Filistin, sınırları aşar; kaçınılmazdır bu. Gazze'nin uğradığı son istila bize bir şey öğrettiyse o da Filistinli'nin hür irade ve adalet çağrısının kürede yankılandığıdır. Filistindeki çatışmanın hem Arap ve müslüman devletlerin iç politikalarını hem de dünya politikalarını etkilediğini vurgulamak için analitik olarak makul bir yapıya sahip, bilgi sahibi herkese mâlum bu giriş cümlesini kullandım. İsrail devletinin inanmamızı istediği şekliyle "yerel" bir çatışma değildir bu. Arap ve İslam dünyasının hissiyatından ve barışsever her hangi bir bireyin insanlığından sökülüp alınabilir değildir.
Filistin sınırları aşar çünkü mültimedya dünyasında, iletişim ağıyla gittikçe daha sıkı bağlanan dünyada Filistin trajedisine kayıtsız kalınmıyor ve sert bir muhalefet görüyor. Son birkaç haftadır akademideki meslektaşlarım, yaygın basın organlarında yayınlanan çeşitli dilekçelere imza attılar. İsrail'in Gazze'ye saldırısını kınamak amacıyla öğrenciler ve müslüman eylemcilerin, sosyalistler, feministler, laikler ve Yahudi solcuların üniversite binalarını barışçıl işgaline şahit oldum. Filistindeki adaletsizliğe karşı sessizliğe dalıp gitmek diye bir şey yok. İsrail'in iyi yağlanmış propaganda makinesi, uluslararası medyadaki söylemi artık tekeline alamıyor.
El Kaide türü hareketlerin yıkıcı gündemi çoğunluğun hissiyatını rehin alamıyor. Değişen bu bağlamdan iki siyasi mantık ortaya çıkıyor: ilki – bölge ülkelerinin iç politikasını etkilemektedir ve buna biraz sonra değineceğim - Filistinin kötü durumuna kayıtsız kalan Arap ve Müslüman ülkeler, ideolojik güçlerinin hatta meşruiyetlerinin hatırı sayılır bir kesimini kumarda kaybederler. İkincisi, İsrail'in caydırıcılık adına açtığı her bir savaş, İsrail'in, birkaç bin yıldır İsrailsiz var olan bölgenin "ötekisi" olduğu algısını güçlendirmektedir. İsrail, bölgenin geri kalanından ideolojik kopukluk içinde daha ne kadar yaşamak ister? Histerik savaşlar, Arap karşıtlığı ve İslam karşıtı kimlik politikaları, bölgedeki pek çok kişinin paylaştığı İsrailin mevcudiyetinin kargaşa yaratmaktan başka bir şeye yaramadığı kanaatini güçlendirecektir.
Bu yüzden İsrail, Arap ve İslam dünyasındaki kopukluğu temsil eder. Kaçınılmaz bir şekilde gündemine Filistin davasını koyan Arapçılık veya islam adına yapılan her hangi bir birlik çağrısı, bölgenin mâzisini, bugününü ve istikbalini kendi tercihlerine göre yapılandıran İsrail'in stratejik planına tehdit olarak algılanır. Doğrusu, Hizbullaha karşı girişilen 2006 Lübnan savaşı, Gazze'nin uğradığı son saldırı ve İrana karşı yapılan kızgın tahrikler, İslamcı popülizmde Filistin davasına sempati toplayan "yerli" hareketleri ezmek için yürütülen, ABD yönetimleri tarafından kısmen göz yumulan bir stratejik planın parçasıdırlar. İsrail, bu tür islami hareketlere ülkenin baş düşmanı teşhisini koydu çünkü gözdağına (Hizbullah ve Hamasa karşı yapılan savaş) rüşvete (İran Kontra skandalı) ve kuvvet politikasına (Oslo barış süreci) karşı mukavemetli olduklarını ispat ettiler.
Ancak meşruiyet (veya Hillary Clinton'un yeni dış politikasındaki "akıllı güç") ve Filistin davası arasındaki bağa dönmeme izin verin. Lübnan Hizbullahı lideri Hasan Nasrallah'ın halk nezdindeki itibarı onun demokratik referanslarından kaynaklanmaz. İsraile ve Amerika'nın karşına dikiliyor olarak algılandığı içindir. Aslında, çeşitli defalar yineledim, İsrail'in varlığı, Hizbullah ve Hamas gibi hareketlere var olma nedenini vermektedir. İsrail olmadığı takdirde, evvelemirde, direnişin varlığı söz konusu olmayacaktı. Aksine, Hüsnü Mübarek rejimi yaşanan son çatışmada kaybeden taraf olarak görülmelidir. Hüsnü Mübarek iktidarının İsraille ve İsrail taraftarı ABD yönetimleriyle danışıklı dövüş oynaması, Filistinde yaşanan acıya karşı hatırı sayılır bir sempati besleyen Mısır toplumundaki gücüne gölge düşürmektedir.
Öyleki Mübarek kendisini tarihin yanlış tarafında bulmaktadır. Hizmerkârlığı eninde sonunda kendisine zarar verecektir. Filistinin hür irade arayışına destek vermek, Arap ve İslam dünyası (uluslararası) politikasının kaidesi olmayı sürdürmektedir. Dolayısıyla yıkıcı politikalar izleyen İsraille iş çevirdiği düşünülen devletler kendilerini bahse değer ölçüde zayıflatacaklardır. Arap ve İslam dünyasının liderleri temel bir seçim yapmak durumundalar: Ya Filistin-İsrail çatışmasında hakkaniyete uygun bir çözüm bulunmasını isteyen toplumlarını temsil edecekler yahut toplumlarına karşı çıkacak, denetlemeye ve boyun eğdirmeye çalışacaklardır.
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı