Türkiye'nin ne olup olmayacağı tartışmasını ortaya atanlar aslında "bu ülkenin ne olduğu sorusu"nu unutturmak isteyenlerdir. Bir tür "akıl tutulması"nı çağrıştıran tartışmalara bakarak topluma yön verdiğini düşünen yazar-çizer takımından medya mensuplarına, akademisyenlerden siyasetçilere kadar kalburüstü insanların adeta bir cinnet içinde olduğunu düşünmemek elde değil.

Türkiye'nin Malezya olacağı tehlikesini gündeme getirmek ne kadar abes ise Malezya olmayacağını ispatlamaya çalışmak da bir o kadar saçma... 'Korku ticareti'yle iktidar alanlarını, ideolojik hegemonyalarını sürdürmek isteyenlerin dönemsel olarak benzer tonda yaptıkları yayın adeta kodlanmış bir psikolojik harp tekniğini çağrıştırıyor. Psikolojik savaş tekniklerinin tüm ayrıntılarını çok kaba biçimde uygulamaya koyan bu okur-yazar zümresinin ayrıcalıklı konumlarını sürdürebilmelerinin kestirme yöntemi olarak dönemsel bir ritüel adeta... Ne var ki bu psikolojik savaş tekniğinin dayandığı temeller, yaslandığı argümanlar ve bizzat açık ettikleri korku bir cinnet halini ortaya seriyor.

"Mahalle baskısı" edebiyatından başlayıp "Malezyalılaşma" gibi absürtlükle zirveye tırmanan bu hal, kullanılan dil ve simgeleri semiyolojik olarak analiz ettiğinizde ortaya çıkan korkunun ve bundan beslenen siyaset tarzının, aslında bu ülkeye/ kültürüne/Malezya kadar uzak bir aidiyetin yansımasıdır. "Bu yıl hac mevsimi kurban bayramıyla çakıştı" tespitini yapacak kadar ülkesine yabancı bir merkezin(!) mahalle baskısından dem vurmasını anlamak mümkün. Sorun, bunların tekil örneklerden ibaret olmayıp aynı zamanda bu kadar uzakta durdukları, tanımadıkları, ürktükleri ve de aşağıladıkları büyük çoğunluğa nizamat vermeye kalkmalarında yatıyor.

Bunun karşısında, bir zamanlar mahcup, ezik, bastırılmış biçimde kendini savunanların, artık belli bir siyasal alanı işgal ettikleri gözönüne alındığında konumlarıyla ters orantılı olarak bu kampanya karşısında geliştirdikleri savunma yöntem ve dili daha 'özür dilemeci' bir hal alıyor. Kim bilir, belli iktidar alanlarını ele geçirmiş olmanın suçluluk psikolojisini o eziklik günlerinden kalma bir miras olarak şimdilere taşıyorlar. Bir taraf alabildiğine pervasız, üstelik iktidar ve gücü kaybetme telaşesinin verdiği bir hırçınlıkla aşağılayıcı bir dil kullanırken diğer tarafın özür dilemeci bir tavırla ne kadar uslu çocuk olduklarını kanıtlama çabasında olması tuhaf deeğil mi? İktidara gelmekle işbaşına gelmek ayrımının bıçak sırtı gibi keskin ve bir o kadar da can acıtıcı durumu...

Tüm bu psikolojik savaş taktiklerine karşı geliştirilen özür dilemeci dilin hiç kimseyi ikna etmeyeceği ortada. Kadın, erkek bu ülkenin insanları modernleşme adına adeta bin bir kötekle "adam edilme"ye çalışılırken "mahalle baskısı" altında yürütülen kampanyaya mağdurun duruşu da cesaret vermiyor mu?

Mahalle baskısından Malezya korkusuna medyada kullanılan dilin ortak paydası çok açık biçimde bir İslam korkusudur. Hatta korkudan da öte, İslam'la hesaplaşmadır. Medya ortamlarında kullanılan 'göstergeler' dikkatle incelendiğinde açık bir İslam korkusu toplumda yaygınlaştırılıyor. Son on beş yıl içinde medyada belli vesilelerde İslam'ı konu edinen en basit haberden kampanyaya dönüştürülen yayınlar arasında dine ilişkin olumlu, en azından tarafsız haber-yorumun oranı nedir? Görsel ve basılı yayın organlarının ürettiği bu kadar olumsuz imajın saldırısı altında kalan nesillerin dine ait bilgileri bir yana İslam algısı ne olabilir? Her kampanyanın sonunda yazılanların gerçek olup olmadığının anlaşılması bir anlam ifade etmeyecektir. Zihinlerde tortu olarak kalan ve bu toplumun İslam'la kuracağı ilişki marazi bir hal alacaktır..

İşte korkularından beslenen 'yerel bir kabile' dürtüsüyle hareket eden zümrenin 'yerli olan/değer'le kurdukları ilişkinin cinnet boyutuna geldiği nokta burası... Mahalle baskısının açılımı bu ülkenin Müslümanlık'la kurduğu yüzlerce yıllık ilişkisidir. Diğer tarafta mahalle baskısı olmadığını savunmaya kalkarak, ikna etmeye çalışmak tersinden bu ülkeye sahip çıkmak durumunda olanların da İslam'la ilişkilerinin korkak, kuşkulu ve şüpheli bir konuma itilmesi demektir. İslam'ın bu ülkede bir mahalli etki alanına indirgendiğini kabul ettirdikten sonra maksat gerçekleşmiş demektir.

İslam'ı çektiğiniz vakit bu ülkenin varoluşunu mümkün kılacak hangi ortak düzlem var dersiniz? Baskı yapmıyoruz demek, biz kendi hayatımızda da İslam'ı savunmaktan, yaşamaktan vazgeçiyoruz demektir (cinnet hali o noktada ki, bu sözlerden baskı/cılığı savunduğumu bile söyleyebilirler). Söz konusu olan, İslam'ın insanı özgürleştirici yanının basık olarak algılanmasıdır.

Malezya üzerinden polemik yapanların Türkiye'yi bilmedikleri gibi bu ülkeden de haberdar olmadıkları ortada. Ayrıca ne tarih ne toplumbilim ne de güncel anlamda siyasetten bile haberlerinin olmadığı çok açık... Bu ülkenin devraldığı miras, medeniyet birikimi karşılaştırıldığında tarihi boyunca İslam medeniyetine orijinal katkısı olmamış Malezya gibi kapitalist toplumun farklı bir versiyonundan alacağı ne olabilir?

İslam'la ilişkilendirilen her şeyi aşağılama, sindirme ve korku meselesi haline getirenler yaptıklarının bilincinde ya bunlara karşı çıkanlar?

 

Kaynak: Yeni Şafak