I- Bu günlerde 54 yaşını tamamlayan İran sinemasının başarılı yönetmenlerinden Rahşan Ben-i İtimat'ın sineması, sanatçıya bir jest olmak üzere "Mayıs Ayının Kadını" başlığı altında Londra Üniversitesinin Doğu ve Afrika Çalışmaları bölümünde gerçekleşen 20 günlük bir dizi etkinlikle irdelenmeye açıldı. Ben-i İtimad bu etkinliklere, gelişen sinema üzerine konuşmalar yaptığı altı günlük bir kursla katıldı. Konusu "Londra" olarak seçilen bu kurslar, 12 yönetmenin katılımıyla gerçekleşti. Programın hedefi açısından bu yönetmenler, Ben-i İtimad sinemasına aşina ve bu sinemaya ilgi duyan kişilikler olmalıydılar. Etkinlikler sırasında Ben-i İtimat sineması üzerine konferanslar ve atelye çalışmaları düzenlendi.
Rahşan Ben-i İtimat neredeyse on yıl önce çektiği bir filmine atfen, "Mayıs Ayı'nın Kadını" olarak çağrılan, İran'ın en başarılı kadın yönetmenlerinden biri. Astrologların yaygın açıklamasına göre, boğa burcunun kadını güçlü, azimli, girişimci bir kişiliğe sahiptir; kararlarında ısrarlı ve istikrarlıdır. Bu karakter özelliklerini aktarırken kuşkusuz boğa burcunda doğmuş kadınların kişiliklerini magazinel bir nitelik kazanmış okumaları hatırlatan genellemelerle açıklama gibi bir niyetimiz yok. Doğduğu tarihin yanı sıra insan kişiliğini şekillendiren sayısız faktör vardır. Yine de Rahşan Ben-i İtimat, Londra'da sineması üzerine gerçekleştirilen program için başlık olarak seçilen "Mayıs Ayının Kadını" filminin kahramanı –ve yönetmenin kahramanı için seçtiği isimle şair Furuğ'a da göndermede bulunduğunu düşündürten- belgesel film yapımcısı Furuğ gibi, güçlü ve azimli bir kişiliğe sahip bir yönetmen sayılıyor.
Ben-i İtimat, devrimden sonraki İran sinemasının en ciddi yönetmenlerinden biri. Karakterlerini toplumun yoksul ve ezilmiş kesimlerinden, lümpen gruplardan, varoşlardan, işçi ailelerinden seçiyor. Üslubu 'kara mizah'a yakın duruyor. Devrimden önce televizyonda belgesel film alanında çalışıyorken, devrimden sonra, televizyonda çalışma alanının kısıtlanması üzerine sinemaya yönelmiş.
1992 Fecr Film Festivali'nde En İyi Film ödülünü kazanan "Nergis", yönetmenin gişede büyük başarı kazanan ilk filmi. Erkek değerlerine dayalı sayılan bir hikayede ilk olarak kadın kahramanların ön plana çıktığı bir film olan Nergis'te üç tema önem kazanıyor: Kadınların çile çekme yeteneği, aşkları konusunda gösterdikleri sadakat ve aşık oldukları adam karşısında gösterdikleri özveri. Daha özlü olarak filmin, muta nikahı ile evlenen kadınların acılarını yansıttığı da söylenebilir. "Lümpen" bir delikanlı, muta nikahı ile evlendiği, zor zamanlarında kendisine kol kanat geren orta yaşlı kadını günün birinde genç ve güzel bir kız için terkedecektir. Bu kulağa yabancı gelmeyen hikayeyi bir sinema filminde etkileyici bir dille anlatma becerisi ise yönetmene düşüyor.
Ben-i İtimat'ın İran'da "dini sinema" olarak bilinen dalgayla bilinçli olarak iletişim içinde bulunan bir yönetmen olduğu söylenemez. Fakat "Nergis", pek çok değerlendirmede çıkarımları ve üslubuyla bir "dini sinema" örneği olarak gösteriliyor.
İran sinemasının iki önemli kadın yönetmeniyle de uzun söyleşiler yaptım. Ben-i İtimat ile yaptığım söyleşi birkaç yıl önce Dergah dergisinde yayınlandı. Tehmine Milani ile neredeyse üç yıl önce yaptığım söyleşi ise henüz kasette, çözülmeyi bekliyor. Ben-i İtimat, Dergah'ta yayınlanan söyleşide de dile getirmişti bu görüşünü: Kadın sorunlarıyla ilgili bir yönetmen olsa da, İran sinemasının bir diğer başarılı yönetmeni olan Milani gibi kendisini 'feminist' olarak adlandırmak istemiyor. Bu şekilde bir adlandırmanın kadın sanatçıları sınırlandıran ve kısıtlayan bir yanı olduğunu dile getiriyor. Ayrıca feminizmin İran şartlarında alımlandığı şekliyle kadın meselelerinin çözümü konusunda etkili olabileceği konusunda kuşkuları var.
Ben-i İtimat, daha ziyade toplumsal meselelerle ilgili bir yönetmen olarak anılmayı tercih ediyor.
