Türkiye'nin NATO'dan Patriot talep edişi uzun süredir Türk dış politikasında kendini gösteren yeni bir eğilimin son göstergesi oldu. Yaklaşık on yıldır yumuşak güç, sıfır sorun, bölgesel işbirliği, şahsiyetli dış politika, aktif tutum, merkez ülke gibi kavramsallaştırmalarla tüm dünyanın dikkatini çeken ve bu çerçevede geleneksel müttefikleriyle bile karşı karşıya gelmekten çekinmeyen Türkiye gitti; yerine Küreciğe savunma kalkanı yerleştiren, ABD ve NATO ittifakıyla daha yakın ilişkiler yürüten, Suriye, İran, Irak, İsrail gibi yakın komşularıyla gergin ilişkilere sahip, sınır bölgelerine NATO'dan Patriot füzeleri talep eden, bunun üzerine İran ve Rusya'ya açık ve sert yanıtlar vermekten çekinmeyen bir Türkiye geldi. Tüm bu değişim sıfır sorun, merkez ülke, yumuşak güç kavramlarının yerine gergin ilişkiler, kanat ülke ve sert güç kavramlarının geçmesi demektir. Bir anlamda Türkiye Soğuk Savaş tarzı davranışlara geri dönüyor gibi görünmekte. Artık Türkiye özellikle Ortadoğu'da yumuşak ve agresif davranışlar yerine sert ve savunmacı davranışlar sergiliyor. Ortadoğu'da uluslararası kurumsallaşma ve diplomatik yöntemlerle etki alanını artırıcı davranışlar değil, Batı ittifakı ve askeri yöntemlerle elinde var olanı korumaya yönelik davranışlar üretiyor. Burada bu politikaların stratejik veya normatif anlamda doğruluğu veya yanlışlığı ele alınmayacak. Bunun yerine bu dönüşümün kaçınılmaz olduğu varsayımı üzerinden sebepleri ve üreteceği sonuçlar üzerine akıl yürütülecektir.

Bu dönüşümün sebebi ne olabilir? Ne değişmiş olabilir ki belli bir dış politkanın on yıldır bayraktarlığını yaparak fark yaratan Türkiye şimdi tam tersi davranışlar sergiliyor olsun? Bu soruya verilebilecek kabaca bir kaç cevap şunlardır: Karar yapıcıların değişmesi veya zihinlerinin dönüşmesi, Türkiye'nin iç politikasında bir dönüşüm, ya da bölge içi dengelerdeki değişim.

Sadece karar yapıcıların zihin dünyasının değiştiği gibi bir iddia bu dönüşümü açıklamakta yetersizdir. O tarihten bu tarihe ne başbakan ne dış işleri bakanı değişti ne de bu kadar kısa bir sürede zihin dünyalarının birden bire dönüşmesi mümkündür. Türkiye'de herhangi bir iktidar değişliği olmadı. Bir önceki davranışlar grubunu da bu yeni tarzı da sergileyen aynı AK Parti iktidarı ve onun karar yapıcılarıdır.

Buna ilaveten bir başka açıklama gayreti Ortadoğu'da son dönemde ortaya çıkan yeni konjonktür üzerinden gösterilebilir. Arap Baharı, artan Sünni-Şii gerginliği, İsrail'in, İran'ın veya Irak merkezi yönetiminin tavırları gibi süreç analizi üzerinden Ortadoğu bölgesinde bir belirsizlik dönemine girildiği, dolayısıyla bu yeni şartlar altında Türkiye'nin güvenlik risklerinin artması nedeniyle daha savunmacı bir yöntem seçtiği söylenebilir. Fakat bu tür iddialar iki temel sebepten dolayı başarısız açıklama gayretleridir. İlk olarak yukarıda bahsi geçen tüm bu olayları açıklayan bir faktör bulunmadan alt alta sıralayarak "bakın ortalık karıştı, dolayısıyla güvenlik önem kazandı" demek esasen kronolojik bir sıralama verip hiçbir açıklama yapmamak anlamına gelir. Ortalığın neden karıştığını açıklayabilme gerekir. Türkiye tavrını değiştirdi çünkü İran ve Rusya gibi aktörler düşmanca tavırlar geliştiriyor demek bir açıklama olarak yeterli değildir çünkü bizzat bu ifade örneğin İran'ın neden tavır değiştirdiğine dair, yani genel sebebe dair hiçbir şey ifade etmez. İlişkiler bozuldu demek yetersiz ve malumun ilanıdır. Açıklama değil sadece bir betimlemedir. Aslen biz ilişkilerin neden bozulduğunu anlamaya çalışıyoruz. Süreç üzerinden yapılan ikinci açıklama gayreti bu yeni ilişki biçiminin belirsizlikten kaynaklandığı iddiası olabilir. Buna göre yeni konjonktürde belirsizlik artmıştır dolayısıyla Türkiye'nin savunmacı refleksler göstermesi anlaşılabilir denilebilir. Fakat bu iddia da yetirince kuvvetli değildir. Bu belirsizlik kavramı her türlü davranış biçimini açıklayacak güçte olduğundan esasında hiçbir şeyi açıklayamaz. Hatırlanırsa dış politika elitleri önceki dönemin dış politika davranışlarına gerekçe sunarken de aynı iddiayı dile getiriyorlardı. "Belirsizliğin asıl olduğu bir bölgedeyiz dolayısıyla bize yönelecek tehditleri pro-aktif bir şekilde önceden bertaraf etmek için yumuşak güce sahip merkez ülke olmak zorundayız"mealinde ifadeler kullanılıyordu. Demek ki bir önceki dönem de belirsizdi, şimdiki durum da belirsizdir. O zaman bu değişime de gerek yoktur.

