Geçen Mart ayının sonunda Herzliya Disiplinlerarası Merkezi Strateji ve Politika Enstitüsü’nde “İsrail ve Amerika Birleşik Devletlerini bekleyen İslam tehdidi” konulu bir toplantı düzenlendi. Herzliya’da her yıl düzenli bir şekilde düzenlenen bu seminerler, “Herzilya Seminerleri” olarak bilinmektedir. Son olarak yapılan bu seminer iki sebepten dolayı bölgede düzenlenen en tehlikeli seminerdir:

Birincisi: Tartışma için seçilen konunun, stratejik olarak masaya yatırılması ve katılımcıların sundukları fikirlere göre çözülmeye çalışılması.

İkincisi: Programa katılan seminercilerin sahip oldukları özelliklerdir. Seminere İsrail, ABD, Avrupa’dan İsrail’e ilgi duyan üst düzey askerler, ileri gelen stratejisiler, akademisyenler, ekonomistler, siyasetçiler ve teknokratlar iştirak etti.

 

Toplantı hedefi  Ortadoğuyu yeniden şekillendirmektir

 

“İslam’ın tehlikesi” adı altında Mart (21-24) ayında yapılan toplantıya büyük oranda katılımcılar katıldı. Sadece İsrail’den bu programa iştirak eden üst düzey katılımcı sayısı 165 kişiyi buldu. Örneğin; Shimon Perez, Ehud Olmert, Binyamin Netanyahu, eski bakanlar, eski ve yeni üst düzey komutanlar, aynı şekilde Richard Perle, Newt Gingrich gibi önde gelen yeni muhafazakarlar, cumhuriyetçiler, Avrupa’dan bazı heyetler ve başında “Bernard Lewis” olmak üzere bir grup akademisyen katıldı.

Tabi 90 yaşını aşan ve çağdaş müsteşriklerin önderi olarak tanınan Bernard Lewis’i tanımayanımız yoktur. Bernard Lewis konuşmasını toplantının ikinci gününde ana konusu İran ve Hizbullah’a karşı mücadele olan ve “Düşmanı Tanımak” adı altında yaşılan birinci celsede yaptı. Lewis’in konuşması, yapılan toplantı ve bölgenin geleceği için anahtar rol taşımaktaydı. Peki Bernard’ın konuşması neden anahtar rol oynuyordu? Bu konuya Bernard Lewis’in yaptığı konuşmanın içeriğine değindikten sonra geri döneceğiz.

 

Bernard Lewis ve Mezhepler arası çatışma

 

Bernard Lewis’in “Napolyon dönemi” olarak tanımladığı dönem Napolyon Bonapart’ın bu bölgeler gelişiyle başlayan ve soğuk savaşın bitmesiyle her şeyin yeniden eski haline döndüğü dönemdir. Bu ise iki şeyin yeniden doğmasına ortam hazırlamaktadır:

Birincisi; vatan kimliğinden ziyade din kimliğine dönüş. Bu değişim daha önce vatanın bağımsızlığı için mücadele eden hareketleri geride bırakarak bölgede gayri Müslimlere karşı başlayan bir savaşın başlamasına sebep oldu. Yani Napolyon’un gelişinden önce var olan İslam ve Hıristiyanlık arasında savaş yeniden canlanmaya başladı. Bu mücadelenin ilki Miladi 7. yüzyılda, ikincisi ise Osmanlı imparatorluğuyla yaşanmıştı. Ancak Napolyon dönemine gelince, bu dönem vatanın bağımsızlığı ve çağdaşlaşmanın birlikte yaşadığı dönemdi. Sovyetler birliğinin yıkılmasıyla dinler arası mücadele yeninden canlanmaya başladı. Ve dinler arasındaki bu mücadele tarih boyunca “Müslümanların başkalarına karşı başlattığı savaş” şeklinde bilinmektedir.

Evet bu dönüşüm, Müslüman yazarların da ifade ettiği gibi üçüncü denemedir. Yani İslam’ın hâkim kılınması için başlatılan üçüncü girişimdir. Bernard Lewis buradan yola çıkarak Ortadoğu’nun asıl kimliğinin vatan ya da etnik olmaktan daha çok din oluğunu ifade etmektedir.

İkincisi: Müslümanların diğerleriyle yaşadığı bu mücadele, Sünniler ve iki önemli merhale geçiren Şiilerle yaşanacak çekişmenin gölgesinde devam edecektir. Şiilerin yaşadığı bu merhalelerin birincisi Humeyni’nin yaptığı devrim, ikincisi ise İran’ın şu aşamada yaptığı yeni devrimdir.

Bu doğrultuda bölgede yaşanan problemler (Müslümanlar ve başkaları arasında yaşanan savaş, Şii ve Sünniler arasındaki çekişme) göz önünde bulundurulduğunda, “başkalarıyla” yapılan savaşın, bu bölgede çatışma halinde olan iki grup arasında - daha önceleri Avrupa’da Katolikler ve Protestanlar arasında yaşandığı gibi – yani Sünni ve Şiiler arasında çok ciddi çatışmaların gölgesinde devam etmesi kaçınılmazdır. Bernard Lewis bu noktada İran devrimi ve aradaki mezhep farklılığına rağmen bölge ülkeleri üzerindeki etkisine işaret etmektedir.

