Şerif Mardin'in Hürriyet'in ağzına sakız olarak hediye ettiği "mahalle baskısı" tespiti; memleketi suni gündemlerle oyalayan, "korku ticareti"yle iktidar alanlarını, ideolojik hegemonyalarını sürdürmek isteyen, mahalle baskısı üzerinden millete baskı yapmayı amaçlayan azgın azınlıkla, topluma yön verdiğini düşünen yazar-çizer takımının, düşünce fakiri medyamızın karabasanlı vehimlere dönüştürdükleri kabus oldu.

Takılmış plak gibi aynı sesi çıkartıp, dolap beygiri gibi aynı noktanın etrafında dönerek kazanımlarını korumaya çalışan, kendilerini ülkenin gerçek sahibi görüp, sayanların ayrıcalıklı konumlarını sürdürebilmelerinin kestirme yöntemi olarak dönemsel bir ritüel oldu mahalle baskısı. Kodlanmış psikolojik bir harp adeta.

Oysa ortada anakronik bir mesele var. Mahalle baskısından çok daha baskın olan devlet baskısını, rejim baskısını, seçkinci baskısını, jakoben baskısını, oligarşi baskısını, ağızlarda pelesenk edilen darbe tehdidi baskısını, mahalle baskısı metaforunu ortaya atarak meşrulaştırma çalışmaları söz konusu.

Dine ve dini değerlere karşı giderilemez bir önyargıları, saklı bir hınçları, maskelenmiş düşmanlıkları olan, kendilerini kendi toplumlarından, kendi toplumsal zihniyetinden korumaya alanların alabildiğine pervasız, üstelik iktidar ve gücü kaybetme telaşesinin verdiği bir hırçınlıkla aşağılayıcı bir dil kullanımı söz konusu.

Batılılaşmayı geri dönüşü mümkün olmayan, evrensel hakikat olarak benimseyen ve bu ülkenin Müslümanlıktan neş'et eden her türlü değer, birikim, bilinç ve varoluş şartını yerel/mahallilik düzlemine indirgeyen, ortaya çıkardıkları korku ve bundan beslenen siyaset tarzını benimseyen; kendi hayat tarzlarının mutlaklığı ve evrenselliğinden de asla vazgeçmeyen mutlu azınlığın zihinlerinde kalan tortudur söz konusu olan.

Korkularından beslenen "yerel bir kabile" dürtüsüyle hareket eden hakim zümrenin yerli olanla kurdukları ilişkinin cinnet boyutuna geldiği, kendinden şüpheli, kendinden ürken, ruhu yaralı olma noktasıdır bu durum.

Kendi çıkarları için ülkeyi cinnet toplumuna dönüştürecek çılgınlıklar yapmaktan çekinmeyen "şirret bir mahalle"nin kahir ekseriyeti gayr-ı Türk ve gayr-ı müslim olan küçük mutlu azınlık milletin kaderiyle oynuyor.

Bu mutlu azınlığın mahalle dediği kendileri dışındaki bütün Türkiye. Adamlar, öylesine şirretleşmiş, öylesine sapıtmış, öylesine azmanlaşmış durumdalar ki, karşılarına bütün bir Türkiye'yi alabiliyorlar.

Milletle savaşmaktan, milletin tarihiyle savaşmaktan, milletin kültür, medeniyet birikimiyle savaşmaktan; ciddî bir şekilde toplumu, toplumun ruhunu, kültürünü, değerlerini yok etme projesi uygulamaktan vazgeçmiyor.

Türkiye'de mahalle baskısı kavramını icat edenler, metaforik olarak, bu ülkeyi küçük bir mahalle gibi görüyorlar. Dolayısıyla önemsemiyorlar Türkiye'yi. Sadece kendilerini, kendi çıkarlarını önemsiyorlar.

Mahalle bakısından söz edenler, Türkiye'nin bağımsız olmasını istemiyorlar; sadece kendilerinin süflî, bencil, hazırcı ve hatta hapçı bağımsızlıklarını düşünüyorlar o kadar..

Şark kurnazlığı yaparak meseleyi mahalle baskısı zeminine sürükleyerek rakip hatta potansiyel düşman gördüğü geniş kesimler karşısında mevzi kazandığını düşünenler bu ülkenin geleceği, toplumsal dokusu ile oynadıklarının farkındalar mı acaba?

Mahalle baskısı, kendi kaderlerini elinde tutmak isteyen yani hakim çoğunluğun izinden gitmeyi reddeden fertlere karşı herhangi bir hakim çoğunluğu oluşturan nüfusun uygulayabileceği türden bir baskıdır.

Mahalle baskısının açılımı bu ülkenin Müslümanlıkla kurduğu yüzlerce yıllık ilişkisidir. İslam'ın insanı özgürleştirici yanı ve bunun etrafında şekillenen toplumsal hafızadır.

Bizim mahallede her karşılaşma, verilen her selam insandan kötü olan bir şeyleri alıp götürür, yerine güzel olan, hayırlı olan bir şey katar.

Bizim mahallede kader birliği vardır. Sevinçler ve kederler paylaşılır. Sevdiklerimizle karşılaştığımızda neşeleniriz, sevmediklerimizle karşılamalarımızda da dualarımızla iyilikler isteriz. "Keder-neşe dengesi" bizim mahallenin kaderi gibidir.

Bizim mahallenin insanları bütün hayatını bir şeyler alarak, ama karşılığında mutlaka bir şeyler vererek yaşarlar. Sadaka verirken dahi karşılığında cennette bir ödül verileceğini bilerek hareket eder. Yani cennet diye bir hülyaları, cehennem diye bir kaygıları vardır.

Bizim mahallenin insanları her gün kırk kere yaradanın huzurunda "yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz" taahhüdüyle gönül huzuru bulurlar. Dünyevi beklentilerle kula kulluğu reddederek "gerçek özgürlüğün" tadını yaşarlar.

Bizim mahallede büyükler görmesin diye sigaralar saklanır, yabancı konuklara gidecekleri adrese kadar refakat edilir. Büyükler konuşurken çocuklar susar.

Bizim mahallede kapı komşu Rum, Yahudi ya da Ermeni ailesiyle keyifsiz olmayan bir tecessüsle ilişki kurulur.

Bizim mahallede "Kur'an- ı kapa kadınları aç" analizi yankı bulmaz. Bizim mahallenin insanı inandığı gibi yaşayan, yaşadığı gibi görünen tek yüzlü tiplerdir. Bizim insanımız Müslüman olduğu için kompleks taşımaz. İslam medeniyetinin sundukları bizler için kafi gelir. Batılılaşma, sözde modernleşme adına inancından, yaşam tarzından, geçmişinden utanma yerine "elhamdülillah Müslüman'ız" gururunu yaşarlar.

Bizim mahalle insanımız adil olmak, insani bir yönetim anlayışını benimsemek ve her kesimi kapsayan bir özgürlük alanı oluşturmak fikrinde hemfikirdir.

Bizim mahallede bir yastıkta kocamak kesin bir kuraldır. Boşanma hoş karşılanmaz. Evlilik dışı birliktelikler günah sayılır. Beyaz gelinlik bakireliği simgeler. Metres hayatı yaşamak aşağılık sayılır.

Bizim mahallede küçüğe ve zayıfa kol-kanat germe güzelliği mahalle baskısı saçmalığına atılan bir tokattır. Bizim mahalleye gölge etmeyin başka ihsan istemeyiz.