli adil bir çözüm konusundaki isteksizliğini açıkça dile getiren bir İsrail başbakanının yüküyle girilmesi çok talihsiz bir durum.
Dokuz yıl evvel, Benjamin Netanyahu, Batı Şeria'daki Ofra yerleşim biriminde, 1993 yılındaki Oslo anlaşmalarına dair görüşünü bildirirken gizlice kayda alınmıştı. "Seçimden evvel bana anlaşmalara uyup uymayacağımı sormuşlardı... Uyarım ama onları, 1967 sınırlarına gidişin önüne geçmemi engelleyecek şekilde yorumlarım." demiştim. Netanyahu'ya göre bunun sonucu ne olurdu? "Oslo anlaşmalarına fiilen son vermiş olurdum".
Bu tür bir beyanat 1990'ların sonunda başbakan olan Netanyahu'nun eylemleriyle gayet uyumluydu. Dönemin başkanı Clinton'ın barış için kendisini zorladığı Netanyahu, bulduğu her boşluğu değerlendirerek Oslo görüşmelerinin altını tamamen oydu.
Başbakan o zaman görüşmelere iyi niyetlerle gitmemişti. Şimdi de iyi niyetlerle gidiyor değil. Görüşmeleri rayından çıkartabilirse, bunu yapacak. Dışişleri Bakanı Hillary Rodham Clinton, Netanyahu'nun geçmişini tabii ki biliyor.
Karamsar olan tek ben değilim. Filistinlilerin çoğu öyle. Özellikle gençler ihanete uğramış vaziyette. Koca bir kuşak Filistinli, başarısız görüşmeleri izleyerek büyüdü. Özgürlükten ziyade yerleşim yerlerinin arttığını izlediler.
Görüşmelerin bu kez başarıya ulaşabilmesi için uluslararası camia ve bilhassa ABD'nin Netanyahu'ya baskı yapması gerekecek. Başkanlıkta iyi bir başlangıç dönemine rağmen, Obama son aylarını, sağcı İsraillilerin taleplerini yerine getirmekle geçirdi. Beklenmedik şekilde, yönetiminin ilk başlarında yaptığı gibi yerleşimler konusunda çıkışmaya kalkışması durumunda da İsrail'in politikalarına muhalefete pek tahammülü olmayan ABD Kongre üyelerinin yoğun ateşine maruz kalacaktır.
Doğrudan görüşmelerin çabucak sarsıntıya uğraması muhtemel. Filistin Otoritesi Başkanı Mahmud Abbas, yerleşim yerlerinin tekrar yapılmaya başlanmasının görüşmelerin sonu anlamına geleceğini Obama'ya mektupla bildirdi bile. Abbas çok açıktı: "Eğer İsrail, Doğu Kudüs de dahil olmak üzere Filistin topraklarında yerleşim yerleri inşasına yeniden başlarsa, görüşmelere devam edemeyiz."
Öte yandan, Netanyahu'nun sağ kanadı, Batı Şeria'nın kolonizasyonuna devam edileceği konusundaki kararlılığını dile getirmeye devam ediyor. Yeni yerleşim yerleri inşası konusundaki asgari moratoryum bu ay içinde sonlanacak. Ulusal Altyapı Bakanı Uzi Landau "Herkes istediği ve ihtiyaç duyduğu kadar inşaat yapabilecek." diye konuştu. Netanyahu'nun moratoryumu uzatmaması durumunda doğrudan görüşmeler aniden durabilir.
Görüşmelerin başarısız olduğunu varsaydığımız durumda, Netanyahu'nun suçu; Filistin söyleminin, onlarca yıldır devam eden boyunduruğa karşı şiddet yanlısı Filistin direnişinin ya da inatçı Filistin müzakerecilerinin üstüne atacağına şüphe yok. Peki yarın, Batı Şeria ve Doğu Kudüs hiçbir İsrailli liderin, yasa dışı mevkilerinden yerleşimcileri atmaya cesaret edemeyeceği kadar çok yerleşim yeriyle dolduğunda ne olacak? O zaman İsrail, hem Filistinliler hem de İsraillilerin onurlarını koruyan iki devletli bir çözümü müzakere etmediği için dizlerini dövecek.