1998'de yeniden uluslararası bir boyut kazanan 18. Fecr Film Festivali'nde birkaç ödül kazanan filmi "Mayıs Ayının Kadını", yönetmenin kendi özgeçmişine göndermelerde bulunduğu bir film olarak değerlendiriliyor. Yukarıda kımen değinmiştim: Filmin kahramanı belgesel film yapımcısı Furuğ, oğlunun babasından yıllar önce boşanmış bir kadındır. Aydın ve sanatçı bir çevreye mensup olduğu halde, günün birinde yeniden evlenmeye karar verdiğinde, başta oğlu olmak üzere yakın çevresindeki insanlardan büyük tepki görecektir.
"Nergis'ten itibaren Ben-i İtimat'ın yaptığı bütün filmler hem gişe alanında başarı kazandılar, hem de eleştirmenler tarafından övgüyle karşılandılar. "Mavi Başörtülü" (Ruseri-i Abi, 1995) ve "Şehrin Kabuğu Altında" (2000), varoş insanlarının gündelik hayatını başarıyla yansıtan bir film. İran sinemasının tecrübeli karakter oyuncusu Fatıma Mutemedarya'nın bir tarım işçisini canlandırdığı "Mavi Başörtülü", yoksul bir genç bir kadınla, patronu olan yaşlı erkek arasındaki aşkın, erkeğin bırakacağı mirasın bölünmesi konusunda kaygıya kapılan çocukları tarafından nasıl engellenmek istendiğini konu alıyor. "Gilane Ana" (2006), savaşın kadınlar ve gazi aileleri üzerindeki etkisini, savaş yıllarına geriye dönüşlerle anlatan iyi bir savaş filmi örneği olarak gösteriliyor. Bir filmin başarısını, bir duyguyu kelimelere dökülmeden bize iletebilmesinde de ararız. Gilane Ana, kelimelere pek az yer verilen bir film; diyaloglar bir hayli sınırlı, sesler kimi sahnelerde sadece ayak sesleri ya da eşyaların bir köşeden öteki köşeye çekilmesiyle oluşan gürültülerden ibaret.
Film eleştirmeni Mehrzad Daniş'in bir tespitine yer vermek istiyorum burada: İran sinemasının genel çerçevesini oluşturan kurallardan biri, kadın ve erkek oyuncunun mesafelerinin korunmasıdır. Buna karşılık Beni İtimat, bir anneyle oğul arasındaki duygudaşlığı, görüntüyü ve fiziksel yakınlığı geri plana iten bir sevgi akışını seyirciye iletmeyi başarmaktadır bu filmde ve esasında "Gilane Ana" filmini önemli kılan en önemli unsur da belki yönetmenin fiziksel mesafenin korunmasına karşılık o duygusal akışı tasvir edebilişindeki başarıda aranmalıdır.
Bu başarının bir diğer nedeni, Beni-İtimat'ın ülkesinin kadınlarının ailelerini koruma yönünde gösterdiği çabayı bir tema olarak sürekli geliştirme çabasında aranabilir. Yönetmenin "Şehrin Kabuğu Altında" (2000) isimli filmindeki aileyi bir arada tutan, yoksulluğun sınavlarına karşılık ruh asaletini ve yaşamaya ilişkin coşkusunu hiç yitirmeyecekmiş gibi görünen Kübra Ana kişiliği, Gilane Ana'da bir kez daha karşımıza çıkmaktadır. Ben-i İtimat'ın dirençli ve otoriter yanlarıyla Türk filmlerindeki Aliye Rona'nın (bazen de Fatma Girik'in) çizdiği karakterleri hatırlatan bu kadınları gerçek dışı, karton kahramanlar olarak tasvir ettiği sanılmasın. Zaman zaman üstlerine üstlerine gelen baskılardan, varlıklarına yönelen beklentilerin ağırlığından, şartların zorlamasından bezginlik duyan, bunu da ifade eden, fakat yine de aile ocağı tütmeye devam etsin diye mücadeleyi sürdüren kadınlardır bunlar.
II- Londra Üniversitesinde düzenlenen etkinlikler sırasında, uyuşturucu müptelalarının dünyasına yakınlaşmaya çalıştığı 'Kan Oyunu" (2007) isimli filmi üzerine yapılan söyleşide Ben-i İtimat, televizyonda belgesel film çalışmaları yapmakta sıkıntıya düşünce, daha bağımsız bir çalışma alanı bulacağı ümidiyle sinemaya yöneldiğini, fakat sinemeda da başlangıçta büyük zorluklarla karşılaştığını anlatıyor. Yeni İran sinemasının ilk kadın yönetmeni, yapımcıların onu başlangıçta sadece erkek yönetmenlerin danışmanı olarak görmek istediklerini, fakat azmi ve sabrı sayesinde bu önyargıları aşabildiğini dile getiriyor. Sansür konusunda karşılaştığı zorlukları anlatırken de şu örneği veriyor: "Ben "Şehrin Kabuğu Altında" filminin senaryosunu yazıp Senaryo Onaylama Kurulu'na sunduğumda, kızım Baran'a hamileydim. Filmin çekimi için izin alabildiğimde ise Baran onbeş yaşına gelmişti."
