Dış politika karar alıcıları açısından, bırakın Ortadoğu'da gelişen sorunları çözmeyi bir tarafa, anlamayı öğrenmek bile epeyce zaman alıyor. Son derece kaygan bir zeminde ayakta durabilmek ve çok boyutlu bir düşünce üretme yeteneğine sahip olmak, bölgede var olabilmenin olmazsa olmaz koşulları arasında. En basit bir aşiret hesaplaşmasının bile yüzlerce yıllık bir tarihsel derinliğe sahip olabileceğini, her şeyin görünen yüzünün ardında bir de psikopolitik içerik bulunduğunu ve küresel mücadelelerin neredeyse hepsinin çeşitli formlarda bu mikro alana olduğu gibi yansıdığını bilmek gibi zorluklar da cabası.

Ortadoğu hükümdarların hükmettiği değil, hükümdarlara hükmeden bir coğrafya. Tarihi de böyle, bugünü ve yarını da böyle olacak. Değişim rüzgarlarının en sert estiği dönemlerde bile değişmeyen bazı kuralları var. Biz de buradan hareketle son Lübnan hükümet krizini anlayabildiğimiz boyutlarıyla (!) değerlendirmeye çalışalım.

1 ölgenin herhangi bir ülkesinde ortaya çıkan bir kıvılcımın 'domino etkisi' yaratarak tüm çevreyi saran bir yangına dönüşmesi sürpriz olmaz. Hele olay bir de Lübnan gibi tüm Ortadoğu coğrafyasının küçültülmüş bir versiyonunda gerçekleşiyorsa, konunun Lübnan'dan ibaret kalması mümkün değil. Olayın bir ucu Şii kanadı temsil eden İran ve Suriye'ye, bir ucu İsrail'e, bir ucu Sünni tarafı temsilen Suudi Arabistan, Katar ve Ürdün'e, bir ucu tarihi misyonu bakımından (özellikle Sünni demiyorum) Türkiye'ye, bir ucu da bölgede yaşayan Hıristiyanlara ister istemez dokunmak durumunda. Bu bakımdan Lübnan krizlerinin kalp krizi olduğunu ve ciddiye almak gerektiğini bir kez daha vurgulayalım.

2
Türkiye'nin Lübnan'da gelişen hükümet krizine hemen müdahil olması, kendisine biçtiği son dönem dış politik misyonu bakımından da beklenen bir durum. Hariri'nin Suudi Arabistan yerine Türkiye'ye gelmesi ve Katar ile Türkiye'nin derhal ortak inisiyatif alması, çare beklenen tarafın kim olduğunu gösteriyor. Lakin bugün gelinen noktada önce Suudilerin, şimdi de Türkiye ve Katar'ın arabuluculuk misyonundan çekilmiş olması manidar. Her ne kadar Türkiye çözüm için bir yol haritasının oluşturulduğunu belirtse de Suudi Arabistan'dan gelen 'durum tehlikeli, Lübnan bölünebilir' açıklamasını dikkatle okumak gerek. İşler giderek kızışıyor.  Irak'ta gerçekleşen son terör saldırıları ise büyük bir çatışmanın sinyallerini veriyor.

3 Lübnan krizinin yaratabileceği en keskin tehdit, tüm bölgede yangına dönüşebilecek bir Sünni-Şii çatışmasının kıvılcımını üretmesi olur. Bilindiği gibi Hizbullah, Birleşmiş Milletler tarafından Refik Hariri suikastında rol oynamakla suçlanıyor. İlk başlarda bu konuda Hizbullah destekçisi olması sebebiyle Suriye'ye dönen oklar, bugünlerde ise Hamaney'i ve İran'ı hedefe oturtuyor. Türkiye'nin Lübnan konusunda arabuluculuk masasına oturur oturmaz İran'ı da sürece dahil etmeye çalışması konuyu bir Sünni-Şii diyalektiği içerisine oturtmadan, yerel-konjonktürel bir mesele olarak tutma çabasını gösteriyor. Görünen o ki, işin büyümesinden ve nihai noktada İran ile karşı karşıya kalmaktan endişe ediliyor. Lübnan Özel Mahkemesi'nin raporunun açıklanmasından sonra durumun vahametinin daha da artması mümkün. Tam nükleer görüşme masasına oturmuşken İran'ı yeni bir yüzüyle gündeme getiren bugünkü gelişmeler, önümüzdeki dönemde hem İran hem de bölge açısından zor günlerin kapıda olduğunu gösteriyor. Devamı>