Müzakerelerin başarılı olabilmesi için, İsraillilerin "böl ve fethet" stratejilerinden vazgeçerek hem İsrail'deki hem de işgal topraklarındaki Filistinlilere kendi eşitleri olarak muamele etmeleri gerekiyor. Batı Şeria'yı Doğu Kudüs'ten ayıran müzakereler başarısız olacaktır. Batı Şeria'yı Gazze'den ayıranlar da öyle. İyi niyetli hiçbir Filistin müzakerecisi, İsrail'in yakın zamanda öne sürdüğü ama gitgide daha inançlı şekilde savunduğu, İsrail'in sadece Yahudi devleti olarak tanınması talebinin önünde boyun eğmez.
1 milyonun üzerindeki Filistinli İsrail vatandaşını aşağı bir konuma mahkûm eden akıl dışı bir istek bu. Filistinlilerin ayrımcılığa tabi olmasına sebep olan 30'un üzerinde İsrail kanunu zaten mevcut. Abbas'ın böyle bir adaletsizliğin altına imza atması beklenemez. Bunu yaparsa İsrail'in Filistinli vatandaşlarının ikinci sınıf vatandaşlığını onaylamakla kalmaz, 62 yıl evvel toprakları kendilerinden çalınan ve dönmeyi dört gözle bekleyen Filistinli mültecilerin geri dönüş haklarını da ellerinden almış olur. Bu kördüğümü çözmenin tek yolu Yahudilerin, Filistinlileri eşitleri olarak kabul etmesi ve onlarla bu temelde müzakere etmesi. Adil bir iki devletli çözüm için gereken, Yahudileri Filistinlilerin üstünde tutan tüm kanunların kaldırılması. Bu, Hıristiyan ve Yahudilerin dinî haklarının Müslüman Amerikalılarınkilerin üzerine çıkarılmasına dair bazı siyasetçiler tarafından gündeme getirilen tehlikeli demagojiye rağmen, Birleşik Devletler'in çok iyi anlaması gereken bir nokta.
Bu hafta başlayan Filistin-İsrail barış görüşmelerine, iki devletli adil bir çözüm konusundaki isteksizliğini açıkça dile getiren bir İsrail başbakanının yüküyle girilmesi çok talihsiz bir durum.
Dokuz yıl evvel, Benjamin Netanyahu, Batı Şeria'daki Ofra yerleşim biriminde, 1993 yılındaki Oslo anlaşmalarına dair görüşünü bildirirken gizlice kayda alınmıştı. "Seçimden evvel bana anlaşmalara uyup uymayacağımı sormuşlardı... Uyarım ama onları, 1967 sınırlarına gidişin önüne geçmemi engelleyecek şekilde yorumlarım." demiştim. Netanyahu'ya göre bunun sonucu ne olurdu? "Oslo anlaşmalarına fiilen son vermiş olurdum".
Bu tür bir beyanat 1990'ların sonunda başbakan olan Netanyahu'nun eylemleriyle gayet uyumluydu. Dönemin başkanı Clinton'ın barış için kendisini zorladığı Netanyahu, bulduğu her boşluğu değerlendirerek Oslo görüşmelerinin altını tamamen oydu.
Başbakan o zaman görüşmelere iyi niyetlerle gitmemişti. Şimdi de iyi niyetlerle gidiyor değil. Görüşmeleri rayından çıkartabilirse, bunu yapacak. Dışişleri Bakanı Hillary Rodham Clinton, Netanyahu'nun geçmişini tabii ki biliyor.
Karamsar olan tek ben değilim. Filistinlilerin çoğu öyle. Özellikle gençler ihanete uğramış vaziyette. Koca bir kuşak Filistinli, başarısız görüşmeleri izleyerek büyüdü. Özgürlükten ziyade yerleşim yerlerinin arttığını izlediler.
Görüşmelerin bu kez başarıya ulaşabilmesi için uluslararası camia ve bilhassa ABD'nin Netanyahu'ya baskı yapması gerekecek. Başkanlıkta iyi bir başlangıç dönemine rağmen, Obama son aylarını, sağcı İsraillilerin taleplerini yerine getirmekle geçirdi. Beklenmedik şekilde, yönetiminin ilk başlarında yaptığı gibi yerleşimler konusunda çıkışmaya kalkışması durumunda da İsrail'in politikalarına muhalefete pek tahammülü olmayan ABD Kongre üyelerinin yoğun ateşine maruz kalacaktır.
