TTK Başkanı Halaçoğlu: 'İttihatçı tez: Kürtlerin Türkmenliği' ve 'Alevi Kürtlerin Ermeniliği' yazılarına cevaptır. Sayın Dündar'ın iddiaları tutarsız. Özellikle bizi 'neo-ittihatçı' olarak nitelendirmesi büyük haksızlık. Yaptığımız çalışmalar bir yere varmak için değil, nerelere varabileceğimiz üzerine odaklıdır
Sayın Fuat Dündar'ın 5 ve 7 Eylül 2007 tarihli Radikal gazetesinde yukarıdaki başlık altında şahsımı hedef alan ve tamamen bilimsellikten uzak, yanlış bilgiler içeren yazısına karşı aşağıda maddeler halinde cevabımı bilgilerinize sunuyorum. Radikal okuyucularının doğru bilgilenmelerini sağlamak ve Sayın Dündar'ın yazılarındaki iddiaların ve verdikleri bilgilerin, benim çalışmalarımla hiçbir bağlantısının bulunmadığını ve asıl yazı sahibinin tarihi bilgilerden ne kadar yoksun olduğunu görmeleri önem taşımaktadır.
Doğrudan şahsımı hedef alan, şahsımı ırkçı (!) olarak nitelendiren yazılarına karşı cevabımın yayımlanmasını istirham ederim.
1- Her şeyden önce Türk Tarih Kurumu, içlerinde Kürt asıllı vatandaşlarımızın da bulunduğu kimselerin verdikleri vergilerle çalışmalar yapan bir kuruluş değildir. TTK Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün İş Bankası'ndaki hisselerinin gelirleri, kitap satışları ve matbaasından gelen gelirlerle çalışmalarını sürdüren özerk bütçeli bir kurumdur. Memurların ve tüm çalışanların maaşı ile her türlü yayın ve cari giderleri de bu bütçeden karşılanmakta ve devletten hiçbir ödenek almamaktadır. Daha net söyleyecek olursak TTK devletin finanse ettiği bir kurum değildir.
2- Yapılan çalışmalar tamamen objektif kriterlere göre olup, hiçbir zaman Kürtlerin Türklüğü gibi bir iddia ile yola çıkılarak araştırma yapılmamaktadır. Yaptığımız çalışmalarda Kürtleşmiş Türk aşiretlerinden bahsedilmiştir. Konuşmamın deşifre edilmiş metnine bakılacak olursa (ttk.org.tr), iddia edildiği gibi bütün Kürtlerin Türk olduklarından bahsedilmediği görülebilir.
3- Türk aşiretlerinin nerelere hangi sebeple iskân edildiklerine dair hem rahmetli Cengiz Orhonlu'nun (Osmanlı İmparatorluğu'nda Aşiretleri İskân Teşebbüsü, İstanbul, 1963), hem de bendenizin kitabı (XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Ankara 1997, 3. baskı) bulunmaktadır. Osmanlı arşivlerindeki araştırmalarımıza göre, o zamana kadar göçebe hayat tarzında olan Türkmen aşiretlerinin yerleştirilmesi Güney bölgesine 17. yüzyılın sonlarından başlamaktadır ve 19. yüzyılın ortalarına kadar sürmektedir. Anadolu'ya Türklerin gelişiyle beraber Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da başta Zengiler, Dulkadırlılar ve Artukoğulları olmak üzere kurulan Türk beylikleri herkesin malumudur. Bunlarla ilgili olarak Osmanlı Arşivleri ile Fars ve Arap kaynaklarında çok fazla bilgi bulmak mümkündür.
4- Diğer taraftan Sayın Dündar'ın çok önemli bir yanılgısını söylemem gerekmektedir. Sayın Dündar, Diyarbakır ve Elazığ yörelerinin Yıldırım Bayezid zamanında iskân edildiğini söylüyor ki bu büyük bir hatadır. Zira bu bölgeler onun söylediğinden 100 sene sonra, yani Yavuz Sultan Selim devrinde Osmanlı topraklarına katılmıştır. Dolayısıyla bölgeye ait tahrirler Yıldırım değil Yavuz döneminden itibaren başlamaktadır. Yani 1517 yılından itibaren. Sayın Dündar'ın ikinci önemli hatası ise, tahrir defterlerinde sadece vergi veren nüfusun kaydedilmiş olduğunu iddia etmesidir. Halbuki bu defterler üzerinde çalışan herkes bilir ki, vergi vermeyen devlet görevlileri (imam, hatip, muhassıl), âmâ, dul, çok yaşlı kimseler, özürlü insanlar, yerleşik ve yerleşik olmayanlar, tümüyle bu defterlerde kaydedilmişlerdir. Bu sebeple Sayın Dündar beni eleştirirken bilmediği konulara girmiştir ve bu defterler üzerinde hiçbir çalışma yapmadığını ortaya koymuştur. Nitekim kendisi Osmanlı Arşivleri'nde sadece İttihat Terakki dönemini ve 19. yüzyılı araştırmıştır. Bu nedenle de bu defterlerde ne gibi kayıtların mevcut olduğunu bilmemesi doğaldır. Zira bu defterlerde, yukarıdakilerden ayrı olarak o beldede üretilen zirai mahsul, ne kadar hayvanları-koyunları bulunduğu ve bunlardan ne miktarda vergi alındığı, her bir aşirette her çadırın kaç koyunu bulunduğuna kadar pek çok şey kayıtlıdır. Dolayısıyla bu defterlerden bütün göçer veya yerleşik gruplar çıkarılabilmektedir. Tabii bunun için de yüzlerce defteri incelemeniz gerekmektedir. Nitekim aşiret çalışmalarımızda, her aşiretle ilgili bilginin hangi defterden ve hangi sahifesinden alındığı da kayıtlı olacaktır.