Filmlerinde kadın-erkek ilişkilerini yansıtmakta karşılaştığı güçlükleri nasıl aştığı konusundaki bir soruya ise, espriyle karışık bir cevap veriyor: "Söz gelimi "Mayıs Ayının Kadını"nda kadın ve erkek arasındaki aşk ilişkisini fiziksel olarak veremeyeceğim için, erkeğin filmde sadece sesiyle yer alması gibi bir yol izledim. Bu buluşum pek çok eleştirmene göre filmimin daha ilgi çekici bir aşk filmi olmasını sağladı."
Bir İngiliz eleştirmen, Ben-i İtimat'ın üç filmi, "Mavi Başörtülü", "Nergis" ve "Mayıs Ayının Kadını" filmleri arasında feminist eleştiri ve kadın hareketleri açısından ortak bir tema bulunduğunu ve bu anlamda bu üç filmin bir üçleme bile sayılabileceğini ifade ettiğinde, Ben-i İtimat, bu filmleri bir üçleme olarak tasarlamadığını, fakat eleştirmenlerin bu filmlerle ilgili olarak böyle bir tespitte bulunmasını da yadırgamadığını, hatta filmlerine yeni bir boyut katması açısından memnuniyetle karşıladığını ifade etti.
Filmlerinin konularını nasıl seçtiği şeklindeki bir soru üzerine ise, Kiyarüstemi'yi çağrıştıran şu açıklamayı yaptı, Ben-i İtimat: Bir filmin konusu gelip beni buluyor, ben ona gitmiyorum hiç bir zaman. Çünkü zaten ilgili olduğum bir alan var ve yeni filmimin konusu, ilgili olduğum alanın bir parçasıyken, zaman içinde zihnimde gelişme göstererek oluşuyor.
Ben-i İtimat, belgesel filme yakın olan sinemasında, neden benzeri yönetmenler gibi oyuncu olarak gerçek kişileri yeğlemediği sorusunu cevaplandırırken ise, bu konuda bir ısrarı olmadığını, belgesel sinemada da oyuncu seçimi konusunda tek bir yöntemin varlığından söz edilemeyeceğini, yönetmen olarak filmlerinde seyirciye olguların ve vakaların sahiciliğini duyurtmayı çok önemsediğini, bu nedenle yeri gelince mesleği oyuncu olmayan hakiki kişilere de yer verdiğini, fakat çoğu kez profesyonel oyuncuları yeğlediğini, çünkü, hakiki kişilerin sadece kendi kişilikleriyle filmde yer bulabilmesine karşılık, profesyonel oyuncunun bin türlü ifadeye açılma yeteneğine sahip olduğu kanaatini taşıdığını belirtiyor...
III- Ben-i İtimad, filmlerinde belgesel film yapımcılığı geleneğinden gelen sosyal gerçekçi bir üslup her zaman belirginlik kazanıyor. Yönetmen "Şehrin Kabuğu Altında" ve 'Kan Oyunu' filmlerini ikişer yıl süren araştırmaların ardından çektiğini, "Kan Oyunu" filmini mümkün olduğu kadar gerçeklere uygun bir şekilde çekebilmek için ise, uyuşturucu müptelası bir ferdinin de aralarında bulunduğu bir aile ortamında gece gündüz bir ay yaşadığını ifade ediyor.
Ben-i İtimat'ın İran sinemasının geleceği üzerine değerlendirmeleri ise, şöyle: "İran sinemasının geleceği hakkında yargda bulunmak için, İran şartlarını çok iyi tanımak gerekiyor. Dünyada İran ile ilgili hakim olan tasvirlerin her zaman gerçek dışı olduğu söylenemez, fakat bu gerçekliklerin farklı şekillerde yorumlanabileceği kanısındayım. Dışarıdan bir bakışla, herhangi bir hadiseden hareketle ya da koşulların ağırlaşmasından yola çıkılarak, İran'da sinema alanında çalışmanın mümkün olmayacağı yargısına dahi varılabilir. Ancak İran şartlarında otuz yıldır çalışan bir yönetmenden daha farklı bir değerlendirme yapması beklenmelidir. Dışarıdan bir bakışla olumsuz sayılan şartlar altında çalışmak, bunca yıl sonra artık sizin için olağan sayılır. Kanaatimce İran sineması zor şartlar altında bile var olmayı, hayatını sürdürebilmeyi öğrenmiş, bunu başarmış olan bir sinemadır. İran sinemasını halihazırda zor duruma sokan en önemli etken, ekenomik sorunlardır. İran sineması denilince akla gelen sinema akımı, giderek etkisini artıran ticari sinemanın baskısına nereye kadar direnebilir ve ayakta kalmayı başarabilir acaba... Bir yönetmen olarak son söz yerine, İran sinemasından bir hatıra gibi söz edeceğimiz günlerin asla gelmemesini dilediğimi ifade etmek istiyorum."