Bu Bernard Lewis’in İsrail’deki toplantıda yaptığı ve mutlaka yorum gerektiren konuşmanın özetidir. Ancak bundan önce Bernard Lewis’in oryantalizm üzerine yaptığı çalışmalarda izlediği yöntem üzerinde durmak daha faydalı olabilir. Bernard Lewis’in 1997 yılında Fevrin dergisinde yayınlan, “Batı ve Ortadoğu” adlı çalışmasını tercüme ettiğimizde bu konu üzerinde durmuştuk. Bu çalışma Bernard Lewis’in yakın zamanda yayınlanan “Nerede hatta yaptık?” adlı kitabının alt yapısını oluşturmaktaydı.

 

Eski ve Yeni İstişrak çalışmalarında yöntem (*)

 

Oryantalizm harekâtı iki temel kaide ile yola çıkar; birincisi doğu ve batınının mutlak manada birbirilerinden farklı oldukları, ikincisi ise doğu ve batı arasında cereyan eden tarihi çekişme.

Birinci kaideye göre – Samir Amin’in ifade ettiği gibi –  doğu ve batı birbirlerinden tamamıyla farklıdırlar. Yani doğu doğudur, batı ise batıdır ve bir araya gelmeleri mümkün değildir. Batı fikir önderlerine göre batı fikri birleştirici özelliğe sahiptir ve daha başlangıcından bari kendisine has özellikleri vardır. Örneğin batı kalkınmaya çok açık bir toplumdur hâlbuki başka toplumlar aynı özelliğe sahip değillerdir. Bundan dolayı da başka toplumlar kendi kimliklerinden arınıp tamamıyla batılılaşmadıkları sürece gerçek manada bir ilerleme kaydedemezler.

“Tarihi çatışma” şeklinde tanıtlan ikince kaideye gelince, bu daha çok batının bilimsel araştırmalar adına doğuyla geliştirdiği ilişki üzerine kuruludur. Bu bakış açısına göre batının her türlü araştırma yapma hakkı vardır ve doğu bu araştırma için seçilen alandır. Tabi bu araştırma iki toplum arasında bir rekabetin doğmasına sebep olmaktadır. Bu çatışma – Aziz Azama’ye göre – farlılıklardan doğan bir çatışma değil, tam aksine bu karşıdakinin eksiklerinden doğal bir çatışmadır.”

Tüm Oryantalist yazarlar(**) özellikle Arap toplumu başta olmak üzere doğu ve batı arasında temel farklılıklar olduğu konusunda müttefiktirler. Doğal olarak bu problemden çıkmanın yolu, doğuyu batı bakış açısına göre yeniden bina etmek ve üzerinde batının hâkimiyetini sağlamaktır. Tabi istişrak fikri  – Edward Said’e göre – doğu üzerinde mutlak hâkim olmayı hedeflememektedir, hedef menfaatler esası üzerine bir ağ kurarak iki toplum arasında dengeleri sağlamaktır.

 

Bernard Lewis… çok yönlü metodu ve yüzleşme

 

Bernard Lewis’in metoduna gelince, Bernard Lewis “çok yönlü bir metot” takip etmektedir. Bernard Lewis kitaplarında bir taraftan akademik bir üslup takip eder ve bu kitaplarına bir ayrıcalık katmaktadır. Ancak bizi bu aşamada ilgilendiren, Bernard Lewis’in ciddi tehlikeleri kendisiyle beraber getiren tehlikeli metodudur. Bu metot dört temel esastan oluşmaktadır:

1-     Bernard Lewis kitaplarında incelediği konuyu detaylı bir şekilde göz önüne serer ve bu konuda çok geniş bilgiler sunar.

2-     Bernard özenle seçerek ve detayla olarak anlattığı konular ışığında doğu ve batı arasında bir bağ kurmaya çalışır. Sonra çok güçlü bir üslupla – özellikle doğunun geri kaldığı ve batının ilerleme kaydettiği konular üzerinde dururken –  karşısındaki okuru ikna etme yoluna gider. Ancak Bernard bu gerçekleri çok etkileyici bir üslupla anlatırken bu durumu hazırlayan sebepler, batı kalkınırken doğunun geri kalması üzerinde durmaz.

3-     Bernard Lewis vermek istediği bilgileri detaylı bir şekilde anlaştıktan sonra gördüğü yanışlıkları düzeltmek için – demin de değindiğimiz fikirler dairesinde – stratejiler geliştirmeye ve çözüm yolları sunmaya çalışır.

4-     Ve tüm bunları bilimsel ve akademik bir üslupla anlatılarak çalışmalarına daha güçlü bir inandırıcılık kazandırır.