5- Bu defterlerde göçebe unsurlar ve tabii olarak Kürt veya çoğunlukla Ekrad adı altında cemaatler de kaydedilmiştir. Bunu anlayabilmek için tahrir defterleri üzerinde ihtisas derecesinde bilgi sahibi olmak ve araştırma yapmak gereklidir. Tabii Osmanlıca olmasına karşılık siyakat yazısını da okumak şarttır. Bu konuda benim araştırmalarıma bakılacak olursa bu yazıyı okuyup okuyamadığım anlaşılır. Mesela 200 numaralı Diyarbakır Tahrir Defteri'ne bakacak olurlarsa bu söylediklerimi görme imkânı bulabilirler.
6- Evet Ekrad (Kürdler) veya Etrak (Türkler) kelimeleri her zaman için etnik bir anlam taşımaz. Nitekim Osmanlılar her iki kelimeyi etnik anlam dışında kullanmıştır. Bu konuda TTK Belleten Dergisi'nin 227. Sayısında Türkçe ve İngilizce olarak yayımlamış olduğum 'Osmanlı Belgelerine Göre Türk-Etrâk, Kürd-Ekrad Kelimeleri Üzerine Bir Değerlendirme' adlı makalemi okumaları yeterlidir (s. 139-154, 24 belge). Anladığım kadarıyla Sayın Dündar bu makalemi de görmemiştir. Şurasını belirtelim ki, Kanuni döneminden itibaren Osmanlı cemaat sistemi büyük değişiklik göstermiş, küçük guruplara ayrılan aşiretlerin başına bey olarak kethüdalar atanmış ve cemaatler onların adıyla anılır olmuştur. Bu nedenle çalışmamız 16. yüzyıldan başlamıştır. Böylece incelenen tahrir defterinin bilgisayara aktarılmasıyla aynı adı taşıyan veya aynı yaylak-kışlakta bulunan cemaatler, istenildiği ölçüde bir araya getirilebilmiş ve yine birbiriyle karşılaştırma imkânı ortaya çıkmıştır. Burada esas olan şey, bütün Anadolu'daki tahrir kayıtlarının eksiksiz incelemesidir ve bu yapılmıştır. Bu nedenle de çalışmalarımız 12 yıldır devam etmektedir.
7- Kayıtlarda 'Ekrad-ı Türkman' ve 'Türkman Ekradı' tabirleri geçmektedir.
Buna dayanarak Türkmenlerin Kürtlüğü veya Kürtlerin Türkmenliği üzerinde herhangi bir sonuca varmak mümkün değildir. Bu, yukarıda adı geçen makalemizde de ifade edilmiştir. Bu bakımdan konu daha farklı yöntemlerle araştırılmaktadır ve ulaştığımız sonuçlar bilimselliğin dışında değildir.