Doğrudan görüşmelerin çabucak sarsıntıya uğraması muhtemel. Filistin Otoritesi Başkanı Mahmud Abbas, yerleşim yerlerinin tekrar yapılmaya başlanmasının görüşmelerin sonu anlamına geleceğini Obama'ya mektupla bildirdi bile. Abbas çok açıktı: "Eğer İsrail, Doğu Kudüs de dahil olmak üzere Filistin topraklarında yerleşim yerleri inşasına yeniden başlarsa, görüşmelere devam edemeyiz."
Öte yandan, Netanyahu'nun sağ kanadı, Batı Şeria'nın kolonizasyonuna devam edileceği konusundaki kararlılığını dile getirmeye devam ediyor. Yeni yerleşim yerleri inşası konusundaki asgari moratoryum bu ay içinde sonlanacak. Ulusal Altyapı Bakanı Uzi Landau "Herkes istediği ve ihtiyaç duyduğu kadar inşaat yapabilecek." diye konuştu. Netanyahu'nun moratoryumu uzatmaması durumunda doğrudan görüşmeler aniden durabilir.
Görüşmelerin başarısız olduğunu varsaydığımız durumda, Netanyahu'nun suçu; Filistin söyleminin, onlarca yıldır devam eden boyunduruğa karşı şiddet yanlısı Filistin direnişinin ya da inatçı Filistin müzakerecilerinin üstüne atacağına şüphe yok. Peki yarın, Batı Şeria ve Doğu Kudüs hiçbir İsrailli liderin, yasa dışı mevkilerinden yerleşimcileri atmaya cesaret edemeyeceği kadar çok yerleşim yeriyle dolduğunda ne olacak? O zaman İsrail, hem Filistinliler hem de İsraillilerin onurlarını koruyan iki devletli bir çözümü müzakere etmediği için dizlerini dövecek.
Müzakerelerin başarılı olabilmesi için, İsraillilerin "böl ve fethet" stratejilerinden vazgeçerek hem İsrail'deki hem de işgal topraklarındaki Filistinlilere kendi eşitleri olarak muamele etmeleri gerekiyor. Batı Şeria'yı Doğu Kudüs'ten ayıran müzakereler başarısız olacaktır. Batı Şeria'yı Gazze'den ayıranlar da öyle. İyi niyetli hiçbir Filistin müzakerecisi, İsrail'in yakın zamanda öne sürdüğü ama gitgide daha inançlı şekilde savunduğu, İsrail'in sadece Yahudi devleti olarak tanınması talebinin önünde boyun eğmez.
1 milyonun üzerindeki Filistinli İsrail vatandaşını aşağı bir konuma mahkûm eden akıl dışı bir istek bu. Filistinlilerin ayrımcılığa tabi olmasına sebep olan 30'un üzerinde İsrail kanunu zaten mevcut. Abbas'ın böyle bir adaletsizliğin altına imza atması beklenemez. Bunu yaparsa İsrail'in Filistinli vatandaşlarının ikinci sınıf vatandaşlığını onaylamakla kalmaz, 62 yıl evvel toprakları kendilerinden çalınan ve dönmeyi dört gözle bekleyen Filistinli mültecilerin geri dönüş haklarını da ellerinden almış olur. Bu kördüğümü çözmenin tek yolu Yahudilerin, Filistinlileri eşitleri olarak kabul etmesi ve onlarla bu temelde müzakere etmesi. Adil bir iki devletli çözüm için gereken, Yahudileri Filistinlilerin üstünde tutan tüm kanunların kaldırılması. Bu, Hıristiyan ve Yahudilerin dinî haklarının Müslüman Amerikalılarınkilerin üzerine çıkarılmasına dair bazı siyasetçiler tarafından gündeme getirilen tehlikeli demagojiye rağmen, Birleşik Devletler'in çok iyi anlaması gereken bir nokta.
Ahmed Tibi* Los Angeles TImes
Kaynak: Zaman