ABD Başkanı Barack Obama siyaseten intihar mı ediyor? Sıfır Noktası’nın kıyısında bir cami ve İslami kültür merkezi inşa edilmesini destekleyerek, Amerikalıların bu fikri ‘kutsal bir yerin’ kirletilmesi olarak gören çoğunluğuyla arasını mı bozuyor? Ara dönem seçimlerini kaybetmemek için çaba sarf eden Demokratlar, başkanın sırtlarına yüklediği bu yeni engele bakıp mutsuz mutsuz başlarını sallıyor. Başkanlık adaylığı için amansız bir yarış yürüten Newt Gingrich ve Sarah Palin gibi Cumhuriyetçiler, sevinçlerini zorlukla gizliyor.
Fakat Obama’yı eleştirenler aldanıyor. Bu camiye dair ağız dalaşı Amerikan hayat tarzının hâkim ilkeleri üzerine bir tartışmaya dönüşürse, bu süreçten kurucu ataların zihnindeki ulusun gerçek muhafızları sıfatıyla, onurla çıkacak olanlar Obama ve Belediye Başkanı Bloomberg’den başkası değildir.
Obama tarihi doğru okuyor
Obama, inanç ve ibadet özgürlüğünün ‘kim olduğumuzu’ tarif ettiğini dile getirdi. Ve bu temel ilkeyi teyit ederek, kendisini hakiki bir vatansever olarak ortaya koydu. Bu önemli. Zira şunu unutuyoruz:
Genç insanların kendilerini ateşe atmasının sebebi, hoşgörülü ve laik bir topluma yönelik katliamı kutsal görev addeden bir fanatizme direnmemizdir. Başkanın da işaret ettiği gibi, buna karşı askeri güç toplayabiliriz, fakat en güçlü silahımız hoşgörü ideali olacaktır. Amerika’nın kuruluşunda inanç özgürlüğünün taşıdığı anayasal önemden kuşku duyulamaz. Obama her zamanki gibi tarihini doğru okuyor ve siyasi ihtiyatı elden bırakmak pahasına bile bunun idrak edilmesini istiyor.
Amerikan tarzını yaratanlar, Virgina’da bir gecede zengin olma hayalinin peşinden koşan Jamestown yerleşimcileri değildi. ABD’ye hoşgörü bayrağını dikenler, müesses bir İngiliz kilisesine mensup mültecilerdi. Amerikan hoşgörüsünün babası, sonradan Rhode Island adını alacak olan Providence Kolonisi’ni kuran Roger Williams’tı.
Williams’a göre, Massachusetts Kalvinistleri, kilise mahkemeleri sayesinde her tür sivil düzenlemeden kaçınarak gerçek Hiristiyanlığa aykırı davranıyordu. Kilise ve devlet arasındaki ‘ayrım’ı ilk ortaya atan (Jefferson değil) Williams’tı.
Rhode Island’da güvenli sığınak bulan ilk topluluğun Yahudiler olması bu yüzden tesadüf değildir. Keza [din, ibadet, ifade, basın ve toplanma özgürlüğünü tanıyan] ilk anayasa değişikliği için kampanya yürüten George Washington’ın tam 220 yıl önce Touro sinagogu baş hahamı Moses Seixas’ın sözlerini tekrarlaması da: “ABD bağnazlığa izin, zulme destek vermeyen bir yerdir.”
Altı yıl sonra, Washington’ın ikinci döneminin sonunda, Kuzey Afrika’nın Berberi ülkeleriyle yapılan Trablus Anlaşması da şunu ifade ediyordu: “ABD yönetimi Hıristiyan dininin bildik niyetlerini taşımamaktadır... Müslümanların yasalarına, dinine veya huzuruna karşı husumet beslememektedir.”
Fakat bağnaz Amerikan sağına asıl yumruğu indiren kurucu Thomas Jefferson’dır. Jefferson bir yaratıcıya inanıyordu, İsa’nın kutsallığına değil; bir bakireden doğduğu hikâyesinin ‘masal’dan olduğunu düşünüyordu. En çok da, Cumhuriyet’in inanç özgürlüğüne mutlak bağlılığı doğrultusunda ayağa kalkacağına veya düşeceğine inanıyordu. ‘Virginia üzerine Notlar’ında, “Komşumun 20 tane tanrı olduğunu veya tanrı olmadığını söylemesi beni ırgalamıyor. Ne cebimdeki parayı çalıyor, ne de bacağımı kırıyor” diye yazıyordu. Jefferson’ın Kuran’ı vardı ve İslami öğretiden heyecan duyuyordu. İslam’ın, klasik bilgeliğin ortaçağdaki muhafızı olduğunu kabul ediyordu. ‘Dini Hoşgörü Üzerine Virginia Kanunu’ için 1777’de hazırladığı taslak, hükümetin düşünce veya ibadet özgürlüğüne müdahalesine göz yumulmasını reddetmesi açısından bir çığlıktır. Jefferson şunları yazıyordu: “Hakikat kendi başına bırakılırsa galebe çalar. Hakikat, hatanın gerçek ve yeterli düşmanıdır; ve insanın müdahalesi onu doğal silahından, yani özgür tartışmadan mahrum bırakmadıkça, korkacak hiçbir şeyi yoktur.”
‘Katillerin zaferi’ iddiası külliyen yanlış
Bu satırları belleğimize kazımalıyız, zira mücadelemizin sebebi, bizi 11 Eylül’ü tasarlayan, hâlâ bize zorla boyun eğdirmeye çalışan zalim fanatiklerden ayıran şey bu satırlardır. Elbette yakınlarını kaybedenlerin hassasiyetleri dikkate alınmalı. Fakat sıfır noktasında bir caminin katillere zafer kazandıracağı düşüncesi yanlış. Tam aksine, yükselen her bir tuğlayla ve okunan her ezanla beraber, gerçek Amerikan zaferi, yani inanç özgürlüğünün zaferi ilan edilecektir. (Columbia Üniversitesi’nde sanat tarihi ve tarih profesörü, 15 Ağustos 2010)
Kaynak: Radikal