8- Sanırım yazar benim Osmanlıca bilgimi ölçmek istemektedir ki, 'Köçer' veya 'göçer' gibi kelimeleri okuyup okuyamadığımı, Kürtçe bilmediğimi varsayarak bu gibi kelimeleri yanlış okuduğumu anlatmaya çalışmıştır. Çoğu kişi bilir ki Osmanlıca bilenler belli ölçüde Arapça ve Farsça da bilmek durumundadır. 'Kaf', 'vav', 'çim' ve 'rı' harfleriyle yazılan bir Osmanlı kelime 'Koçer' okunabildiği gibi 'kuçer' olarak da okunur. Şayet kelime 'gef' harfiyle yazılmışsa o zaman 'göçer' okunur. Aynı şekilde 'kürd', 'kef', 'rı' ve 'dal' harfleriyle yazılır. Bazı zaman 'kef', 'vav', 'rı' ve 'dal' harfleriylede yazılır. Dolayısıyla bunları bilmiyorsanız zaten Osmanlıca bildiğinizi söyleyemezsiniz. Özellikle bu harfler, hele hele siyakat yazılarda kesinlikle özel yazılış biçimiyle kaydedilmez. Zaten siyakat yazıları noktasız olmasının yanı sıra imla ve yazım kurallarına da uyulmadan yazılan özel bir yazıdır. Ayrıca bir de 'kef' ve 'gef' harfleri vardır ki, aynı biçimde yazılmasına rağmen kişinin cümlenin gelişine göre bunu okuması gerekir. 19. yüzyıl belgelerinin bazılarında 'gef' özel şekilde belirtilerek yazılmasına rağmen doğru şekilde okunması, ancak okuyan kimsenin yeteneğine kalmıştır. Mesela 'Geyik' kelimesi 'gef' ile yazılır ama bunu bilen kimseler 'keyik' şeklinde okumaz. Kaldı ki, ilmi çalışmalarda Osmanlıcanın zorluğundan kaynaklanan isimlerin ve yer adlarının okunmasında şüpheye düşüldüğü vakit, kelimelerin yanına soru işareti konur. Bu usuldendir ve bilimsel çalışmaların tabii bir kuralıdır.
9- Tehcirden dönenlerin tehcire gidenlerden fazla çıktığı iddiasına gelince: Hiçbir yazımda ve beyanımda olmamasına rağmen Sayın Dündar tehcirden dönenleri fazla çıkardığımı söylemektedir ve tabii bu tamamiyle hayal mahsulüdür. Sanırım Sayın Dündar Ermenilerle ilgili yazdığım üç kitabı ve yazdıklarımı okumak yerine, sadece bazı gazete haberlerinden aldığı bilgileri kullandığı için bu hataya düşmektedir. Bir yazarın bunlara çok dikkat etmesi gerekir; aksi takdirde kendisini gülünç duruma düşürmesi kaçınılmazdır.
10- Her bir aşiretin 27 çadır olduğu gibi bir sözüm olmamasına rağmen Sayın Dündar sanırım ortalama alarak böyle bir hesaplama yapmaktadır. Halbuki her bir cemaat/aşiret farklı çadıra/haneye sahiptir ve bu defterlerde kaydedilir. Öyle ki, her bir aile reisi babalarının adıyla zikredilir ve ayrıca mücerred (bekâr) nüfus da yazılır. Dolayısıyla sanıyorum ki Sayın Dündar hiç mufassal tahrir defteri görmemiştir. Bu defterlerdeki veriler günümüzde bile bulunmayan istatistiki bilgileri içermektedir. Yukarıda belirttiğim gibi burada ailelerden başka, sakat, çok yaşlı kimseler, devlet görevlileri, muaf ve müsellem halk, askeri kişiler de isimleriyle yazılmıştır. Hatta vakıflar, zaviye, medrese gibi yapılar da yer alır. Bunu tahrir defterleri üzerinde çalışan herkes bilir. Bu bakımdan tahrirler üzerinde konuşmak için bu defterler üzerinde ciddi araştırma yapmış olmak gerekir.
11- Türkmenlik ve yörük kelimesi üzerinde duran Sayın Dündar, bu konuda da bilgisizliğini ortaya koymaktadır. Zira ilk Osmanlı askeri teşkilatı içinde yaya ve müsellem teşkilatları kurulmuştur. Yörükler ise Rumeli fütühatında Balkanlar'ın iskânında kullanılmıştır. Bunlar daha sonraları "Evlad-ı Fatihan" olarak vasıflandırılmışlar ve bazı geri hizmetlerine karşı vergiden muaf tutulmuşlardır. Bunlarla ilgili Osmanlı arşivinde Yörük Defterleri bulunmaktadır. Bu konuda da merhum M. Tayyip Gökbilgin tarafından 'Rumeli'de Yörükler, Tatarlar ve Evlâd-ı Fatihan' adıyla bir kitap neşredilmiştir (İstanbul 1957). Bu konuda daha fazla bilgi edinmek istenirse, bendenizin 'Osmanlı Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı' (Ankara 1998, 4. Baskı) adlı kitabıma bakılabilir. Biz Anadolu'daki aşiretlerle ilgili bir çalışmadan söz ediyoruz. Anadolu'daki yörüklerin fonksiyonları Rumeli'den farklıdır. Burada Yeni İl Türkmenleri, Halep Türkmenleri veya Esbkeşan (Atçeken yörükleri) gibileri bir mukataaya bağlanmıştır. Bunlardan bazıları vergilerine mukabil bir devlet hizmetiyle görevlendirilmişlerdir; bazıları da bir vakfa bağlanmışlardır. Mesela Yeni İl Türkmenleri Üsküdar'daki Atik Valide Sultan evkafına bağlanmıştır. Atçekenler Osmanlı ordusuna at yetiştirmeleri karşılığında vergiden muaf tutulmuşlardır. Keza Yaycı ve Okçu gibi adlar verilerek mukataaya bağlanan aşiretler vardır. Aslında 19. yüzyıla ait çalışma yapanların bunları bilmesini beklemiyoruz; fakat bilmedikleri konularda eleştiri yapmalarını yadırgıyoruz. Çünkü topluma bilgi vermekle mükellef olanların verdikleri bilgiye karşılık büyük sorumlulukları olduğuna inanıyoruz.
