Bildik bir türkü ne çok şeyi kaydediyor kısacık varlığına! Türkü mısralarıyla biyografimi yazabilirim gibi geliyor bana. İlk sahneler yılın sekiz ayı karla kaplı bir Kürt köyüne ait. Bir lojmanda, Kürtçe cümlelerle çevriliyiz. Belli bir saatte radyonun başında toplanıyor konuklar. Türkü söz konusu olduğunda herkes aynı dili konuşuyor, dalıp gidiyor insanlar. Oğlu bir sebeple uzaklara gitmiş kadının dudaklarından yükselen acılı bir türkü, bir ağıt. Sohbet hatıraya, türkü rüyaya, ağıt duaya karışıyor.

Nuri Sesigüzelli siyah-beyaz bir filmde terkedilme acısını çeken âşıkın sitem dolu sesi hiç tereddüt etmeden hatırlatıyor maşukuna akıbetini. Bir sonraki türküde sitem tehdite dönüşebilir: Onun olmayacaksa, kara toprağın olsun.

Ağrı'nın Hamur ilçesinde kocası tarafından kapatıldığı tuvalette ölmeye terkedilen talihsiz Melek'in daha 24 yaşındayken neredeyse dünyanın bütün zulümlerini tanıyarak hayatını yitirmesine sebep olan suçu neydi? Evden kaçmaya mecbur eden bir zorbalık yaşadı ve sokakta doğum yaptı. "Yüz karası" saydığı şeyden elini bildik anlamda kana bulamadan temizlemeye çalıştı kocasının ailesi.

Acaba bir zamanlar kısa bir süreliğine de olsa sahiden sevilmiş, el üstünde tutulmuş olabilir mi Melek?

Karakaş gözlerin elmas
Bu güzellik sende de kalmaz
Pişman olursun kimseler almaz
Annene bak gör halini...

İşte böyle böyle olacak, bu kafayla gidersen, beni hesaba katmazsan burnun sürtülecek, sararıp solacak, sokaklara düşeceksin...

Söz konusu olan apaçık bir temellük hırsı, çok zaman öyle, dolayısıyla da öncelikle sahibini yiyip bitirmeye başlıyor. Güneydoğu'da bir şehirde bir belediye başkanı mal mülk dökümü yaparken "karılarını" da eklemişti listeye.  Zuhruf Suresi böyle bir metalaştırma eğiliminin içyüzünü tartışıyor:  "Ne!" (diye şaşkınlıkla sorar, (Bir kız sahibi mi oldum) (yalnız)  süs için var olan bir kız?" Bunun üzerine kendini belli belirsiz bir çatışmanın içinde bulur. (Zuhruf, 18)

Hoşlandığı her şeyi mülk edinme hevesiyle bozulan duygu, karşı cins olarak kadını bir muhatap olarak tanımamaktan ileri gelen vesveselerle çığırından çıkıyor. Aslında istemez miydi, oturup da konuşsun ve Peygamber'in (sav) Hatice'yle konuşurken yaptığı üzere bir konuda fikrini sorsun ondan...

Küçültücü olacağına inandığı caddelere sokaklara açılıyor işte öyle bir söyleşi, çok insanca görünse, ince bağlarla onu içine çekse bile; öyle inanmış.  Sözün karşılığı önceden ezberlenmiş cevapların ötesine geçmemeli; iktidar bu yolla korunabilir. Aşırı yorum yüzünden bir muharebe gerçekleşiyor gönüllerde, kişi kendini tanıyamaz hale geliyor, etrafının tanımak istediği bir maskeye teslim oluyor.

Sevdiğine sadece onun için, onun iyiliği adına yaklaşan aşık nadiren bulunur; nefret aşkın bitişik katında pusuda bekliyor çünkü. Erkek, âşık kisvesiyle iyi niyetli olsa da toplumun zorladığı bir yol haritası var, bir sebeple lanetlenen kadına dönük muamelenin dışına çıktığında, pekâlâ şerefsiz ve yüreksiz sayılabilir. (Eli kana bulamaya götüren kıskançlığı hayli yüzysel biçimde İslam'la yan yana getiren öyküleme, Germaine Tillion'un "Harem ve Kuzenler"inde başarıyla çözümleniyor.)

Uy aman aman aman
burası Adıyaman
âlem düşman kesilir
seni sevdiğim zaman...

Ses epeyce yumuşamış, yardım ve anlayış dileniyor hatta...  Neresi bu Adıyaman, bildiğimiz, iyileşmek için tutacak bir el arayanlara açık dergâhı kadar, Nemrut'un Kommegene Krallığı kadar Kahtalı Mıçı'sıyla da ünlü şehir değil mi? Ne töre cinayeti, ne kuzen evliliği, ne berdel ne şu ne bu... Niye âlem düşman kesiliyor kahramanımıza, yüz yara sebebi kızı sevdiği için, daha kişisel ve haklı bir sebep bulunamaz mı? Arada elbet bir uçurum var, olması gerekir. Belki de uçurumun sebebi sadece karşılıksız aşk. Yaşanmaması gereken sevdada direttiği için açılan yaralar yüzünden sitem etmeye hakkı olabilir mi türkü sahibinin?