Bernard Lewis’in yazılarını okuyan kolaylıkla – Edward Said’in ifade ettiği gibi – onun çalışmalarında bağımsız olarak gelişen fikirlerden daha çok bulunduğu kültürün siyasi yapısının etkilerini fark eder. Bu bağlamda geleceğe yönelik stratejiler geliştiren bir kurumda Bernard Lewis’in yaptığı konuşmanın farklı bir önemi bulunmaktadır. Bernard Lewis’in  yaptığı konuşma genel manada bazı fikirler serdetmekten daha öte “jeo-siyasi” fikrilerdir. Bernard Lewis tam olarak “Napolyon dönemi” olarak ifade ettiği dönemden neyi kastettiğini açıklamaz! Ya da Fransa’yı bu bölgeye getiren sebeplerin ne olduğu üzerinde durmaz!

Fransa’nin yaptığı saldırının tarihi açıdan iki önemli şeye işaret ettiği konusunda şüphe yoktur; iki toplum arasındaki çatışma /yüzleşme… sanayileşme/sömürü ve bu iki etken günümüze kader devam etmektedir. Ancak bu bölgede kendi kültüründen koparılarak sadece batı kültürüne göre kurulacak  bir devletin devam etmesi mümkün değildir. Bundan dolayı Napolyon döneminin kapandığı ilan edilmelidir. Doğal olarak bu aşamadan sonra mezheplerin bölünmesi merhalesi –  batıda olduğu gibi – kabul edilmelidir. Yani her halükarda Bernard Lewis’e göre batıdaki tecrübenin yaşanması kaçınılmazdır. Bernard Lewis, sanki tarihi gelişmelerin merkezinde makine varmış, sanki tarihi olaylar tamamıyla stratejik kararlarla şekilleniyormuş ve ülkedeki gayretlerin önemli bir rolü yokmuş gibi olaya yaklaşmaktadır.

Bernard Lewis’in ifade ettiği bu fikirler bölgeyi yeniden yapılandırmak için yapılan planları ifade etmektedir. Bu fikirler Bernard Lewis’in eskiden beri Türkiye ve İsrail modellerini örnek olarak göstererek oluşturulmasını tavsiye ettiği devlet modelini esas almaktadır.

Bu doğrultuda daha önceleri oğul Bush’a 2001 yılında sunulan bir çalışmadan bahsetmiştim. Bu çalışma bu bölgede yapılacak birçok faaliyetti içermekteydi ve bugüne kadar bunların bir çoğu gerçekleştirildi. Bu çalışmada dikkat çeken hususlardan biri bölgede Türkiye, İsrail, ve İran önderliğine yer verilmesiydi. Çünkü bu ülkeler kavmiyetçilikleriyle ön plana çıkan ve örnek alınması gereken ülkelerdi.

Bana göre bulunduğumuz bölgede, daha çok içerden kenetlenmenin sağlanması, vatandaşlar arasında ayrım yapmadan tüm halkı kapsayan ciddi atılımların yapılması gerekmektedir. Çünkü batıdan gelen tehdit hiç kimse arasında ayrım yapmamaktadır. Hatta ön görülen mezhepsel bölünme sadece Müslümanlarla sınırlı değil, hedefte doğulu Hıristiyanlar da var. Amerikan Kongresinin dünya dinlerinin özgürlüğü adı altında çıkardıkları kanun bunun işaretlerini vermektedir. Biz “Himaye ve Ceza…Batı ve Ortadoğu’da din problemi” adlı Arapça yayınlanan kitapta bu konu üzerinde detaylı bir şekilde durduk.

 

***

 

* Mısırlı yazar Samir Miraks, Mısır’da “Vatandaşlık ve Diyalog” adlı bir kurumun genel sekreterciliğini yapmaktadır.

(*) Eski, yeni ve mutedil istişrak çalışmaları terimini uzun zamandan beri kullanmaktayız. Çünkü bazı yazarlar müsteşriklerden bahsederken bu konuda gereken ayrım üzerinde durmamaktadırlar. Bu konuda “Medeniyetler arası diyaloğun hedefleri”, “Diyalog, Vatandaşlık ve Devletçiliğin Yaygınlaşması” adlı çalınmalarımıza bakabilirsiniz.

(**) Farklı çalışmalardan yaptığımız seçmeler:

1-     Envar Abdulmelik. “In Crisis, Diogenes Orientalism”

2-     Edward Said: “Oryantalizm”

3-     Suphi Hadidi: “Oryantalsim üzerine notlar” 1996

4-     Samir Amin: “Kültür nazariyesi, Merkezci Avrupalılar ve Muhaliflerin eleştirisi” 1989

5-     Samir Miraks: “Himaye ve ceza: Batı ve orta doğuda din problemi”

6-     Bernard Lewis: “Batı ve Ortadoğu: Çatışma ve Ayrılık” Fevrin dergisi 76. sayı. Mart/1997.

 

 

 Bu makale Faruk Aktaş tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.