12- Sayın Dündar ikinci yazısında Alevi Kürd kimliğini alan Ermenilerin sayıları ile ilgili olarak, "Elinde kayıtlar vardır ama bunlar hiçbir şekilde 100 civarında değildir ve bununla ilgili belge olmadığı için yayımlamamaktadır" diyor. Kimse kusura bakmasın. Ben kendileri gibi ırkçı değilim. Kişilerin kimliği kendilerini ilgilendirir ve açıklamak istiyorlarsa onlar açıklasınlar. Ancak bu sayıya ulaştığını gösteren ABD arşivinden bir belge numarası vereceğim. Orada 95 bin Ermeni kadın ve çocuğun Müslüman olduğu belirtiliyor. Bu belge İngiliz Büyükelçiliği ve ABD Ortadoğu Yardım Kuruluşu Near Relief Society'nin 1921 yılında yaptığı bir araştırmanın sonucudur (US Archives, Nara 867.4016/816). Bu belge Ermenilerle ilgili çıkan son kitabım 'Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları'nda yer almaktadır.
13- Sayın Dündar, Talat Paşa'nın defteri olarak nitelediği ve inkâr edildiğini söylediği defterin Talat Paşa'nın kendi el yazısı olmadığını ve kendi hatıra defteri olmadığını Sayın Murat Bardakçı'dan öğrenebilir. Zira aynı yazı karakteriyle ATASE arşivinde, aynı istatistik yayımlanmıştır ve Talat Paşa'nın kendi el yazısı olmadığı da Sayın Bardakçı tarafından açıklanmıştır. Bunun için ATASE tarafından 2005 tarihinde basılmış olan 'Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri, 1914-1918, I. Cilt, s. 439-456'ya bakılabilir.
14- Bir diğer konu da Ermenilerin bir kısmının kendilerini Kürt olarak göstermeleri meselesidir. Sanırım bu konuda sadece iki kaynak göstereceğim ve o kaynak bütün bunların cevabını verecektir. Burada bu kaynakları tümüyle açıklamam ve aktarmam maalesef mümkün değildir. Bunlardan ilki Thomas K. Mugerditchian'ın raporu ki 1919'da Kahire'de hazırlamıştır. Bu zat ABD'nin Diyarbakır Konsolos Yardımcısı'dır. İkincisi yine ABD'li Prof. David Magie'dir (eserinin Türkçe adı: 'Osmanlı İmparatorluğu'nda Kürtler'). Burada sadece Thomas Mugerditchian'ın raporunda yer alan Kürt aşireti ismini alan bir Ermeni aşiretinin adını vereceğim. Ruşdunik Ermeni aşireti, Reşkota Kürt aşireti adını almıştır. Bütün bu çalışmalarımız yabancı arşivlerdendir ve elimizde bunlarla ilgili binlerce belge bulunmaktadır.
15- Sanırım sadece yukarıda verdiğim bilgiler bile Sayın Dündar'ın diğer iddialarının ne derecede tutarsız olduğunu ortaya koymaya yeterlidir. Özellikle bizi 'neo-ittihatçı' olarak nitelendirmesi büyük haksızlıktır. Zira yaptığmız çalışmalar bir yere varmak için değil, nerelere varabileceğimiz üzerine odaklanmıştır. Burada bir bilimsel araştırma ve tespit yapılmaktadır. Sayın Dündar'ın bu açıklamalardan sonra gazetelerde çarpıtılmış olarak çıkan yazılara itibar etmeyeceği ve önyargılardan kurtularak bir değerlendirme yapacağını umut ediyorum.
Şurası unutulmamalıdır ki, bir kimse gerçekten doğrulara ulaşmak istiyorsa her şeyden önce gerçekten neleri bildiğini ve neleri bilmediğini iyi değerlendirmesi gerekir. En önemlisi de karşısındaki insanın ne demek istediğini iyi anlamalıdır.
Kaynak: Radikal