"Adıyaman"da sitem olarak görünen duygu "Nemrut'un Kızı"nda Kazancı Bedih'in sesinde beddualı bir reddiye ifadesi kazanmaya çalışıyor. Karşılıksız olmaz, olmamalı aşkı, bunun dünyada olmasa bile ahirette bir cezası var.

Âşık olunan, hiç bir şekilde güvenilemeyecek biri çünkü, hatta bazen elinde olmayan sebeplerle bir zâlim olmaya mahkûm. Aşk ilişkilerinde kasıtlı olmadan da sökün eder zulüm; ancak Nemrut'un Kızı bir kasıtla zulmünü artıracak biri olmalı, sanki alındıkça tamamlanmayan bir öç adına. Araya kıskançlık, gurur, giderek de şeref haysiyet namus telakkilerine dokunan sözler, zanlar ve yorumlar girdikçe, eli kana bulaşması işten bile değil er kişinin. Hodgson'un sözünü ettiği Akdeniz kuşağı erkeğinin yalnızlığı, Nemrut'un Kızı türkülerinin kliplerinde somutlaşıyor. Bir büyük sekme dolusu erkek birlikte geçip giden kızı lanetliyor, söz konusu olan "bir kelime mesafesi" değil sadece; bir söyleşiye izin vermeyecek ölçüde kopuk dünyalar.

Türkü, iki cins arasında önyargı ve kasıttan uzak duru, saf bir ilişki olamayacağını varsayıyor. Aşık olunan kadın Doğu mistisizminden Endülüs'e sıçrayan imgelerle fani kul çizgilerinden arındırılan meleksi varlık olmaktan uzak, Şahmeran mizaçlı sihirleri tılsımlarıyla korkutan –akılcı, iyicil- yine de yılan huylu olması muhtemel... Arada kurulu yüksek duvar hem yüceltmenin sebebi hem de horlayarak yerlerde süründürmenin. Bedeni ufaldı Melek'in, 70 kilodan 30 kiloya düştü; yaraları kurtlandı.

Herkes işsiz kalabilir, hasta olabilir, boşanma yaşayabilir.  Zor olan kimsizlik, kimsesizlik. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin'in yerinde gözlemlediği gibi, Melek ailesiz biri. Bir fotoğrafı zar zor bulunmalı baba ocağında bile, akranlarının evlerinde görülebileceği gibi çerçeveletilmiş bir düğün fotoğrafı da yok; öylesine gayri şahsi ve simasız.

Ocağım söndü nasıl beladır
Bırakıp gitti bu ne devrandır
Dünya gözümde kerbeladır
Allah'tan bulasan

Türkü mısralarının ele vermediği öfke hamile Melek'i kış karanlığına terkedecek kadar şiddetli. Bırakıp giden ya da hamile olarak sokağa terkedilmesi önemsiz bir ayrıntıya dönüşen çocuk kadın her şeye rağmen niye aileyi dağıtan sorunları çözümleyecek bir peri kızı, sahici bir melek olamadı? Apaçık bir sebeple suçlanamasa bile, başka çare yok, huzur hatta şifa kaynağı olamamanın bedelini ödemeli! Yitirme paniğiyle yanıp yakılıyor olabilir yürek, gelgelelim, yeniden bulmanın yolu gözünde büyüdüğüne göre,  şiddet kazanıyor beddua. Feodal erkeğin sert olmaya zorlanan kabuğu altındaki kırılganlığı... Güven duymak, güvenilir olmak istiyor, oysa elinde avucunda olmayan her neyse, karşısına çıkan kuşkulu bakış ve sorular oluyor ancak.  Kararsızlığını aşamadığı için sürüyor suçlamaları, ne var ki bedduayla birlikte kazanılacak gibi görünmeyen bir şey varsa, o da bir söyleşiyi sürdürmeyi mümkün kılacak güven. Cümle bir diğerine atlamıyor, çünkü bilinç ilk kelimelerde takılıp kalmış.

Bastırılan yarayı kanatmamanın, cinayetten kaçmanın yolu, bir tür sayıklama, hatta hiç de hafife alınmaması gerekecek şekilde gelişen abuklama hali.  Kâhtalı Mıçı. Bir süre daha idare edilebilir, kaçınılabilir cinayetten, türkü buna izin veriyor, dua da salt beddua değil henüz; ama bakalım üç gün sonra cevabı verilmemiş bir soru hangi duyguyu bilemeye hazırlanacak... Zaafa uğrama korkusu, sessizliği sözsüzlüğü yüceltiyor. Daha fazla nasıl ketum olunabilir?

Gerçi türkü mısralarına bakılırsa iyi niyeti elden bırakmıyor hâlâ eline bıçak alması beklenen kişi, bırakıp giden geri dönse affedecek, fakat yorumlayıcı öfke, çaresizce kendi anlamına tutunuyor: Kış karanlığında kaybolan gölge, "ocak dağıtan" halleri yüzünden çoktan çürümeye yazgılı bir düşmana dönüşmüş.