Tuhaf zamanlarda yaşıyoruz... Türkiye'de bir istihbarat örgütünün iktidar mücadelesinin parçası olması, hatta uluslararası ilişkilerin merkezinde diplomatik kriz nedeni gösterilmesi gibi bir durumla karşı karşıyayız.

Uluslararası alanda bir kriz nedeni sayılması ilginç bir hesaplaşmaya işaret ediyor. İstihbarat örgütü doğası gereği herkesin bilmeyeceği ilişkileri yürütür. İstihbarat siyaseti belirlemez; ancak siyasetin belirlenmesinde izlenecek stratejiye yön verecek bilgiler sunar. Sonuçta istihbarata dayalı da olsa uygulama siyasi bir kararı gerektirir ve sorumlusu da bu kararı veren siyasi iradedir.

Siyasi irade dururken, neden istihbaratın başındaki isim hedef alınmış olabilir? Bu soruya cevap vermek için iki hususun aydınlatılması gerekir. İlki uluslararası alanda hangi ülke ya da güçler bunu bir diplomatik kriz nedeni sayıyor? İkincisi ise olayın sadece bir bürokratın kişisel tercihleriyle mi sınırlı olduğu, yoksa arkasındaki siyasi iradenin de hedef gösterilip gösterilmediği sorusudur.

MİT Müsteşarı'nın kim olduğu, hangi uygulamalarından dolayı itham edildiği bir yana; İsrail etkisindeki, en azından İsrail'e 'sempati' duyan Amerikan lobileri bu kampanyanın başında geliyor. Aynı kampanyaya katılan Amerikalı neocon çevreler de dikkate alındığında hangi eksende bir uluslararası kampanyanın yürütülmek istendiği çok açık. Sonuçta gazete yazıları ve think tank çalışmaları ile sürdürülen bu kampanyanın arkasındaki belirleyici güçlerin nasıl bir Türkiye görmek istediklerini açıklamaya gerek yok. Çok memnun oldukları Mısır darbesi örneği bunun somut göstergesi...

İkinci hususa ilişkin; MİT'in başındaki isimle sınırlı olmadığı, hatta onun üzerinden siyaseti etkilemeye yönelik bir gelişme olduğu söylenebilir. Türkiye üzerinde tesiri olan küresel etki ve yaptırım merkezlerine yönelik bir ihbar olmanın ötesinde, Türkiye'deki siyaseti dizayn etmeye yönelik niyet olduğu çok açık. İsrail ve Amerikan neocon hattının nasıl bir Türkiye görmek istediklerini bilmek için çok fazla düşünmeye gerek yok. Sadece bu kampanyanın propaganada etkisiyle Türkiye üzerinde kurulmak istenen kontrol ve baskı mekanizması bile başlı başına sorgulanması gerekir.

İstihbarat tartışmalarının Türkiye'deki tarafları ve tartışma gerekçeleri çok farklı görünüyor olsa da küresel kampanyadan bağımsız olduğunu düşünmek mümkün değil. En azından, zamanlama ve tartışmanın öznesi olma bakımından, bilerek veya bilmeyerek İsrail-neocon hattı ile paralel düşmek pek hayra alamet görünmüyor.

Olayın, Türkiye'ye karşı nasıl bir komplo olduğu yahut hükümetten kimlerin, neden rahatsız olduğundan bağımsız olarak, tartışmayı yürüten iç aktörlerin tutumunu konuşmanın daha önemli olduğunu düşünüyorum. Zira iç siyasi dengelerde istihbarat gibi son derece sembolik bir kurumun yetkileri, uygulamaları ve başındaki bürokratın özellikleri üzerinden yürütülen tartışmaya taraf olanların kimler olduğunun sorulması gerekiyor.

Siyasi rekabetin bir öznesi haline gelen MİT tartışmasının her iki tarafında da, bir şekilde bizzat üzerinde kavga edilen yapının potansiyel hedefinin hangi kitle olduğu ve bunun anlamı üzerinde pek düşünen yok! İstihbarat savaşları gibi polisiye tadında heyecanın akışına kendisini kaptıran bir zamanların sessiz çoğunluğu şimdilerde çok sesli bir tartışma içinde.

Siyasetin doğası gereği güç ve iktidar mücadelesini merkeze alan bir zihniyet dönüşümü geçiren sessiz çoğunluğun uluslararası arenada ve iç siyaset sahnesinde girdikleri bilek güreşinin anlamı üzerinde bir an durup düşünmeye vakitlerinin olduğunu sanmıyorum.

Bir rejimin istihbarat yapısı düşünüldüğünde onun uluslararası rakipleri arasında yaptığı çalışmalar akla gelir. Oysa bizde daha çok, sistemin iç düşman olarak bellediği ve tanımladığı unsurlara karşı çalışmalarıyla tanındı. Hatta 'düşman unsur' tanımı belirli, sınırlı bir zümreden çok potansiyel olarak malum sessiz çoğunluğu hedef alır. Ne yapıp ettiklerini sadece takip etmez, ne yapmaları gerektiğini gösteren, ders veren operasyonlar bile düzenleyebilir.

Müesses nizamın başından beri tehlikeli gördüğü o muhafazakar yapılar, o sessiz yığınlar kendilerini hedef seçen bir kurumsal yapıda söz sahibi olmak için birbirileriyle kıyasıya mücadele edeceklerini bir zamanlar düşünmüşler miydi acaba? Ve şimdi verilen bu kıyasıya mücadelenin müesses nizam, rejimin ilkeleri ve uluslararası arenadaki taraftarları açısından ne anlama geldiğini akıl etme, sorgulama niyetini besliyorlar mı? <<<DEVAMI>>>