Geçtiğimiz günlerde basından bir gurup arkadaşla birlikte Filistin'in derin 'derin hafızası' diye anılmayı hak eden bir isimle, Münir Şefik'le beraberdik. Genellikle sorduğumuz kısa sorulara verdiği oylumlu cevaplarla daha çok bu yorgun savaşçıyı dinledik. Her ne kadar yaşı gereği yorgun savaşcı desem de zihni ve ruhu hiç de öyle değil. Hala Filistin meselesi söz konusu olduğunda heyecanlı, İsrail denilince öfkeli; "yarınlar neye gebe" diye sorulduğunda her şeye rağmen umutlu... Her haliyle sükunet ve denge telkin eden, yılların deneyiminin izlerini nispeten çehresine aksettirmeyen, eski bir eylemciden çok düşünce adamı olduğunu telkin eden bir edası var.

Münir Şefik, Türkçeye çevrilen birkaç kitabıyla biliniyor. Bunlardan "Ortadoğu Sorunu: emperyalizmin İslam dünyasına girişi","Çağdaş İslam Düşüncesi" eserleri başta gelenlerden.

Aslen Hristiyan olan Münir Şefik, Filistin hareketine katıldığı ilk gençlik dönemimde Marksist. Bu nedenle 9 yıl kadar hapis yattı. Daha sonra komünistlerden ayrılarak el Fetih'te aktif olarak rol aldı. Üst düzey sorumluluklar aldı, çözüm noktasında Arafat'tan farklı düşünmesine rağmen bir dönem birlikte mücadele verdi. Münir Şefik ihtida etti ve gittikçe İslamcı bir çizgiye evrildi.

Kısaca değindiğim  bu hayat çizgisi bile aslında kendi özelinde bir Filistin mücadelesi tarihi gibi.. Filistin hareketinin geçirdiği hemen her evreyi gerek ideolojik olarak gerekse örgütsel anlamda kendi deneyimi ile yaşamış biri olması kişiliğini daha da önemli kılıyor. Konuşurken bir insan hayatına sığdırmakta zorlanacağımız deneyim çeşitliliğinin verdiği öz güvenle konuştuğunu hissettiriyor. Stratejik, kuramsal bir çözümleme yaparken ansızın  kendi hayatında tanıklık ettiği bir tecrübeden bahsediyor oluşu, her şey bir tarafa "meselenin özü budur" demeye getiriyor adeta.

Münir Şefik'le sohbetimizin önemli bir kısmı, doğal olarak, İsrail'in Gazze'ye saldırısı ve bunun muhtemel sonuçlarına dairdi. Hamas'ı, tarafların gücünü, bölgedeki aktörlerin konumunu, ve en önemlisi Filistin hareketinin nasıl bir mücadele yöntemini izlemesi gerektiğine dair görüşlerini aktardı. Bunlar arasında çarpıcı gelen  tespitler de vardı. Özellikle birebir tanıdığı aktörlerin daha iyi anlaşılmasına yarayacak gözlem ve kanaatleri hayli önemliydi.

Ancak Münir Şefik'in neden Marksist olduğunu, Mao'nun onu etkileyen yanlarını, Arap milliyetçiliğinin tırmanışa geçtiği dönemler ve Filistin devrimine aktif katılımı… Daha sonra İslamcı denilebilecek dönüşümü yaşaması…Ve insan oluşumuzun zaaflarını, bunları varoluşsal anlamda açıklama biçimlerin arasında Marksist ve Müslüman bakış açsının farkını uzun uzun anlattı. Hayatla bu denli çetin mücadele ile tanışınca kırılmalar da o derece sarsıcı oluyor.

Müslüman olmak bu noktada ne kadar müthiş bir güvenlik alanı açtığına vurgu yapıyor; etrafındakilerin ihanet ettiğini, yalnız bırakıldığını, küçük menfaatler karşılığında çok şeyini değiştirdiğini. gördükçe nihlist bir inkar yada umutsuz bir hayal kırklığına kapılıp her şeyden vazgeçmiyorsunuz. Hala inandıklarını dile getirmek için  bir şeyler yapma ihtiyacı duyuyorsunuz.

Kendi düşünsel macerasını anlatırken ne kadar çok hayal kırıklığı ve ihanet duygusuyla dolu dolu yaşadığını hissetmemek mümkün değil. Münir Şefik'te önemsediğim bir yanı hep öne çıkıyordu, yaşanmış acıların altında ezilmeden, bunları birer siyasal tavra, düşünüşe dönüştürebilmiş olması… Bu husus, insan denilen zayıf ve zaaflarla yüklü varlığı üstesinden geldiği anda anlamlı kılacak bir özellik. Yaşadıklarının, mücadelelerinin, yenilgilerin, acıların birer düşünce zenginliğine dönüştürebilmesi önemli bir ayrıcalık. Hayatı Filistin mücadelesiyle yaşıt eylem ve düşünce admının sakin, olgun anlatımında bu dinginliği hissettim. Gerek mücadele olarak gerekse düşünsel olarak Filistin hareketinin geçtiği tüm mecralardan geçmesi onu yıkıntılar arasında bir düş kırıklığı yığınına dönüştürmek yerine insanı ve toplumu tanıma, bunun üzerinden de hakikati aramaya kapı açmasına vesile olması her faninin yaşayamayacağı bir derinlik kazandırdığı kesin.

Hem kişisel tecrübesi hem de içinden geçip geldiği mec/a/ra onu yaşayan Filistin haline getirmiş.

Vardığı sonuçlara benimsemek zorunda değiliz, ancak her cümlesinin hesabını verebilecek  bir birikime yaslandığı belli. İnsanı tanımak için büyük bir nefs muhasebesinden geçmek, adeta hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çekmek cesaretini gösteren bir insanın kendinden emin halini sergiliyor.

Filistin konuşuyor belli.

Mücadele, umut, yenilgiler; ihanetler; direniş, arayış,acı, umut hepsinin iç içe olduğu bir hayat serüveni.

Münir Şefik'in Hamas, Gazze ve saldırı üzerine anlattıklarından daha önemliydi kendine dair ama kendini öne çıkarmadan anlattıkları. Filistin'i dinledim o gece.

Hüznün ve acıların da insan olmanın ve hayatın bir parçası olduğunu hissederek.

Bu biraz da Filistin'in yani Ortadoğunun yani bizim yakın  tarihimiz demek değil mi.?