Fakat tüm bu devamlılıklara rağmen Türkiye'nin tavrında önemli değişiklikler mevcut. İran'a yaptırımlar uygulanmasına, BM güvenlik konseyini araçsallaştırarak alternatif ses üreten ve İran'ı tüm dünyaya karşı savunan Türkiye şimdi o meydan okuduğu eski müttefikleriyle beraber İran'a rağmen savunma teknolojilerini topraklarına yerleştiriyor. Rusya'yı muhtemel bir yakınlaşmanın en önemli aktörü olarak gören Türkiye şimdi klasik Türk-Rus ilişkileri çerçevesinde yüksek düzeyli atışmaların bir parçası oluyor. Putin Ankara ziyaretini iptal ediyor. Suriye'yle ortak bakanlar kurulu toplantıları yapılıyorken bugün neredeyse savaşın eşiğindeyiz. Irak merkezi yönetimiyle yapılan karşılıklı atışma savaş dilini andırıyor.

Özelde Türkiye'nin genelde tüm bölge aktörlerinin davranışlarındaki değişimi anlayabilmek için karar alıcılar, Türkiye'nin özellikleri ve hedefleri veya dinamik, belirsiz süreçlere odaklanmak yerine yapısal bir analiz üretmek mecburiyetindeyiz. Türkiye'yi merkez ülke olma hedefinden Batı ittifakına iten, yumuşak güç yerine sert güce yönelten, sıfır sorun yerine gergin ilişkilere sokan bölge içi yapısal bir değişimdir. Amerika'nın Irak'tan çekilmesiyle bölgede keskin bir dönüşüm yaşanmıştır. Hatırlanacak olursa bu yeni ilişki biçimleri Amerika'nın Irak'tan çekilmesinin hemen ardından patlak verdi. Irak iç savaşa gidiyor, Türkiye ile İran, Suriye ve Rusya arasında gergin mesajlar alınıp veriliyor. İsrail Gazze'ye giriyor. Lübnan'da Hizbullah her an bir İsrail saldırısı bekliyor. Bir önceki dönemde Amerika'nın bölgede sağladığı güvenlik şemsiyesi altında bundan rahatsız da olsalar İran dâhil bölge ülkeleri güvenlik ve istikrar önceliğini ikinci plana iten davranışlar sergileyebiliyor ve kendilerine Amerika'nın mevcut bulunmadığı alanlarda manevra alanı açıcı eylemler gerçekleştirebiliyordu. Türkiye kendine merkez ülke olma hedefi biçebiliyordu çünkü İran veya Rusya'dan veya bir başka aktörden çekinmiyordu. Bölge devletleri güvenlik artırımı gerekçelerini göz ardı edip güç artırıcı eylemlere girişme lüksüne sahiptiler. Çünkü düzeni sağlamak zorunda olan bir Amerikan gücü vardı bölgede. Amerika'nın varlığı İran da dâhil tüm bölge ülkeleri için güvenlik ve belirsizlik riskini ortadan kaldırıyordu. Türkiye İran'dan, İran Türkiye'den çekinmiyordu. Tek hesaplamak zorunda oldukları şey Amerika'nın tavırlarıydı. Şimdi ise bölgede istikrarı sağlayacak bir gücün yokluğunda herkes herkese karşı kendi başının çaresine bakmak zorunda kaldı. Açılım yerine savunma, yumuşak güç yerine sert güç, merkez ülke yerine bloklaşma geldi. Maliki, İran, Suriye bir tarafa Kürt Bölgesel Yönetimi, Türkiye, Mısır bir tarafa savruluyor. Rusya birinci bloğa Amerika ikinci bloğa yaklaşıyor. Bu çerçevede Türkiye ile İsrail arasında diyaloğun başlamasını beklemekbile çok uzak bir ihtimal olmasa gerek.

Eğer bu analiz doğruysa güvenlik ikilimi devrededir ve maalesef bölgesel bir çatışma uzak değildir. Çünkü bir tarafın güvenliği diğer tarafın güvensizliği olacağından hiç istenmese de bu kutuplaşma ve savunmacı davranışlar bölge içi bir savaşa doğru sürüklenmeyi tetiklemektedir. Ankara'nın savunma amaçlı Patriot füzeleri diğer tarafça saldırı hazırlığının bir parçası olarak algılanmaktadır. Tıpkı Birinci ve İkinci Dünya Savaşları öncesi olduğu gibi güç dengesi, savunmacı davranışlar üreterek savaş çıkarmaya doğru ilerliyor.

Şayet test edilebilir bir öngörü üretmek gerekirse bölgesel bir savaş başladığında ya da hemen başlamak üzereyken Amerika'nın tekrar sahneye bu kez askeri olmasa bile çok kuvvetli bir şekilde dönmesini beklemek hiç yanlış olmayacaktır. Türkiye uzun süredir özellikle Suriye konusunda Amerikan desteğini yeterince alamamıştır ama gerginlik çatışma noktasına geldiği anda ne Obama tarzı dış politika, ne Amerikan kamuoyu, ne de Amerika'nın Ortadoğu'dan çekilme hedefi engel olacaktır. Amerika bölgeye bir şekilde dönecektir. Çünkü tek kutuplu uluslararası sistemde Fırat'ın kenarında bir koyun öldürülse "süpergüç" bunun kendi çıkarları için hayati olduğu paranoyasını üretme lüksüne sahiptir. Irak'a da gider, Somali'ye de, Afganistan'a da Kosova'ya da Bosna'ya da. Geç olur, erken olur ama bir şekilde olur.

 

* Yrd.Doç. Dr. Hasan Basri Yalçın
İstanbul SabahattinZaim Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü