Türkiye’deki rüşvet skandalının Lübnan’ı vurduğunu tahayyül edin, rüşvetçi yetkililer kesinlikle galip çıkardı. Burada fakirlik suç olarak görülürken yolsuzluk onurlandırılır. Ama aşikar olanın ötesine bakarsanız, Türkiye ve Lübnan’daki olayların, daha geniş bir bölgesel ihtilaf ekseninde tamamen bağlantılı olduğu görülür.
2014, belki de asrın başlangıcından bu yana Lübnan için en tehlikeli yıldır. Emniyet ve siyaset kaynaklarından gelen bilgiler, yeni suikastlar, patlamalar, çatışmalar, ordu müdahalesi ve Hizbullah’ı kapsayacak teşebbüsler olacağını gösteriyor. Bu arada, bir mutabakat hükümetiyle ilgili durum çıkmazdadır ve ufukta da bir cumhurbaşkanlığı boşluğu beliriyor.
2014, 30 Mart mahalli seçimleri çok yaklaşmışken Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve onun Adalet ve Kalkınma Partisi için de en çetrefilli yıl olabilir. Bununla birlikte Erdoğan’ın problemi -bir Türk yetkilinin evinde bulunduğu bildirilendeki gibi- paralarla dolu ayakkabı kutusuyla sınırlı değil. Onun problemi, aykırı düşen iki İslamcı hareket ile bölgesel ve uluslararası ihtilafları içerir.
Bu bağlamda bizim kendimize şu soruları sormamız gerekiyor: Lübnan’daki olaylar herhangi bir şekilde Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman’ın Hizbullah ve İran’a karşı Suudi Arabistan ittifakına katılmasına karşı öne sürülen iddialarla ilintili midir? İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin gelecek ay Türkiye’ye yapması beklenen ziyaret, Erdoğan hükümetini hedef alan yolsuzluk soruşturmasıyla bağlantılı mıdır?
Cumhurbaşkanı Süleyman şimdiye dek görev süresini uzatma ya da yenileme niyetinde olduğuna dair kamuya açıklamada bulunmadı. Ama o, dikkatli bir şekilde anayasal mühletlere saygı duyulması gereğini vurguluyor. Cumhurbaşkanı ayrıca Suudi Arabistan’a Hizbullah ve İran’a meydan okumak için değil yurt içinde ve Körfez ülkelerindeki Lübnanlıları korumak için gittiğinde ısrar ediyor.
Süleyman, Direniş’i desteklediğini söylüyor ama o, Hizbullah’ın Suriye’deki eylemlerine karşıdır. O ayrıca, diyalog ve siyasi çözümü savunduğunu ifade ederek geçenlerde P5+1 ülkeleriyle yapılan İran nükleer anlaşmasını da övdü. Ama her konuşmasıyla Süleyman’ın hasımlarının şüphesi daha da artıyor. Onlar, “Süleyman, Hizbullah’ın Suudi Arabistan’a saldırısını sert bir şekilde eleştirdi ama defalarca İran’a saldıran ve ona küfredenlerin üzerine gitmedi. O, Lübnan’ın sınırlarda daha fazla kontrol sağlamasına yönelik Suriye taleplerine cevap vermedi ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ı doğrudan eleştirdi” diyorlar. Şam’da Süleyman’ın geçen sene Batılı yetkililerle görüşmeleri sırasında Esad rejiminin yakın bir zamanda devrileceğinden neredeyse emin olduğunun görüldüğü ifade ediliyor.
Bu kargaşanın ortasında Cumhurbaşkanı Ruhani, Noel sebebiyle Lübnanlı mevkidaşını tebrik etti ki bu da İran’ın durumunun Hizbullah’ın tutumundan farklı olduğu intibaını verdi. Tahran, kendisini Beyrut’ta elçiliğinin hedef alınmasında açık bir şekilde Suudi Arabistan’ı suçlamaktan da frenledi. Tam zıddına o, Suudi Arabistan’la uzlaşma arayışı içinde olduğunu duyurdu. Açık bir şekilde görülüyor ki İran, daha büyük anlayış görmeyi sağlama almak için küçük detayları kontrol altına almayı diliyor.
Bu arada, Fransa Cumhurbaşkanı Francois Hollande, pazar günü Suudi Arabistan’a resmi bir ziyaret gerçekleştirecek. Lübnan’daki cumhurbaşkanlığının ziyarette onun gündeminde baş sırada olması bekleniyor. Bu safhada Suudi-Fransa ittifakı önemlidir ama sorunlar artacak. Neticede, Hizbullah’ın Genel Sekreter Yardımcısı Naim Kasım’ın uyarıları açıktı.
Türkiye’deki rüşvet skandalına gelirsek, durumun arka planını daha iyi anlayabilmek için üç önemli insana ışık tutmak önemlidir: ABD’de yaşayan Müslüman din adamı Fethullah Gülen, Azeri iş adamı Reza Zarrab ve ABD’nin Türkiye büyükelçisi Francis Ricciardone.
Türkiye, Ön Asya ve Afrika’da okullar ve diğer çıkarlarla büyük bir ağın lideri olan Gülen, polis gücü ve yargıdaki geniş çaplı desteğiyle, eski müttefiki Erdoğan’ı tehdit eden rüşvet skandalının arkasındaki isim olmakla suçlanıyor.
Batı ve NATO’nun destekçisi olarak Gülen, İsrail’le daha iyi ilişkiler kurulması çağrılarında bulunuyor, İran’a karşı nefretini de gizlemiyor. O, Gazze’ye Özgürlük Filosu’na Türk gemileri gönderilmesini şiddetle eleştirmişti ve Türk-İran yakınlaşmasına da karşı çıkıyor.
2011’de iş adamı Zarrab, altın ve kıymetli taşlar ihraç ve ithali yapacak bir şirket kurdu. Şirket, ilk yılında, çoğu İran’la operasyonlardan kaynaklanmak üzere, Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 45’i tutarında kâr elde etti.
Zarrab, İran’ın uluslararası yaptırımlardan kaçmasına yardım etmek için para aklamakla suçlandı. Suçlamaların arkasında, dolaylı olarak İran’ı hedef alan İsrail, ABD ve bazı Körfez yetkililerinin olduğu ifade ediliyor.
Erdoğan, hükümetini hedef alan komplodan bahsettiği ve büyükelçileri sınır dışı etmekle tehdit ettiği zaman ABD büyükelçisi Ricciardone’ye işaret ediyordu. Bildirildiğine göre Ricciardone, Avrupalı yetkililerle Türkiye’deki Halk Bankası ve onun İran’la şüpheli altın ticareti konusunu gündeme getirmişti.
Diğer bir deyişle, rüşvet skandalının arkasında Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail’e yakın tarafların olduğu ve muhtemelen bunların son aylarda Amerika Birleşik Devletleri’yle soğuk ilişkilere sahip Erdoğan’ı devirmeyi planladıkları ortaya çıktı. Tüm bunlar olurken Washington, kapılarını Erdoğan’ın muhaliflerine açıyordu.
İlginçtir, Haaretz gazetesi Erdoğan’ın son zamanlarda Gazze filosundayken İsrail kuvvetleri tarafından öldürülen Mavi Marmara kurbanlarına verilecek tazminatlar konusunda şartları yumuşattığını açıklarken İsrail de Ankara’ya uçuşlara yeniden başlayacağını duyurdu.
Erdoğan, kendisini yeniden Beyaz Saray’a götürecek yolun İsrail’den geçtiğini sonunda anladı mı? Bu kuvvetle muhtemeldir. Türk başbakanı kapana kısılmış vaziyette. Onun, Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından belirlenen “komşularla sıfır sorun” stratejisi, Suriye ve Mısır’daki olaylardan, özellikle de Kahire’nin Türk büyükelçiyi sınır dışı etmesinden sonra alay mevzuu oldu.
Şimdi İran Erdoğan’ın son ümidi olarak görünüyor. O, Erdoğan’ın Amerika Birleşik Devletleri ve NATO’ya uyarı, bölgede Müslüman Kardeşler’i devirme planlarını organize eden Suudi Arabistan’a da mesaj göndermek için kullanabileceği tek karttır.
Bölgesel çatışmanın böylesine yükseldiği bir zamanda Erdoğan ve Süleyman’ın asıl problemi, hiç tarafsız olmamalarıdır. Sonunda bir ABD-Rusya ya da İran-Batı anlaşması olması durumunda bir bedel ödenmesi gerekecek. Burada asıl konu budur, diğer her şey teferruattır.
Ama Lübnan’da durum infilak edecek mi? Ve son skandal Erdoğan’ın tahtını sarsacak mı? Mümkündür. Lakin, Lübnan son dakika anlaşmalarına alışıktır. Ruhani ve Süleyman arasındaki son çağrı ve Hizbullah’ın parlamentodaki grubunun başkanı tarafından Baabda başkanlık sarayına yapılan ziyaret, tarafların durumun infilak etmesini istemediklerine işaret edebilir.
Kaynak: El Ahbar (Al-Akhbar English)
Dünya Bülteni için çeviren: Arif Kaya