Adeta sihirli, bir değnek dokunmuş gibi Kürt meselesine dair beklentilerin iyice yükseldiği şu günlerde çözümün nasıl ve hangi temel üzerinde uzlaşarak gerçekleşeceğinden çok kimin eliyle ve hangi söylem üzerinden gerçekleşeceğinin pazarlığı yapılıyor gibidir. Hiç kimse kan akmasının sürmesini savunmuyor görünüşte. Ama kardeş olmayalım da kan ak/ıt/maya razıyız, daha da küçük parçalara ayrılalım da yeter ki din bağlar devreye girmesin der gibi tavır alışlar da gizlenmiyor.
Siyasal bir sorunda siyasal tezlerin tartışılmasından doğal ne olabileceği düşünülebilir. Oysa karşımızda gerçek anlamda siyasi durum olmasına rağmen gerçek siyaset yapabilecek tarafların olmaması gibi durum var. Siyaseti toplumsal, bireysel taleplerin çözüm alanı olarak okunduğu vakit, nasıl bir siyasetsizliğin, tersinden apolitik durumun söz konusu olduğu daha iyi idrak edilebilir.
Çok kısa süreye sıkıştırılan çözüm önerileri ve argümanlarını ele alıp, tarafların ortama uygun sözlerini bir kenara koyarak bir söylem analizine tabi tutulduğunda sadece çözümsüzlüğün nedenlerini değil bizzat sorunun kökenine dair ipuçları da yakalayabiliriz. Kan akmasını durduracak çözümlerin olmasa bile niyetin ciddiyet kazandığı her dönemde devreye giren provokatif katliamlarla yapılmak istenmen şey de kendi söyleminin haklılığını, üstünlüğünü ispatlama çabası olarak okunabilir.
Söylemlere bakarak çözümsüzlüğün kökenini, hatta sorununu bizatihi sebeplerini tespit etmek abartılı, bir o kadar da yanıltıcı olmak gibi bir tuzağa işaret ediyor. Ne var mevcut söylemlerin sorunun üstüne çözüm üretmeyen sahte bir iyimserlik örtüsü serdiğini de unutmamak gerekir. Aktüel olarak, tüm beklentileri, tüm tarafları harekete geçiren sıkıştırılmış zaman aralığında yaşanan söylem yoğunluğu tam da bu sebepten dolayı tarafların konumlanışını ele veren işaretler taşıyor.
Özellikle sürecin, siyasal irade gösteren devlet adına çözüm için adım atan hükümete yüklenen ve çoğu kez itham olarak kullanılan İslam/cılık bağlantısı sorunun bizzat sorumlusu olarak İslam’ı göstermek gibi 'şark kurnazlığı' sergileyen; İslam kardeşliğini, coğrafyanı geleceğine dair İslamcı tasavvurları şimdiden mahkum etmenin aracı olarak ittifak eden bir cephe var.
Bu 'İslam kardeşliği karşıtı ittifak' liberaller, seküler Kür milliyetçileri, Ortodoks Kemalistler, seküler Türk milliyetçilerinden oluşan bir yelpaze oluşturuyor. Bu geniş ittifakın buluştuğu temel zemin, Kürtlerin ve Türklerin etnik kimliklerinden de daha önemsedikleri ve bu sebepten dolayı da kader birliği yaptıkları bir hafızaya sahip olmakla kalsalardı sorun olmayacaktı. Olanca Kemalist, jakoben projelere rağmen her iki tarafın da Müslüman kimliklerini hala önemsemeleri ve gelecek tasavvurlarında belirleyici en önemli dinamik olmasıdır. Zaten sadece bu paylaşılan ortak kimlik bile bu halkın devletten ve seküler elitlerden daha akıllı davranarak, hala etnik bir çatışmadan özenle uzak durabilmelerini mümkün kılmıştır.
'Ortak tasavvur' inşasında İslam/cı temelli söylemden itina ile kaçınan bir başka tarafta muhafazakâr siyasetin aktörleri olması da çok manidar.
İslamcılık iddiasının üzerlerine yapışmasından özenle kaçınırken çözümün siyasal tasarımında seküler paradigmanın dışına çıkmazken, popüler görüntüye İslami çağrışımlar içeren imgeler eklemesi son derce manidar. İslami çağrıştıran her söylem ve imgeye karşı çıkmak salt iktidar muhalefetiyle açıklanması mümkün olmayanı Türkiye'deki her türden batıcı eklektizmin ve de elitizmin ortak paydası olarak dini olana, yerli olana karşı varoluşsal konumlanışın tezahürüdür.
Milliyetçiliğin kaynakları bir yana, bunu resmi devlet politikası hem Türklere hem Kürtlere dayatanlar çözüm yolunda siyasi iktidarın dinle ilgisinden ya da çağrışımlarından dolayı hem çözümsüzlüğün hem sorunun kaynağı olarak gösterilen Müslümanlıkla bu toprağın ilişkisini yok hükmünde gören, her şeyin üstünde ve hiçbir şeyden sorumlu olmayan netameli bir 'liberal dil' mevcut. Bu elverişli dil, söylem düzeyinde sorumsuzluk heyecanı verebilir ama gerçekler kötü bir düşten uyanmak gibidir.
İslam üzerinden her tür çözüm teklifinin en sert karşıtlarının Kürt milliyetçilerinin olduğunu söylemeye gerek yok. Seküler Kürtçülüğün pompalamaya çalıştığı din dışı kimlik tutmayınca Kemalist Türkçülüğün negatif filmini geliştirerek 'Kürt İslamı' üretmekte sakınca görmediler. PKK'nın statü ile dansı sadece siyasal manevra sorunu olmaktan çok daha fazlası, seküler Kürt kimliği inşasında rol modelliği söz konusudur. 'Kürt Müslümanlığı' örgütün taban bulmasını kullanılırken 'Türk Müslümanlığı' da statükoyu tahkim etmede kullanılacaktır. DEVAMI>>>